Cinayet: Rota Oluşturuldu
11 Temmuz 1976
Genç adam hızlıca evinin kapısını açtı ve içeriye sanki birisi onu fırlatmışçasına kendisini fırlattı. Sonra korku dolu gözlerle ardına baktı ve yerde sürünür gibi iki adım atarak kapıyı kapattı. Direk caddeden salona açılan kapı içerisini taze hava ile doldurmuştu ki o evin o taze havaya gerçekten de çok ihtiyacı vardı.
Ayaklandı ve tuhaf adımlarla evin salonuna doğru ilerledi. Burası kopkoyu yeşil renk ketenden kalın perdeleri çekili, içi havasızlıktan geberen ve pis kokan, ev demeye en az bin şahit isteyen bir yerdi. İnsanın yaşamayacağı, ancak bir süre belki idare edebileceği bir yer ancak olabilirdi.
Salon olduğu iddia edilen dehliz gibi yerin köşesine doğru süründü adam ve oturduğu yerde dizlerini karnına doğru çekip kollarının arasına aldı. İleri geri sallanarak titriyor, terliyor, düşünüyor, kendinden tiksiniyor ve korkuyordu. Delirmiş olacağını düşünmek istemiyordu çünkü kendisine verilen emirlerin kutsiyetinden ve hakkaniyetinden emindi. Söylenenlerin gerçek olduğu ona defalarca kez ispatlanmıştı Tasarımcı tarafından. Ama buna rağmen ‘’ çabuk mu ikna oldum ‘’ düşüncesi saç diplerine kadar bir karıncalanma hissiyle bedeninde zuhur ediyor, uyuz bir it gibi titremesine sebep oluyordu. ‘’ Ben doğrusunu yaptım ‘’ diye sayıklıyordu Asım.
‘’ Ben yapılması gerekeni yaptım. ‘’
Oysa öldürdüğü çocuğun ailesi hiç böyle düşünmüyordu.
14 Temmuz 1976 Öğlen
Genç adam çekyattan bozma yatağında kâbuslar görerek berbat bir gece geçiriyordu. Gece sabaha kadar neredeyse oturmuş, düşünmüş ve aslında görev beklemişti. Yeni gelecek görev ile alakalı kâbuslar görüyordu.
Daha önce yani ilk seferinde kapının altından atılan bir not ile gelmişti ‘’görev’’. Daha kapıyı kapatıp eve gireli birkaç saniye olmuştu ve mahalleye açılan kapıyı açıp bu kâğıdı kim attı diye görmek istediğinde hiç kimseyi görememişti. Girebileceği bir komşu ev, hemen koşarak dönebileceği bir sokak, bunların hiç birisi yoktu.
İlahi mesaj…
Daha öncesinde de türlü şekillerde notlar iletilmişti kendisine. Tam 23 kez. Tam 23 kez genç adamın çok yakın geleceğinde başına gelecek olan bilinmesi ve öngörülmesi mümkün olmayan kehanetleri içeren notlardı bunlar. İlk seferinde akşam saatlerinde parkta oturmuş geçmişi düşünürken bir güvercin gelip ayaklarının önüne notu bırakıp sonrasında da o esnada bulutlu ve karanlık olan gökyüzüne olabildiğine uçarak gitmiş gözden kaybolmuştu. Notta ‘‘ bu gece asla uyumayacaksın, gelip geçici bir ıstırap geceni mahvetmeye geliyor ‘‘ yazıyordu.
Yüzü olmasa da içi, bu komik olmayan şakaya şöyle bir gülümsemişti. Sigarasını yaktı, aç karnına içtiği bilmem kaçıncı sigaraydı, zehir gibi gelmişti tadı ama yine de sonuna kadar içti ve evin yolunu tutmuşu. Bir sonraki sigarasından önce aynı zehir tadından kaçınmak için cebinden küçük bir şekerleme çıkardı ve yeni bir sigara daha yakmak istediği için fazla oyalanmadan katır kutur şekeri yedi ve eve varıp çekyata uzandığında yediği şeker parçalarından birisi etleri çekilmeye başlayan azı dişlerinden birinin üstüne yapışmış ve yakışıklı bir diş ağrısına davetiye çıkarmıştı.
O gece uyumadı.
Bundan birkaç gün sonra iş yerinde daha önce hiç görmediği bir müşterisini sakal tıraşı etmiş, ardından adamın ödeme yaparken verdiği paranın üstünde küçük bir not bulmuştu. Notta ‘‘ bugün evine gidemeyeceksin ‘‘ yazıyordu. Genç adam işkillenmiş, saati gelmediği halde evin yolunu tutmuş ve bu aceleden ötürü anahtarı dükkanda unuttuğunu ancak kapıya vardığında fark etmişti. Kendine olan büyük bir sinirle iş yerine giderken de dikkatsizliğinin cezasını da karşıdan karşıya geçerken bir motosikletin kendisine çarpması ile ödemişti. Aslında bir şeyi yoktu ve kendini iyi hissediyordu ama yine de hastaneye kaldırıldı ve kafasını asfalta çarptığından ötürü en az 24 saat müşahede altında kalması gerektiği söylendi. Ne ettiyse salmadılar ve ‘‘ o gün evine gidemedi. ‘‘
Kehanet notlarından kaçınmak için evden çıkmasa, kapının altından not geldi. Kapının önünü tıkasa birileri evin dışından bağırdı kaçtı. Ne yapsa bunlardan kurtulamadı ve tam çıldırmak üzereyken ve ‘‘ neden, nasıl? ‘‘ gibi sorularla boğuşurken en nihayetinde, toplamda 22 birbirinden tuhaf ve açıklanamaz kehanetten sonra 23 not uzun bir mektup şeklinde gelmişti.
‘‘ Istırap kaçınılabilir bir tehdit, savaş durdurulabilir bir felaket, cinayet önlenebilir bir suç. Bu yapılabilir. Tüm kötü şeyler olmasa da en kötü şeyler, bu dünyanın yılanları daha başları küçükken ezilebilir. Zaman bir kumaş gibi hamdır, dokunabilir. Bir tasarımcının elinde defoları ayıklanır ve ortaya bir şey çıkar. Ben pek çoklarından birisiyim. Ne sonu, ne de ilki. Görevden kaçamazsın, görev yılanın başını ezmek, görevden kaçarsan sonuçlarına sen değil, milyonlar katlanır. Yaşamasına izin verilmemesi gereken bir tek kişi bile kurtulursa ( bil ki iradesizliği ile yarı yolda bırakanlar yüzünden bu yaşanıyor) zaman başıboş kalır, kumaş yırtılır ve küçük Adolf lar küçük Ivan lar, Vlad lar, Josef ler yaşar ve bedeli ağır olur. ‘‘
Sonrasında da mektubunda bir isim ve adres vardı. Ölmesi gereken kişiye ait bir isim ve onu bulacağı adres. O adres ertesi gece gittiği adres, isim ise ilk aldığı cana ait olan isimdi.
Asım yıllar sonra bile bu gece olanları, sıradan bir insanken aniden nasıl bu hale geldiğini düşünüyor ve çözemiyor olacaktı.
Son notunu aldığı günün gecesinde birkaç günlük yorgunluğun ardından artık çekyata devrilmiş, ölü gibi uyuyordu. Gözleri kapalı göz kapaklarının altında fıldır, fıldır oynaşırken rüyasında salıncakta sallanan bir kız çocuğu görüyordu. Gördüğü çocuk da onu görüyordu ve ona hiçbir çocuğun bakmayacağı kadar şeytani bir bakış atıyordu masmavi gözleriyle. Sanki salıncakta sallanan, kısa şortlu ve sevimli mavi t-shirt lü göğsünde çapa deseni olan minik denizci çocuk değilmiş de haklı intikamını hasmından almak üzere olmanın mutluluğunu yaşayan bir canavar gibiydi. Adam çocuğa daha fazla bakamadı ve tersi istikamete koşmaya başladı. Bir işaret arıyordu, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonunda bir caddeye geldi ve tabelaları gördü.
‘‘ Lake Burke ‘‘
‘‘ Bunu kafama kazımalıyım, ‘‘ diye geçti içinden. Yabancı bir tabelaydı bu onun için.
Arkasında bir elin onu dürtelediğini hissetti ve irkilerek ardına baktı. Salıncakta sallanan çocuktu bu. Yakından bu sefer yeşil olarak gördüğü gözleri Asım’a hiç insan gözü gibi bakmıyordu, ‘‘ beni durduramazsın ‘‘ dedi çocuk sonra tıslar gibi.
Bu adamın duyduğu ve hatırladığı son şey oldu. Genç adam bağırtılı bir nefes vererek uyandı, nefes nefeseydi. Terden yatak çarşafında dönüp duruşlarının resmi çıkmıştı ıslaklıktan. Yanında duran sehpaya uzandı, küçük bir not kâğıdı vardı. Kalemi aldı ve titreyen elleriyle not alacak oldu ama zaten kâğıtta bir isim yazılıydı ve bir adres.
‘‘ Lake Burke no: 187 ‘‘
‘‘ Andrew Mccraken ‘‘
‘‘ Burası neresi ki şimdi? ‘‘
Rüyasında da tam bu adresi ve tam bu ismi mi görmüştü, bu not başucuna ne zaman ve nasıl gelmişti, yoksa gördüğü rüyadaki saçmalıkların notu okuduğunda rüyasında gördüğü şeylerle aynı olduğunu mu sanmıştı, bunu kestiremedi. Tek bildiği yeni görevin zorlu olacağıydı. Lake burke nerede, oraya nasıl gidilir ve neyle gidilir. Kira için biriktirdiği para ve yevmiyesi hariç meteliği yoktu.
***
Asım üstüne bir gömlek geçirdi ve dışarı çıktı. Bugün diğerlerine nazaran uykusunu almıştı. Omzuna kadar gelen saçları terden ıslak ıslaktı ve yürüdükçe yüzüne yapışıyordu. Yapıştıkça rahatsız olan adam ceplerini karıştırdı ve bir lastik buldu, saçlarını elleri ile geriye doğru savurdu ve lastikle zor bela tutturdu. Bir nebze ferahlamıştı. Gazete bayisine gidip reyona doğru yanaştı. Haber olup olmadığını merak ediyordu ama bir yandan da bundan haberdar olmak istemedi. ‘‘ Bir kâbustu sanki ve geldi geçti, üstüne düşünmez isem etkilenmem, bu benim işim. ‘‘ diye düşündü. Belki de dünyanın en berbat sorumluluğunun kendisine verildiğini düşünüyordu. Ama aynı zamanda en kutsal. Karanlık da olsa, onu tüketecek gibi görünen bir yolda olsa bir amacı vardı artık yaşamak için.
İlk defa…
Başlıklara göz gezdirirken bunları düşündü. Göz gezdirmesi bittiğinde hiçbirisini satın almadan ardına baktı ve yolunu değiştirip caddeden aşağıya yürüdü, başlıklar genelde aynı haberi veriyordu.
Sürmanşet: Yılmaz ‘ a özgürlük diye bağıran halkı polis copladı.
Manşet: Yılmaz Güney 19 yıl Ağır hapis cezasına mahkum edildi.
28 Temmuz 1976 Akşamüstü
Arabanın içinde iki maskeli haydut çılgıncasına otoyolda ilerliyordu. Arabayı kullanan Mehmet Yalın kahkahalar atıyordu ama yanındaki sessizdi. Bankayı soymayı başarmış ve bunu yaparken güvenlik görevlisi ve banka müdürünü öldürmekte hiçbir beis görmemişlerdi.
Takip edilmiyorlardı ve artık dikkat çeker şekilde hareket etmeye gerek kalmamıştı. 100 ü geçmeden ilerliyorlardı orta şeritten. Arada çok kısa bir mola verip maskelerini ve silahlarını Haliç’ in serin sularına bırakıp yola devam ettiler ve İstanbul’ u terk ettiler. İzmit de Mehmet’ in bir akrabasının boş evinde birkaç gün ortalığın sakinleşmesini bekleyip sonra da ülkeyi terk etme planları yapıyorlardı tabii ki. Mehmet ‘‘ hiç arabayı bu kadar hızlı kullanmamıştım, bir an öleceğiz sandım ‘‘ dedi. Arkadaşı konuşmuyordu hiç. Neşeli ya da heyecanlı da görünmüyordu. Sadece oturuyordu öyle. Kar maskesi ve açık pencereden esen rüzgâr saçlarını iyice dağıtmış karman çorman etmişti ama düzeltmeye uğraşmıyordu bile. Sapsarı dişlerinin arasına bir sigara daha koydu ve yaktı. Çektiği derin nefes duyulacak kadar yüksek çıkmıştı. Farkında olmasa da aslında bu bir keyif sigarasıydı. İşleri yolunda gidiyordu.
İzmit e vardıklarında arabayı ormanlık bir alana bıraktılar ve eve yürüyerek gittiler. İyice gece olmasını beklemişlerdi. Bu arada Amerika’ ya gitmek için yapılacakları konuşuyorlardı. Daha çok konuşan Mehmet ‘ di. Asım genelde onaylıyor ya da ‘‘ öyle olmaz ‘‘ deyip alternatif önerilerde bulunuyordu ruhsuz ruhsuz. Ama zaten hep böyleydi bu halleri Mehmet’ e yabancı gelmiyordu. Birbirlerini çocukluktan beri tanıyan arkadaşlardı ve Asım ailesini kaybettikten sonra böyle olmuştu.
Ruhsuz…
Soba zehirlenmesinden ölmüştü anne babası ve küçük kardeşi Sema. O gün Asım babaannesine gitmişti ve şans eseri kurtulmuştu bu kazadan. Tabi hiçbir zaman şans olarak görmedi Asım bunu. O günden sonra babaannesi ile yaşamış ve yaşlı kadın ölünce de yalnız kalmayı tercih etmişti. Okulu bırakıp berbere çırak olmuştu, sonrasında da kalfa. Ama hiç usta olup dükkan açmadı açamadı. Hep de çırak derdi etrafındakiler ona, umursamazdı. 23 yaşında berber çırağı. Artık ustası dükkana pek uğramaz olmuştu aslında o ustasının evine uğruyor, hasılatı bırakıp yevmiyesini alıp evine gidiyordu. Mehmet hariç pek arkadaşı yoktu, kızlara da bir yakınlığı hiç görülmemişti esasında. Kolunda birisini ne gören, ne duyan olmamıştı. Dükkandan eve evden dükkana giderdi. Tek görüştüğü kendi gibi fakir, hayattan bezmiş sinyalleri veren Mehmet’ di.
Mehmet’ in Asım’ la olan bu macerasının sonlanmasına birkaç dakika kalmıştı ve onu da hatırlayacak olan, özleyecek olan pek bir kimse yoktu.
* * *
Eve girdikleri gibi perdeleri ve pencereleri açtılar. Ev hamam aralığı gibi kokuyordu ve sıcaktı. Gece kondu gibi bir şeydi ev ve konumu da oldukça metruk denilebilecek bir yerdeydi İzmit in Ali kâhya semtinde.
İçeride alınan nefes ıslak gibiydi resmen rutubetten duvarlar ağlıyordu. Kapının önüne bıraktıkları 3 para dolu valizi salona taşıdılar. Mehmet hevesliydi, açıp paraları koklamak istiyordu. Koklamak ve hatta valizi altına alıp o paraları becerir gibi üstüne sürtünmek istiyordu. Asım her zamanki heyecansız haliyle kendine yakın olan valizi açtı. Paralar ile veya zengin olmak ile hiçbir alakası, hevesi yoktu genç adamın. Sadece görevlerini başarılı bir şekilde yürütmek için paraya ihtiyacı vardı. Görevi ‘‘ kutsal ‘‘ olduğundan da bunu yerine getirmek için gireceği her çabanın başarı ile sonuçlanacağını düşünüyor, kaygıdan şişmiş beynine yenilerinin hücum etmesini böyle bertaraf ediyordu.
Asım o gece Mehmet’i mutfak dönüşü gafil avlayıp boğazını keserek öldürdü ve cesedini orda bırakıp kıyafetlerini değiştirerek evi öylece terk etti. Saat iyice ilerlemiş ve yakın çevrede ışığı yanan hiçbir ev kalmamıştı. Paraları arabaya yükledi ve ona çizilen rotayı takip etmek üzere bir bilinmeze doğru yola çıktı.
24 Aralık 1976
Fairfax / Lake Burke / Virginia
Şöminenin önüne çoraplar asılmış, çam ağacının önüne paketler konulmuş, Noel havası tüm evin hem içini hem dışını doldurmuştu. Noel ışıkları ile cayır, cayır ben buradayım diyen Mccracken’ ların evi mutlu bir aileye yuva olmuş, sevimli bir evdi. 3 katlı evin alt katını depo olarak kullanan Mccracken ailesi, orta katı salon ve mutfak, üst katı ise yatak odalarından oluşan evlerinde Noel’ i karşılayan sıradan insanlardı. Jason evin babası yol işçisiydi, gece geç saatlerde işlerini yaptığı için sabaha karşı uyuyup öğleden sonra akşama doğru uyanmaya alışmış, bu standart dışı işgücü sağlama durumundan ötürü de iyi kazanan bir Amerikalıydı. Karısı Lizzy ise anaokulu öğretmeniydi. 3 çocukları olan aile Noel arifesini keyifle geçirmiş, yemeklerini yiyip geyikli kazaklarını giymiş, eğlenip çocuklarla oynadıktan sonra da uykuya dalmışlardı.
Üçüncü çocuktan sonra durmaya karar verip beklemedikleri bir şekilde dördüncü çocuğa sahip olan aile bu durumdan hoşnutsuz olsa da bunu hiç birisi birbirleri ile paylaşmamışlardı bunu. Sonrasında yeni doğan bebekleri bir kaza eseri öldüğünde onlarında bir şeyleri ölmüş gitmişti canlarında. Artık sevişmeleri de ayda 1-2 kere olan bir etkinlik haline gelmişti. Lizzy bir zamanlar oldukça çekici bir kadınken artık tamamen anne kalıbına bürünmüştü, Jason ise evlendikleri yıla göre 20 kilo daha ağırdı. O gece biraz da alkol aldıkları için Jason alışık olduğundan biraz daha erken uykuya daldı, Lizzy ise bir miktar eliyle kendini tatmin etmeye çalıştıktan sonra püfleyerek bundan da vazgeçti ve arkasını dönüp uyumaya daldı.
Çocuklardan büyük olanı Sarah bütün gün yaramazlık yaptığı için en erken uyuyan olmuştu. Andrew yanına yattığında ‘’ çok sıcaksın git kendi yatağına ’’ diye kızmıştı ona. Diğer kardeşi Gabriel ise en ufakları Andrew’ ın yatağında uyuyup kalmıştı onu kıskançlığından. Andrew uyanık kaldı, bir süre odada oturup sonra aşağı inmek vardı aklında.
7 yaşında açık sarı saçları pembe yanakları ve mavi gözleri ile sevimli bir çocuktu. Noel babayı en çok merakla bekleyen, hediyesini en çok isteyen oydu. Uyumazsa gelmeyeceğini bildiği halde tin tin adımlarla salona inmiş, ağacın arkasında saklanmış, orda beklemeye karar vermişti. Ağacı ışıklarını takip edip uyanık kalmaya çalışırken arada başı düşüyor, sonra gözlerini fal taşı gibi açıp ‘‘ uyumadım ki ‘‘ diyordu kendi kendine.
Bütün gece uyumadan bekledi ve artık gün ışıdığında umudu kesilmeye başladı. Noel baba dan nefret ediyordu, arada uyuklamıştı işte o arada gelmeliydi. Çok kızdı Noel babaya. Kendini değersiz hissetmişti, belki de ev yeterince süslenmemiştir, ondan gelmemiştir. Belki de yukarda kardeşleri uyumadı uyandılar ve sessiz, sessiz yaramazlık yapıyorlar, onlar yüzünden gelmedi. Andrew alt dudağını büzdü, sinirlenince böyle yapardı. Henüz doğalı ve eve geleli çok olmadan bir kazaya kurban giden bebek kardeşinin başında da tam böyle dudak büzmüştü. Noel baba kaza geçirir mi diye düşündü. Bu son düşüncesi olacaktı.
O gecenin sabahında aile Sarah’ ın çığlığı ile uyandı. Bu sene ikinci kez bir kardeşinin cansız bedeni ile karşılaşıyordu. Orda uyuyup kalmış sandığı kardeşini kaldırmak için ellerini tuttuğunda çocuğun cansız bedenindeki soğukluk, yabancı his sarsmıştı kızı. Çığlığı basıp bayılıp gitmişti.
Fairfax County Departmanı şerifi Stacey Rosenbaum olay yerine ilk gelen oldu. 911 çağrısına cevap veren birimlerin yönlendirmesi ile iki şerif arabası ve bir ambulans gelmiş, ambulans küçük Andrew un cesedini, şerif yardımcılarından Marcus Wright ise travmatize olmuş bir halde salonun bir köşesinde çökmüş duran ve cinayet şüphelisi olan babası Jason’ı götürdü. Adam şerifin aracından evine doğru bakarken karısı eliyle ağzını kapatmış haykırarak ağlamamak için zor tutuyordu. Şerif Stacey ise kız kardeşini teskin etmeye çalışıyordu. Çilli yüzü kızarmış, şapkanın altında şekli bozulan sarı saçları tel, tel rüzgârda savrulmaya başlamıştı. Ne kadar sakin olmaya çalışsa da içindeki acıklı bir düşünce gözlerinin dolması için elinden geleni yapıyordu.
‘‘ O en tatlı, en masum olanıydı ‘‘
Evin yılbaşı süslemeleri ise hala yanıp sönüyordu rengarenk.
* * *
Asım kiraladığı araçla çoktan Dc’ ye gelmiş, karşısına gelen ilk restoranın önüne park etmiş ve kahve siparişi ile oturacağı masayı istifini bozmadan güç bela garsona işaret ettikten sonra hemen tuvaletin yolunu tutmuştu. Tuvalet restoranın görüntüsüne tezat oluşturacak şekilde pisti ve kötü kokuyordu. Bu kötü kokuda restoranın menüsünde yoğunlukla baharat içerikli Meksika yemekleri olması önemli bir rol oynuyordu tabii ki.
Asım aynada kendine bakarken iğrenç bir tiksinti ile midesi sarsıldı. Son birkaç ayda birkaç kilo daha vermiş, daha da zayıflamış elmacık kemikleri çıkmıştı yüzünde. Kahverengi gözleri uykusuzluktan çökük, birkaç günlük sakalı ise bu savruk görüntünün yüzündeki başrol oyuncusu olmuştu. En son bir şeyler yiyeli baya zaman olduğundan kusacağı pek bir şey yoktu aslında ama yine de tiksintinin refleksiyle kendisini klozetlerden birisine zor attı. Klozet beyazı çoktan yeşilimsi bir renge dönmeye başlamış pis görünüyordu. Kafasını klozete iyice yönlendirmeden önce gözlerini kapadı, bakmak dahi istemiyordu. Öğürdükçe sadece birkaç damla yeşil safra çıktı, boğazı yandı ama o tiksinti hali de geçmek bilmiyordu. Eli ayağı boşaldı ve düzgün tutunamadığı için düşer gibi oldu. İstemese de klozetin kenarlarından tutunmak ve gözlerini açmak zorunda kaldı. Gördüğü manzara gerçekten çok iğrenç ama aynı zamanda sarsıcıydı.
Belki son kullanan birkaç kişi sifonu çekmemişti ya da son kullanan bir kişi öyle bir sıçmıştı ki sanki kahverengi bir çimento tepeciği duruyordu deliğin tam ortasında. Ama sarsıcı olan gerçekten de bu değildi. Bu bok tepeciğinin üstünde duran kâğıt parçasıydı sarsıcı olan.
Asım öğürerek kâğıt parçasını boklara dokunmadan alabilmek adına ciddi ve titiz bir mücadele verdi. Parmakları bir cerrah hassaslığında hareket etmiş, tek bir damla boka bile değmeden kâğıdı alabilmişti. Yazıları okumadan önce tabi kendi kustuğu safrasını silkelemek zorunda kaldı.
‘‘ al qiyadah no: 1 ‘‘
‘‘ rashed alkaitub ‘‘
Kâğıdı okuduğu gibi tuvalete geri attı ve sifonu çekti, ardına bakmadan lavabonun önüne geçti ve ellerini yıkayıp yüzüne bir su çaldı. Sonra da kahvesini ağzının içi teneke kaplıymış gibi hızla içip parasını ödedi. Bozuk bir aksanla ‘‘ teşekkürler ‘‘ dedi ve aracına atlayıp yola devam etti. O uzaklaştıkça restoranın tuvaletini de taşan klozetten dolayı bok götürüyordu.
***
Asım paralarını biraz yüksek komisyonlarla tefeciler üzerinden alman markına çevirmiş, oradan Almanya da adına açılan hesaplara aktartmıştı. Almanya da ki Deutsche Bank ın America Foundation şirketi üzerinden de dolara çevirdi ve temiz bir şekilde hesabına indirdi parayı. Bu işlemler paranın yüzde 5 gibi büyük bir oranının yok olup gitmesine sebep olmuştu ama hiç önemsemedi. Zaten harcamayacağı kadar çok fazla para hesabında duruyordu. O sadece masrafları için para çekiyordu.
BB&T bankamatiğinden 1000 dolarını aldı ve kütüphanenin yolunu tuttu. Yolda sigarasını filtresini dişlerinin arasında eze eze içip bir yandan da düşünüyordu.
‘‘ O not orada nasıl olabilir, orada yoktan mı var oldu, tasarımcı bunu nasıl başarıyor, hayatımda ilk defa geldiğim bir yerde bu nasıl olabiliyor? ‘‘
Çözemediği şeylerin üstüne düşünmemeyi şiar edinmeye çalışan birisi olarak kendini zor tutuyordu. Düşüncelerden sıyrılmanın tek yolu meşgul olmasıydı. Görevi ile, gitmesi gereken yerin nerede olduğunu nasıl bulabileceği ile, yine öldürmek zorunda olduğu kişinin bir çocuk olmak zorunda olup olmadığı ile ilgili türlü ihtimal ve düşünce canını sıkıyordu.
‘‘ Tasarımcı ile bir konuşabilsem ‘‘
Kütüphanenin içinde sessiz sedasız oturmuş okuyan, ders çalışan, ders çalışırken çaktırmadan fingirdeşen birçok genç vardı. Asım bunların hiç birisine dikkat kesilmeden sadece gözü raflarda olarak hareket ediyordu. Coğrafya kitaplığından birçok kitap aldı ve boş bir sandalye gözüne kestirip ona yöneldi. Sandalyeyi oturmak için kendine çektiğinde sandalyenin ayağı yere sürtünürken iğrenç ve sinir bozucu bir ses ile gıcırdadı. Herkes dönüp o’na dikkat kesilmişti. ‘‘ pardon ‘‘ demek istercesine elini kaldırıp sonra tekrar kitaplarına yumulacak şekilde kamburunu çıkartıp oturdu. Arayış başlamıştı.
Al Qiyadah
***
Andrew’ un otopsi sonuçlarını inceleyen Stacey çocuğun boğazının sıkılarak öldürüldüğünü, izlere ve boyundaki hasarın derinliğine bakıldığında bunu ancak güçlü bir erkeğin yapmış olabileceği notlarının altını çizmişti. Görgü tanıklarına göre eve giren çıkan olmamıştı ve herhangi bir zorlama, herhangi bir şüpheli parmak izi olay mahallinde bulunmamıştı. Daha önce de küçük bebekleri bir kazaya kurban gitmişti o evden cenazesi çıkan ikinci yeğeniydi. Ama bu kaza değildi küçük Andy hunharca boğulmuştu.
Kupanın dibinde kalan zift gibi kahveyi dikleyip bir sigara yaktı. Andy ile en son kardeşini görmeye oradan geçerken uğradığında oynamıştı. Ufaklık ısrarla Stacey’nin silahına ulaşmak, ona dokunmak istiyordu Stacey ise buna izin vermeyip silahın kemerdeki tokasını iyice kilitliyordu. En sonunda da rahat vermeyince silahı götürüp arabanın torpidosuna koymuş, ‘’ gitti yok artık ‘’ gibi şeyler söyleyerek çocuğun bitmek tükenmek bilmeyen hevesini söndürmüştü. Bunun üzerine de Andy elini silah yapıp teyzesine ‘‘ bang bang baaang ‘‘ yapmıştı. Kalbinden vurulmuş taklidi yapan Stacey yerde yatmış, sonra merakla başına gelip dudağını büzerek ona bakan yeğenini kucakladığı gibi gıdıklamaya, öpüp sevmeye başlamıştı.
Bu anılar gözlerini nemli tutuyordu ister istemez. Bu kadar hırslı bir insan, bu kadar dirayetli ve inatçı, güçlü bir kadın olarak Stacey hiç çocuk sahibi olmamış olmanın da verdiği tuhaf durumlardan ötürü belki de yeğenlerini çok seviyordu. Sınavlar, yardımcılık, şeriflik sınavları derken o yıldızı göğsüne takana kadar hep erkeklerle mücadele eden Stacey ilk cinayet davasının yeğeni olması gibi bir travmayı düşünmek bile istemezken bu durumu bizzat yaşar bir halde kendini bulmuştu. O gün yemin etti kahve yerine bardağına burbon doldururken.
Kardeşinin kocasını bu caniliğinden ötürü astıracak her türlü şeyi yapacaktı. O herifte zaten başından beri onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Ama bunu yapacak kadar ?
Oysa bu arada yeğeninin katili çoktan ülke sınırlarını terk etmiş, Birleşik Arap Emirlikleri denen yeni kurulmuş bir orta doğu ülkesine doğru yola çıkmıştı.
***
Üzüntüden mi, şoktan mı, katil olduğundan mı insanlar tam olarak çözemedi. Jason o sabahtan beri konuşmuyor, kimse ile iletişime girmiyor, soruları yazarak dahi olsa cevaplamıyordu. Katatonik bir travma geçirdiği, geçici olabileceği ya da tamamen deliye yatarak canını kurtarmaya çalışıyor olabileceği dahil pek çok ihtimal üzerine fikir yürütülmüştü. Stacey nin bildiği tek şey katilin ondan başkası olamayacağıydı. Başka hiçbir şüpheli, başka hiçbir delil veyahut emare yoktu. Mahkemede ölüm cezasına çarptırıldığı hakim Jeremiah Olsen tarafından yüzüne okunurken bu hükmü bile tepkisiz dinlemişti. Ağzının kenarından da tükürükleri akıyordu.
Dava süreci 1 ay içinde tamamlanmış, 5 ay sonrasında da ölüm cezası için tarih verilmişti. Stacey artık kız kardeşine daha çok uğruyor, ona telkinlerde bulunup buradan taşınmanın, başka bir yerde yeniden başlamanın belki de belli mi olur yeniden evlenmenin alınabilecek en doğru kararlar olduğunu söyleyip duruyordu.
‘‘ Hala gençsin güzelsin, bu mücadeleyi tek başına vermek zorunda değilsin, biliyorum erken, ama hayat bitmiş değil, bak iki tane daha çocuğun var. Andrew artık yok ‘‘ dedi. Bebeğin adını söyleyip içini daha da yakmak, kardeşinin acısını katlamak istememişti aslında. Sustu.
Kardeşi ise bu sözleri tiksinti ile dinlemiş ve Stacey yi bu konular her açıldığında taş kalpli bir orospu olmakla suçluyordu. ‘‘ Sen evlenmedin, sevmedin, aile kurmadın, nerden bileceksin nasıl kurulur? Nerden bileceksin yıkıldığında o enkazın altından nasıl kalkılır‘‘
Şerif cebinde taşıdığı mataradan viskiyi dikliyordu kardeşinin hakaretlerini dinlerken. Bu ara nefesinin içki kokmadığı günler pek azdı zaten. ‘‘ Haklısın ‘‘ dedi ve üzgün bir şekilde yavaş adımlarla arkasını ara sıra yoklayarak kapıya doğru yürüdü. ‘‘ Kusura bakma abarttım kastettiğim bu değildi ‘‘ gibisinden bir cümle bir özür bekliyordu ama bunu duyamadı, o özür gelmedi.
Kapıya vardığında vazgeçti ve kapıyı çarparak çıktı. Aracın başına geldiğinde sileceğe bir not iliştirilmiş buldu. Etrafını gözleyip hareket eden kimse olup olmadığına baktı, notu kimin koyduğunu notta ne yazıyor olabileceğinden daha çok merak etmişti ama kimse yoktu tabi.
Sileceği kaldırdı ve notu gece karanlığında okuyabilmek için iç cebinden çirkin çerçeveli bir gözlük çıkardı. Taktığı da direk kadının yaşı 20 yaş ileri atmıştı.
Notta ‘‘ Jason masum ‘‘ yazıyordu.
***
Arap yarımadasının iğrenç çöl havasından kurtulup Amerika nın kış soğuğuna geri dönmek diriltmişti Asım’ ı. Dulles havalimanına iniş yapan uçaktan dışarı merdivenlere adımını attığı anda yaşandı bu. Bir can daha alalı iki gün oluyordu. Küçük bir Arap çocuğunu evinin önünde oynarken kiraladığı araba ile kaçırıp koklattığı ilaçla bayıltmış, Dubai ile Sharjah emirlikleri arasındaki anayolun etrafındaki çöllerin oraya götürüp gömmüştü. Çocuğun boğazını gözlerinin feri sönene kadar sıkmış ve kumların üstünde hiçbir boğuşma izi hiçbir delil kalmamıştı. Kumların altında ise ona göre bir şeytan yatıyordu artık.
Havalimanındaki gazetelerde ise 2 çocuğunun katili olan adamın idam cezasına çarptırıldığı haberi vardı.
‘‘ Allah Kahretsin ‘‘
Birkaç gazete alıp hızlı adımlarla havalimanının otoparkına park ettiği arabasına bindi. Buradan da yaşadığı Motel’e. 1 aylık peşin ödemeler ile kalıyordu motelde ve birkaç gün daha vardı yaptığı peşin ödemenin dolmasına. Yine de motele vardığında bir sonraki ay için de peşin ödemesini yaptı. İş seyahatine gittiğini haber verip öyle gitmişti ve tabii ki parası ödendiği halde boş olan oda başka ziyaretçilerin günü birlik kalmasına hizmet etmişti. Bu durumdan kazandığı paralarla bir motosiklet almayı hayal eden oteldeki sivri zekalı resepsiyonist Meryl ise müşterisini çok seviyordu.
Bir sonraki ayın ödemesini sayarken Asım tamamdır denmesini bekliyor bir yandan da acelesi varmış gibi hareketler yapıyordu. Meryl sayması bitince ‘’ Asım ‘’ dedi. Telaffuzu onların dilinde ‘‘ müthiş ‘‘ anlamına gelen bir kelimeyi kullanarak yapmıştı. Asım hakikaten de müthiş olmakla ya da müthiş hissetmekle alakası olmadığı bir ruh halindeydi.
‘‘ Kendine dikkat et ‘‘ deyip odasına çekildi. Yılanın başını küçükken ezmek ile bir sorunu kalmamıştı. Hatta bu duruma düşündüğünden çok erken uyum sağlamıştı ve bu bakımdan da kendisinden ayrı bir nefret eder olmuştu. Ama masum bir adamın, konudan haberi olmayan bir kurban olan babanın üzüntüleri, ailenin parçalanması bir yana üstüne bir de işlemediği bir suçtan idam edilecek olması. Asım bunu kabullenmeyecekti. Tasarımcı dan aksi bir not gelse dahi.
Gazeteden kupürler kesip duvarına yapıştırmıştı. İngilizcesi hala bok gibiydi ama yine de anlayabiliyordu. Önemli olan detay maktulün annesi ile Fairfax şerifinin kardeş olmalarıydı. Şerif duvar gibi bir yüz ifadesi olan resmiyle gazetede yer almıştı. Kardeşinin kocasının suçlu olduğuna inandıklarını, dava dosyası için deliller vs parça parça şeyler.
Asım bu olaydan sonra şerifin sıklıkla kardeşi ile görüşeceğini düşünüyordu. Bir yandan kimsenin dikkatini çekmeyip bir yandan da şerife yanlış adamı yaktığını anlatabilmesi gerekiyordu. Mccracken evini güvenli bir mesafeden gözlemeye başladı, özellikle de şerif in ziyaretlerini.
Yaptığının doğru ya da yanlış olduğu ile alakalı tasarımcıdan bir not iletilmediği için devam ediyordu. İlk fırsatta da bir gece vakti şerif kız kardeşinin evindeyken notu ona ulaşacak şekilde aracın sileceğine tutturdu ve orayı terk etti hızlı adımlarla.
Bu Stacey ile dolaylı yoldan ilk kontağıydı.
***
Şerif Stacey arabasını gece karanlığında kullanmaması gereken bir hızda kullanıp patika yolda sarsıla sarsıla gidiyor olmasına aldırmadan düşüncelere dalmıştı. Aklına düşen kurt zihnini tombul damarları olan bir yaprağı kemirip öz suyunu içer gibi içip tüketiyordu. Tüm her şeyi kafasında tekrar yaşadı. Tüm delilleri, Jason’ ın girdiği durumu, yaşadığı travmaları, başka hiçbir görgü tanığı olmaması, kapı pencere evde zorlanmış hiçbir yer olmaması. Bu notta yazanlar kadar notu kimin yazmış olabileceği aslında daha bir merak konusuydu.
Evine geldi ve aracını kapının önüne park edip verandaya oturdu. Tam bacaklarını uzatmışken yeni aklına gelen bir şey ile tekrar ayaklandı ve arabanın torpidosundan birazı içilmiş olan burbon şişesini aldı. Sağlam bir yudum devirip genzini yaktıktan sonra bir de sigara yaktı. Ayakkabılarını çıkartıp ayaklarını biraz ovdu. Bu kadar ovma ile günün yorgunluğu tükenecek gibi değildi ama yine de…
Gözünün önüne Jason geldi. Elektrikli sandalyeye oturduğunda daha voltaj verilmeden ağzının suları akmaya başlıyordu gözünde canlanan halinde. Büyük bir yudum daha alıp şişeyi dikleyerek bitirdi ve uzandı verandaya.
Sabaha güzel bir sırt ağrısı bekliyordu ve pişmanlık bekliyordu Stacey’ yi…
***
Asım hatırlamadığı bin tane kâbusla delik deşik olmuş bir uykudan uyandı. Kalkıp yüzünü yıkadı üstünü giyindi ve gazete ilanlarında gördüğü bir danışmanlık şirketine gitmek üzere yola çıktı. Yine kahvaltı etmemişti.
Özetle tüm günü paralarını yatırıma dönüştürecek bir şirket kurmak, bu şirket sayesinde uluslararası ticaret yapmak, ticareti paravan olarak kullanarak ‘’ilahi görev‘’ için gitmesi gereken yerlere rahat rahat gidip geleceği bir ortamı sağlamak için harcadı. Şirket ile sözleşmeyi bir günde yaptı, bir günde ciddi bir komisyon ödedi, bir günde şirketin önerdiği kişileri işe aldı ve böylelikle ülkeye yatırım yapan bir turist olarak kalıcı bir yerleşke de sağlamış oldu kendisine. Şirketin avukatı, züppe takım elbiseli ve timsah derisinden botlu Melvin Mcnamara gerekli belgeleri hazırlayıp bir aralık imzalatacaktı Asım’a. Her şey sorunsuz, pürüzsüz, tamamen onu uğraştırmayacak ve yolunu kolaylaştıracak şekilde gelişiyordu.
Şirket not defteri ve türlü kalemlerin ithalatı ile ihracatını yapacaktı. Küçük, orta, büyük boy not defterleri, dolmakalem ve kurşun kalemler. Asım bunu manidar bulmuştu. Bu şirket kısa zamanda büyüyecek ve daha ilk günden anlamadan dinlemeden seçilen personel olacak kişiler şirketi küçük çaplı bir imparatorluğa dönüştürecekti. Çünkü ‘‘ tasarımcı ‘‘ ya hizmet ettiği sürece hiçbir attığı adım yanlışa sapmamış, olabilecek en başarılı sonuçlarla sonlanmıştı. Bu da öyle olacaktı.
4 Temmuz 1977 Virginia State
Küllüğün içi onlarca sigara ile doluydu. Aylardır yeni bir not gelmemesi artık Asım’ı paranoyak bir ruh haline sokmuştu. Her yerde bir işaret arayıp yeni bir yerde her bulunduğunda tüm konuşulanlara kulak kabartmaya çalışır olmuştu. Belki de bu sayedeydi tabi hızlıca dil geliştirmiş, hızlıca oradaki hayata adapte olmuş olması.
Amerika da ilk geldiği bu şehre adeta kapak atmış, oranın yerlisi gibi olmuştu. Her sabah aynı yerde kahvaltısını yapan, aynı yerde öğlen yemeğini yiyen, aynı yerde akşamı eden ve neredeyse zil zurna sarhoş olarak eve giden bu adam gittiği restoranlardaki garsonların gözdesiydi.
Artık kalıcı olacağı için pansiyondan taşınmış, ihtiyaçtan hızlıca satılmak istendiği halde bir türlü satılamamış bir evi nakit ödeyerek ucuza satın almıştı. Ev 3 katlı olsa da tüm yaşantısı salonda geçiyordu. Ahşap mobilyalı bir televizyonun karşısına bir kanepe koymuş evdeyken devamlı tv izleyip haberleri takip ediyordu. Ülkenin her yanından cinayet haberleri geliyordu. Ayrıca dünyada da birçok felaket yaşanıyordu.
Asım görevini yaptığından emindi, o zaman ‘‘ dünya neden bu halde ‘‘ diye düşündü. Tasarımcı kendisi gibi birçokları olduğunu söylemişti. Peki böyleyse…
Geçmişteki görevliler görevlerini eksik yapıp durmuş olmalıydı.
Daraldı ve bir sigara daha yakıp bunu dışarıda içmeye karar verdi. Sarsak adımlarla eve tek giriş olan çiftli kapıyı açtı ve bahçeye yürüdü. Çıplak ayakları bakımsız bahçenin çimleri arasında kayboluyordu. Dışarıya zengin bir görüntü vermemeye imtina ederken bir yandan da kötü bir görüntü verdiğini düşünüp yine bu görüntünün de merak uyandıracağını düşündü bir an için. Ertesi gün bir bahçıvan çağırıp haftada iki gün gelmesini sağlayacaktı. Bakımlı bir bahçe, olması gereken yerlerde çiçekler ayrıca belki de bahçıvanın önereceği başka ıvır zıvırlar, bahçe cüceleri vs.
Dikkat çekmek istemeyen Asım evini ve onu tam da o anda uzaktan izlemekte olan şerifi henüz fark etmemişti.
***
Stacey’ nin nefesi bir kibrit çaksa parlayacak kadar alkol kokuyordu. Aracın içinde sürücü koltuğunun yanındaki koltukta 2 tane boşalmış burbon şişesi yol boyunca birbirlerine çarparak rahatsız edici, stres veren bir çınlama yapmıştı. Kadın yine de araba kullanmaya devam etmişti. Bundan pek azı için geceyi nezarette geçiren gençler olmuştu bizzat şerife yakalanan. Ama Stacey bir süredir eski görev aşkı ile hareket etmiyordu. Halktan homurdanmalar çıkmaya başlamıştı ama onun bu durumunun farkında olup ona pek çok şey borçlu olan yardımcıları onun açığını kapatmak için ekstra çaba sarf edip çalışıyorlardı ve bu durumu kurtarıyordu.
Altın sarısı saçları kafasına işenmiş de güneşte kurumuş gibi iğrenç karışık görünüyordu ve zaten kadın da leş gibi kokuyordu. Günlerce eve uğrayıp üstünü değiştirmeyen, içip, içip bölgenin farklı noktalarında düşüncelere dalan kadın dönüp dolaşıp aynı yere geliyordu.
Kız kardeşinin eski oturduğu ev, Lake Burke…
Buraya taşınan adamı sırf merakından araştırmıştı. Adam bir Avrupa ülkesinden gelen zengin bir turistti. Ülkeye büyük bir para getirmiş, burada şirket kurmuştu ama işlerle hiç ilgilenmiyor olmalıydı. Yeri geldiğinde günlerce evde kalıyordu. Hareketleri, yürüyüşü, kıyafetleri…
Hiç öyle zengin ya da turist gibi değildi. Sanki West Virginia kömür madenlerinde çalışan ucuz işçiler gibiydi herif. Oysa kayıtlara baktığında kurduğu şirket kısa zamanda popüler olmuş, her yerde satılmaya başlamıştı ürünleri. Lanet olsun şerif gömleğinin ön cebine tutturulmuş kalem bile onun markasıydı. Kim nerden alım yaptıysa artık ofise, Stacey nin cebine kadar gelmişti.
DP markanın altında küçük harflerle Designer ‘s Pen ( Tasarımcı’ nın Kalemi ) yazan kalemler. İlk kullandığında yumuşak güzel yazımı hoşuna gitmişti…
Stacey sıklıkla buraya gelip bir zamanlar ne güzel mutlu, kendi ufak tefek sorunları ile yaşamını sürdüren güzel bir aile vardı burada diye düşünüyordu. Lise de sevdiği çocuğu başkasına kaptırıp aşka küsen, bir daha hiçbir erkek ile yakınlaşmayan, kendi kaçırdığı hayatı, hayali yaşadığına inandığı ve onun adına mutlu olduğu kız kardeşi çocukları da alıp Oregon’a taşınmıştı. Onlardan da geriye mutlu ve bir yandan da tam tersi korkunç anıların olduğu ev kalmıştı. Artık yanmayan o yılbaşı süslerini evin yeni sahibinin hala kaldırmamış olması sinirini bozuyordu. O gün bu manzaradan kurtulmaya karar verdiği gündü.
Eve doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Sinemada tek başına gidip izlediği filmler aklına geldi. ‘‘ Belki Jason’ ı ev delirtti? ‘‘ Buna ihtimal verdiği için kendine kızdı ve bir adım daha attı karanlığın içinde eve doğru. Sonra daha önce olmayan bir şey oldu ve evin yeni sahibi ile göz göze geldi. Henüz eve çok yaklaşmamış olsa da adamın onu gördüğünü fark etti ve nasıl gördüğünü anladığını da anlayamadı.
‘‘ Hey sen? Kimsin sen ışığa gel ‘‘
‘‘ Benim bölge şerifi Stacey Rosenbaum ‘‘
Kadın düsturunu bozmadan yürümeye çalıştıkça takılıp duruyordu ama istifini bozmadan yürümeye devam etti.
‘‘ Sorun nedir şerif? ‘‘ Asım heyecanlanmıştı.
Neden bu evi aldığını tam olarak cevaplayamazdı genç adam eğer sorsanız. İlk cinayeti olmasa da Andrew un son halleri, aileye verdiği zarar, yıkılan insanlar. Jason.
Asım bunları görmezden gelemiyordu. Mehmet’ i öldürürken umursamamıştı. Sonrasında da pek umursamamıştı. Ama günler geçtikçe Mehmet’ in yüzü de bir hayalet gibi sanki salonun ortasında süzülüyor, tv ekranına yapışıyor ve ona hayal kırıklığıyla dolu bir bakış atıyordu ve saydırıyordu ağız dolusu,
‘‘ Hayallerim vardı benim lan, zengin olmuştum. Kurtulmuştum lan piç gibi yaşamaktan yavşak, katil, şerefsiz orospu çocuğu ‘‘
Asım’ a sorsanız bunları kulaklarıyla duymuştu.
Ev acının merkezi olmuştu. Sıklıkla biraz önce Şerif’ in evi gözetlediği yerde Asım’ da oraya gelip evi gözetliyordu satın almadan önce. Bir süre gözleri ailenin bu acıları atlatıp hayatını bir yola sokabileceğine inandı ve bunu aradı. Katilin olay mahalline dönme klişesini bir seferden çıkartıp defalarca sefere dönüştürmüştü bir saplantı, hastalık gibiydi bu eve gelmek durduramıyordu kendini. Aile gözyaşları içinde evi terk edip taşınıp gittiğinde ise yapması gerekeni iyi biliyordu, o eve sahip olmalıydı. Hayatında hiç istemediği kadar bir şeyi istemişti.
Şeytan azapta gerek…
Şerif paytak ve dağınık adımlarla genç adama doğru geldi. Parmağı korkunç bir şeyi işaret ediyor gibiydi. Parmağın işaret ettiği yönde evin etrafındaki hala sökülmemiş ışıkları yanmayan yılbaşı süsleri ve lambaları vardı.
‘‘ Bunun için ceza yazabilirim sana, temmuz geldi Noel ışıkları duruyor çirkin çirkin ‘‘
Asım ruhsuz bir şekilde ‘‘ cezası olduğunu bilmiyordum, yarın bunları gitmiş bilin ‘‘ dedi. Dile baya bir hakim olmuştu. Oldukça düzgün bir şekilde söyledi bunu. Şerif birkaç adım daha attı ve dizlerinin bağı tamamen çözüldü. Artık yerde çimlerin üstünde yatıyordu ağzından kusmuk sızıyordu.
‘‘ Sana ceza yazıcam, bu ev… ‘‘ diyemeden devrilmiş gitmiş, Asım ise bu olup biteni sanki ağır çekimde yaşanmış gibi izlemişti.
Birkaç bir şey daha mırıldandı, ama bunları söylerken gözlerinin artık beyazı görünüyordu. Kadın sızmamak için direniyor, hala işini yapıyordu sözde. Asım Stacey’ i bir hamlede kaldırıp kucakladı ve içeri götürdü bundan son derece memnuniyetsiz bir şekilde.
***
Stacey gözlerini açtığında nerde olduğu ile alakalı hiçbir fikri yoktu. Geniş bir kanepede uzanmış, üstünde ince bir battaniye vardı. Ayakkabıları ayağında değildi örtünün ucundan leş gibi kokmuş ayaklarını görebiliyordu ve bir içgüdü ile ayaklarını örtünün altına doğru büzüştürdü. Bir an üstünde başka neyinin eksik olduğunu, çıplak olup olmadığını düşündü ama değildi ve fark etmesi uzun sürmedi. Gözlerindeki uyku perdesi iyice kalktığında evin içinde olduğunu anladı. Evin eski hali ile karşılaştırınca son derece minimalist döşenmiş, neredeyse hiç eşyası bulunmayan salon hiç hayat barındırmıyordu. Ne hayat, ne tarz, ne bir eşya döşeme zevki, ne bir fotoğraf, hiçbir şey…
Bir tekli koltuk öylesine bir köşeye konmuş duruyordu. Tv izlemek için açısı alakasızdı. Önünde yanında bir sehpa bir şey yoktu, o koltukta oturmak için bir sebep yoktu.
Kanepe tv ye dönüktü tv de kanepeye. İkisinin arasında ise şu anda yerde bir adam oturuyordu bağdaş kurmuş tv ye bakıyordu. Tv ‘ de The Incredible Hulk isimli bir dizi vardı. Vücudu yeşile boyanmış kıllı kaslı bir adam birilerini silkeliyordu.
‘‘ Ne oldu bana? ‘‘
Asım şerif in uyandığını fark etti ve kalkıp tv yi düğmesinden kapattı. Sonra da dönüp, ‘‘ benim evimdesiniz, ceza yazmaya gelmiştiniz ama kendinizden geçtiniz. Ben de dinlenmeniz için buraya taşıdım ‘‘
Adam yine son derece ruhsuz bir şekilde olan biteni anlatmıştı. Stacey kafasını kaldırdı ve anında pişman oldu. Sanki şakaklarının arasında bir demir çubuk vardı ve hareket ettikçe başına iki yandan acı ve baskı uyguluyordu.
‘‘ Hatırlamıyorum ‘‘
Böyle söylemek daha çok işine gelmişti, tamamını olmasa da bir kısmını hatırlıyordu zira. Stacey kendine gelmeye çalışırken Asım kahvesini getirdi bile.
‘‘ için lütfen, iyi gelecek ‘‘
Kadın önce büyük bir yudum aldı. Viski şişelerinden veya diğer içtiği her şeyden gelen bu alışkanlığı canının acımasına sebep oldu. Bunu gören Asım ‘‘ sıcaktır dikkat edin ‘‘ dedi ve gidip tezgahtan kendi kupasını da getirdi.
‘‘ Siz uyurken birkaç telefon görüşmesi yaptım, akşama doğru ancak gelebilecekler fakat sizi temin ederim istediğiniz gibi süslemeler gidecek. Yine de görevinizi yapmak adına ceza kesmeniz gerekiyor ise buna itiraz edecek değilim. Sadece siz uyurken olan biteni anlattım hanımefendi ‘‘
‘‘ Bana şerif demelisin ‘‘
Kadın adam hakkında pek çok şey biliyor olmasına rağmen bunu çaktırmak istemiyordu.
‘‘ Aksanınız farklı, Avrupa nın neresindensiniz? ‘‘
Asım ‘‘ Türkiye. Büyük bir ülke ama topraklarının bir kısmı Avrupa da. Aslında daha çok Asya diyebiliriz. Size hangisi uyarsa ‘‘
Cümleyi neden böyle bitirdiğini bilemedi. Sevimli olmaya çabalamıyordu ama bir yandan dili öğrenirken bir yandan da bazı şeyleri kalıp olarak alıyor olmalıydı. Aklından geçmeden neredeyse dilinden çıktı bu sözler.
‘‘ Bana fark etmez, kaçak olmadığın sürece ‘‘ Stacey adamın kaçak olmadığını bal gibi biliyordu. Ama sohbeti bir kurgu ile devam ettirmeyi seçmişti başından beri. Kahvesinden bir yudum daha aldı, tadı bok gibiydi.
‘‘ Değilim, burada bir şirketim var, yakında vatandaşlığım da olacak. Şu an sadece vizem var. ‘‘ Dedi. Kahvesi ikinci yudumunda bitmişti, tadı bir harikaydı.
‘‘ Eskiden burada kız kardeşim yaşardı. Artık taşındılar. Demek bir yabancı imiş yeni sahibi ‘‘
Asım bilmiyormuş gibi ‘‘ Öyle mi, önceki sahipleri ile tanışmadım, satın alma sürecini emlakçım yürüttü. Mickey, harika birisidir. O da buralı.’’
‘‘ Jason yani eniştem olacak cani iki yeğenimi öldürdü bu evde, hem de çok kısa sürede, biz de Virginia Eyaleti olarak onun icabına baktık ‘‘ Gerçekten de infial yaratan suçtan dolayı bölge savcısı davayı sıkı tutmuş ve kısa bir sürede işi bitirmişti.
Asım şaşırmış gibi ‘‘ ben bunu duymamıştım, olacak iş değil. Mickey o kadar da harika değil artık. ‘‘
Stacey sinirlendi, ‘‘ Hadi yapma ama, burayı fiyatını yarıya kadar düştüler de ancak satıldı, sen bu bölgede 150 000 dolara böyle bir ev alabileceğini mi sanıyorsun. Bundan zeki olmalıydın. ‘‘
Asım uzatmak istemiyordu. ‘‘ Ben buranın yabancısıyım, yatırım yaptım ama ofisim Dc de, ve ben şehir hayatı yaşamak istemediğim için burada ev aldım. Yarım saat civarında bir sürede ofisimde olabiliyorum, hem de etrafımda göller var ve sakin bir yer. ‘‘ Doğru dürüst normal taklidi yapamadığını fark etti. ‘‘ Çok üzgünüm, yani kaybınız için. Affedin daha erken bunu demeliydim ‘‘
Stacey ayakkabılarını ayağına geçirirken ‘‘ önemli değil ‘‘ diye mırıldandı. Başındaki ağrı anlaşılan gitgide daha da çirkinleşecekti.
Asım gitmeye hazırlanan kadına bakıp ‘‘ daha kahvenizi bitirmediniz ‘‘ dedi. İçinden defolup gitmesini istiyor olsa da.
‘‘ İşim var ve gitmem lazım, ha bu arada lambalar akşama gitmiş olsun ‘‘
Asım kadının peşinden gelip ‘‘ size eşlik edeyim ‘‘ dedi.
Stacey kapıya vardığında açmadan önce bir dönüp ardına baktı. Salona, köşedeki mutfağa. Bir zamanlar bu evden çıkarken 3 küçük canavar onu öper sarılır, en az bir tanesi gitmesin diye bacağına yapışır ve zar zor da olsa öyle uğurlardı. Şimdi yabancı bir ülkeden gelmiş yabancı adamın biri peşi sıra yürüyordu.
Şerif hızlı adımlarla aracına yürüdü ve şoför mahalline geçti, camları açtığında ‘‘ hey baksana, şunları benim için at olur mu ‘‘ diyerek adamın eline içki şişelerini tutuşturdu. Asım ‘‘ tabii ki ‘‘ diyerek 2 şişeyi aldı ve şerif hızla tozu dumana katarak yola çıktı.
Asım eve doğru yürürken kafası tamamen boştu. Çimlerin uzunluğu, lambaların toplanması gibi bok püsür işlerle ilgilenecek birilerini gerçekten de aramıştı. Elindeki şişeleri çöpe bırakırken birden irkildi.
Elini mutfaktaki çöp tenekesine daldırıp şişeleri tekrar çıkardı. Bir tanesinin dibinde bir not vardı. Şişeyi tenekenin içinde yere vurdu ve şişe patladı, içindeki notu aldı.
Görevin devam ediyor olmasının sevinci,
Görevin devam ediyor olmasının üzüntüsü,
Görevin devam ediyor olmasının kaygısı…
Bunun gibi pek çok his geldi geçti.
Baumanskaya Ulitsa
Anatoli Dolganow
***
Sovyet pasaport görevlisi daha önce Amerika ya ve Dubai ye de gitmiş olan bu Türk iş adamının şimdi neden Rusya ya geldiğini sorguladığında, genç adam bir kartvizit uzattı. Kâğıt seçimi son derece lüks, fantezi bir kartvizitti. Yazılar klişeli olduğundan kabartı daha bir havalı olmasına sebep oluyordu.
Dp Pen Company Chairman, ‘‘ Sandalye Adam ‘‘ dedi polis düz mantık kelime çevirisi yaparak.
Asım açıklamaya çalıştı ama polis anlamadığı halde lafı uzatıp araya Rusça kelimeler ekleyip bir şeyler söylüyordu, Asım anlatamayacağını anlayınca yardıma Benjamin Franklin’i çağırması gerektiğini anladı. Amerikan damgası olan pasaportlar bu ülkede hoş karşılanmıyordu, hele de ilk sefer olacak ise girişi.
Nihayetinde birkaç Benjamin Franklin ve sakin bir gülümsemenin ardından ülkeye giriş yapmayı başarabildi. Programında markasının potansiyel ihracatçısı olabilecek birkaç firma ile görüşmek, standart bir iş adamı olarak Moskova’yı gezmek, birkaç gün içerisinde gerekli araştırmayı yapıp hedefini tespit ederek cinayet işleyip akşam yemeğinden sonra da ülkeyi terk etmek vardı.
Kutsal görev.
Sovyetler dünya tarihini olumsuz yönde etkileyen birilerinin geçmişte çıktığı, gelecekte de çıkabileceği güçlü, karmaşık ve agresif bir ülkeydi. İlahi görevin burayı parmakla göstermesi doğaldı. Doğal olmayan ise bu mevsimdeki soğuk havaydı. Asım kiraladığı araç ile adrese gidip önce keşif yapacak, sonra oraya çok da yakın olmayan bir yerde konaklayacak ve sonrasında da gelecek olan detay bilgiler ile işi bitirecekti. İlk yaptığı şey ise keşfi erteleyip bir an önce kalacağı hotele geçmek oldu.
Alfabeye çok yabancı olduğu için nerede kaldığını sorsalar anlatamazdı bile, şükür ki resepsiyondakiler uluslararası misafirleri ağırlamaya alışık kişilerden seçildiği için en azından İngilizce konuşarak derdini anlatabilecekti.
Resepsiyonda simsiyah saçları arkasında topuz yapılmış kahverengine yakın koyu bordo bir renkte döpiyes giymiş olan kadın karşıladı Asım’ı. Pasaportunu inceledikten sonra da ‘‘ Moskova ya hoş geldiniz Asım Bey ‘‘ diye Türkçe olarak selamladı. Biraz bozuk bir aksan vardı ama Asım ancak Türkçe yi duyunca direk olarak kadının yüzüne baktığında Türk asıllı birisi olduğunu anladı.
Şimdi insan taklidi yapma zamanı…
Asım ‘‘ teşekkür ederim, dilimizi duymaya hasret kalmışım açıkçası ’’ dedi nezaketle gülümseyerek.
Kadın belboylardan birisini çağırarak Asım’ ın valizini aldırdı, bekletmek istemezcesine anahtarı verdi ve eşlik etmek üzere yerini arkadaşına bıraktı.
‘‘ Beni takip edin Asım Bey.’’
Kadın özel olarak ilgilenmeye karar vermişti. O da Türkçe yi konuşmaya biraz hevesliydi.
Yol boyunca otelin, odanın özelliklerinden bahsetti, oda servisinin votkasını övdü, kendi kişisel kartını verdi ve sonra da güzel bir bahşiş alınca oldukça kadınsı bir şekilde teşekkür etti Asım’a. Bel boy bundan hiç hoşlanmamıştı. O bahşişin bir kısmını cebe indirip kalanını pekala bahşiş kutusuna atabilirdi. Asım bu tatlı yarenlik ve sohbet için teşekkür ettikten sonra odasının kapısını kapattı. Kartviziti yatağın yanındaki komodine bıraktı ve ayakkabılarını çıkarıp uzandı. Kadının kartına uzandı ismine bakmak için eline tersi geldi ilk seferde ve orda kalemle yazılmış bir not vardı.
Hedefin adresi tam adresi yazılıydı.
Бауманская ул. , 42/7, Москва, 105005
42/7 hariç anlamamıştı ama diğer yazanların Baumanskaya ve Moskova olduğunu tahmin etti.
Ama kadın…
Gulisa Kadenova
O da tasarımcının nüfuz ettiği kişilerden birisi olmalıydı, belki de kafasındaki bazı sorulara cevap olabilecek, farklı bilgilere haiz birisi.
Arel acele ayakkabılarını giydi ve asansörü beklemeden aşağıya indi. Konuştukları dili de bilmediğinden direk olarak resepsiyona koşturdu. Başka birisi vardı ve İngilizce olarak konuşuyordu Asım’a.
Asım kadının kartını gösterdi. ‘‘ Gulisa ‘‘ dedi,
Resepsiyondaki adam bu çalışanın dün itibariyle işten ayrıldığını, bugün kendisini otelde görmüş olamayacağını belirtti. İngilizcesi de baya kötüydü, Asım’ ın söylediklerine ithafen geçiştirme ve aynı cevapları tekrar tekrar vererek konuşuyordu. Asım bir sonuç alamayacağını anladı ve bel boy u aramaya başladı. Sağa sola bakıyordu, adam yoktu. Telaşlı olarak otelin lobisinde koşturuyor ve odasına kadar onu geçiren bu iki kişiden herhangi birisini görme umuduyla otel üniforması olan herkesin yüzünü görmeye çalışıyordu. Bu esnada kulağına kapanan bir kapı sesi geldi. Servis asansörünün yanında Rusça ‘‘ sadece çalışanlar ‘‘ diye yazan bir kapı vardı. Koşturdu ve kapıyı açmaya çalıştı, açılmadı. Kapıyı hızlıca çalarak ‘‘ Gulisa ‘‘ deyip duruyordu ve ‘‘ bel boy ‘‘
Başka bir bel boy yanına geldi, Rusça bir şeyler söyledi ama nafile. Ardından kapı açıldı. Bir mutfak görevlisiydi, ‘‘ ne oluyor burada ‘‘ dedi ama Asım onu ne anladı ne de dinledi, içeriye daldı hızlı adımlarla. Koridorun sonunda başka bir kapıya geldi, açtı ve soyunma odası gibi bir yere varana kadar yolu takip etti. Orda odasına kadar bavulunu taşıyan bel boy yarı çıplak bir şekilde oturmuş dolabından çıkardığı şişeden votka dikliyordu. Soyunma odasının berbat kokusunu umursamadan adama elindeki kartı gösterdi. ‘‘ Gulisa ‘‘
Adam karşısındaki adamın Rusça bilmediğini biliyordu, İngilizcesi de bok gibiydi. Sadece ‘‘ Gulisa , yok Gulisa, gitti ‘‘ diyebildi. Asım yılmış bir şekilde ‘‘ peki tamam tamam ‘‘ dedi.
Sakince odasına doğru giderken, çıkardığı şamatanın sebebini anlamak istercesine boş gözlerle bakanlara pardon deyip elini kaldırarak adımlarını hızlandırdı. Tasarımcının çalışma tarzını, insanlarla iletişim şeklini, etkileşime girme oranını düşünüyordu. Ayrıca tasarımcı kendisi gibi pek çokları olduğunu da söylemişti, demek ki bu görevin pek çok neferi var diye düşündü.
Odasına geçti tekrar, aynı şekilde ayakkabılarını çıkardı. Fakat bu sefer kıyafetlerini de çıkardı zira bu koşuşturmadan terlemişti. Yatağa uzandı, üstünü ince pike ile örttü.
‘‘ Yarın çok şey olacak… ‘‘
***
Bölge şerifi Stacey ofisinde oturmuş ve düşüncelere dalmış, tavandaki noktacıklarda insan yüzü sureti, kuzu, bulut gibi şekil şablonları arıyordu gözleriyle. Sabahtan beri kahve içip duruyor, içine de masasının çekmecesindeki şişeden içki karıştırıp duruyordu. Asım’ ı düşünüyordu. Bu tuhaf yabancıyı araştırmış, geçmişinde bir pislik bulamamıştı. Adını sanını pek duymadığı bir ülkeden gelip burada yatırım yapan ve bir şirket kurup sektöre giren bu adam kısa sürede yatırımını nakde dönüştürüp bilakis oldukça güzel kâra geçmişti. Büyüme trendinde olan bir şirketin paralı bir sahibine göre standart dışı bir evde oturuyordu. İçini de son derece basit, zevksiz eşyalarla döşemişti.
‘‘ Belki de evde pek zaman geçirmiyordur ‘‘ diye düşündü. Yine incelediği kayıtlarda gördüğü üzere adam gün içinde iş gezisi için ülkeyi terk etmişti. Dönüş bileti kayıtlarda görünmüyordu. Bu bir iş adamına göre enteresan bir tercihti çünkü meşgul insanlar programlı hareket ederler ve gidişlerini programladıkları gibi dönüşlerini de programlarlar diye düşünmüştü. Ama Asım bunu yapmamıştı. Bir alt çekmeceden devamlı surette masasında görmeyi artık kaldıramadığı bir fotoğrafın bulunduğu çerçeveyi çıkardı. Jason, Andy, Gabriel, Lizzy hepsi mutlu bir şekilde kameraya poz vermiş deklanşör beraber gülümsedikleri belki de bu son anın saklamasını sağlamıştı.
Şimdi yalnız bir şekilde ağlıyordu Stacey, beraber güldükleri bu resme bakarken. Aslında bu ailedeki herkes ölmüştü, bazıları ruhen, bazıları ise hem bedenen hem ruhen.
Stacey bilinmez bir şekilde yine o eve çekiliyordu. Yılbaşı ışıklarını bahane etmek, kaldırılmadılar ise ceza yazıp kapının altından atmak üzere kalktı ve arabasına atladı. Ofisi ile kız kardeşinin eski evi arasında mesafe fazla değildi. O yüzden çat kapı sıklıkla giderdi, şimdi de bunu yapıyordu işte. Her seferinde farklı bahaneler ile, ama aynı sebepten.
Cinayet.
Haksız çıkacağı herhangi bir şeyin olmasından korkuyordu. Arabasına o notu kimin neden bıraktığını bilmek istiyordu. Evi gözetlerken kulaklarını bir köpek gibi açar, etrafta olabilecek en ufak bir çıtırtının peşine düşüp kendisi gibi o evi gözleyen birisi olup olmadığını kontrol ederdi. Kim neden Jason’ ın masum olduğunu iddia etti. Böyle bir iddia sadece küçük bir not iletip sonra da bununla alakalı başka hiçbir şey yapmayarak olur mu? Ya gerçekten masumsa?
Çıldırmak ile sakin kalmak arasında genelde sadece 1 şişelik mesafe kalıyordu ve her boşalan şişenin yerine yenisini koyarak Stacey bu mesafeyi bozmamaya çalışıyordu. İçindeki düşünceler etine yapışan ve yıkamakla çıkmayan lekeler gibiydi ve alkole boğup onları yok olup gitsinler istiyordu Stacey. En azından olur olmaz gözünün önünde canlanan görüntüler. İdam edilirken izlemişti eniştesini, peki ya bu adam üst üste 2 çocuğunun öldürülmesi ile aklını yitirdiyse gerçekten. Eğer deli taklidi yapıyor idiyse, neden bunu son ana kadar devam ettirdi. Daha elektrik verilmeye başlamadan bile sandalyede otururken ağzından akan salyaları tutamıyordu.
‘’ İnsanların ölüme gönderecek hiçbir karar insanların eline verilmemeli ’’ demişti avukatı mahkemede. Hiçbir şahidin olmadığı, hiçbir organik delilin katil olarak Jason ı işaret etmediği bir davanın sonunda adam kendi bebeğini ve sonra da kendi oğlunu öldürmekten hüküm giymiş ve kalemi kırılmıştı. Bu karar doğru olsa bile bu kararı verenler o anda, ya da sonrasında şüpheye düşebilirler. Bu şüphe de ömür boyu içlerini kemirebilir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir yargı sürecini kendi içlerinde başlatabilir.
İçindeki ses anlatıp duruyordu. Stacey bu çok bilmiş sesi bacaklarının arasında sıkıştırarak tuttuğu şişeden aldığı kocaman bir yudum burbona boğdu ve evin yakınında bir köşeye aracını ani bir frenle durdurup park etti. Sağlam bir yudum daha çekip kapağını kapattı şişenin ve torpidoya salladı. Torpido kapağını kapatmaya gerek bile görmeden dışarı çıktı.
Ev son gördüğünden daha iyi durumdaydı. Çimleri biçilmiş, gereksiz sarmaşıkları toparlanmış ve çitleri tamir edilip boyanmıştı. Geçen yılbaşından kalan süsler toparlanmış problemler halledilmişti. Stacey etkilendi, para olunca kısa sürede ıvır zıvır işler hemencecik hallolabiliyordu. Kendisi bu kadar işi tüm bir hafta sonunda bile bitiremeyeceğini düşünerek eve doğru ilerlemeye devam etti.
Ne yapacağını biliyordu, bundan emindi ama bunu neden yaptığını tam olarak bilmiyordu esasında.
Sadece yaptı, kapıya geldi ve açmak üzere davrandı. Kapı kilitliydi. Yedek anahtarları henüz anahtarlığından çıkarmamıştı bile. Kilidi açacaklarından çok emin değildi aslında ama yine de denedi.
Kapı açıldı.
Adam kilidi değiştirmeye zahmet bile etmemişti. ‘’ Bu Avrupalılar da bir tuhaf gerçekten ‘’ diye geçirdi içinden.
Stacey evin içine usulca süzüldü bir hayalet gibi. Hiçbir şeyin yerini değiştirmeyip neye bakacak ise ne yapacak ise yapıp bir an önce çıkacaktı. Asım’ ın boktan kahvesi kokuyordu ev. Mutfağında bir şeyler pişirilmeyen, buzdolabında pek bir yemek olmayan, içecek alkol olmayan bir salon ve mutfak tetkikinden sonra yatak odası aramaya koyuldu. Üst kattaki tüm odalar boştu, sadece yerler halıfleks kaplıydı ve o kadar. Başka hiçbir eşya yoktu.
Evde yatak odası yoktu.
‘‘ Bu herif nerede yiyip nerede içiyor, nerede sevişiyor ki ? Yeni taşındığı için olmalı, işleri çok olan meşgul bir adam bu. Tv izleme meraklısı, başka bir özelliği yok. Bok gibi de kahve içiyor, ağzının tadı yok. Zaten olsa burbon içerdi ‘‘
Kendi kendine söylenip banyoyu, mutfak tezgahını rafları kontrol edip en sonunda da çöplere yöneldi. Kırık cam şişenin parçalarından birisi parmağını ufaktan sıyırttı. Küfürü basıp parmağından kanı emerken bir not parçası buldu.
Küçük bir kâğıtta bir not.
Beyninde şimşek çaktı o anda. Yazıyı incelemeye koyuldu.
‘‘ Jason Masum ‘‘
Bu notla aynı olup olmadığına baktı yazım tarzının. Cüzdanından arabasına bırakılan nota baktı. Harflerin yazılış biçimlerinin hiçbir şekilde alakası yoktu. Beynine sıçrayan kan sakince kendini akışına bıraktı. Notun üzerindeki yazıyı okudu, ‘‘ Rus bir şeyler bir şeyler. ‘‘
Herhalde yapacağı iş ziyareti ile alakalı bir not olmalıydı.
Yine de zihninde bir şekilde notu kim bıraktı sorusuna ilk defa acaba şu kişi mi gibi bir ihtimal doğmuş ve elenmişti. Şimdi ne olursa olsun bu notu her düşündüğünde aklına gelecekti.
Asım…
Stacey evde bir şey bulamadı, ne bulacağını bile bilmeden aramıştı zaten. Sadece, bakmasa rahat etmeyecekti. Rahatsız hissettiği pek çok şey varken bir de bunu bagaja eklemek istememişti.
Ama Asım, bu herifte yine de doğru olmayan bir şeyler var.
***
Asım gece olmasını beklemiş ve gün içinde eve nasıl gireceğinin türlü varyasyonlarını düşünmüştü. Evin arka tarafından pencereye tırmanabilir, açıksa açıp girebilir değilse camı kırarak girebilirdi. Tabi bu evdekilerin uyanması ile sonuçlanabilirdi. Ön kapıyı açmaya kalksa görülme ihtimali çok yüksekti. Gece sokaklarda ayyaşlar şarkılar söyleyerek geziyordu. Kanıt bırakmaması önemliydi. Bu konuda çok kafa yorup aptalca yakalanmamak için her düşünceyi her ihtimali ince eleyip sık dokuyordu.
Ev fakir bir aileye aitti. Apartman da hatta fakir ailelerin oturduğu bir apartmandı. Çocuk ailenin en küçüğüydü, dışarda arkadaşları ile oyun oynarken tespit etmişti kimliğini.
Yine kolay olmuştu.
Buraya kadar…
Güneş batmaya başladığında da annesi Anatoli‘yi balkondan bağırarak eve çağırmış, küçüğün oyunu yarım kalmıştı. Annesi sarı saçlı beyaz tenli güzel bir kadındı. Kısa bir süre görse de bunu tespit edebilmişti. Gün içinde eve girip çıkan bir erkek olup olmadığından emin değildi, apartmana birkaç kişi girmiş ve çıkmıştı. Çocuğun babası ile alakalı bir fikri yoktu. Belki de adam evde içip duran ayyaşın tekiydi.
Çok zeki bir adam değildi, her şeyi düşünse de sorunsuz bir şekilde eve girmenin bir yolunu bulamamıştı. Böyle durumlarda her şeyi oluruna bırakmak en iyisiydi. O kapının açılmasının en ama en kolay yolu, kapının içeriden birisi tarafından açılmasıydı.
Karar verdi, apartmana girdi. Çok farkında olmasa da yürürken ayaklarının topukları yere basmayacak şekilde ilerliyordu. Heyecanı nefes alışverişini hızlandırmış, daha önce de yapmış olduğu bu korkunç eylemi şimdi tekrar yapacak olduğunu bilmek midesini zıplatmıştı.
İyi hissetmiyordu Asım, ama yine de buna hakkı yoktu.
Yılanın başını küçükken ezecekti, kurtaracağı bir sürü insanı hayal etti merdivenlerden çıkarken. Tüm o masum aileleri, çocukları, evcil hayvanlarına kadar hatta düşündü onları.
‘‘ Ben yapmazsam, ölecekler ‘‘ dedi içinden.
Kapıyı çaldı…
Kapının gözetleme deliğinde önce bir karaltı gözüktü, sonra da kapı açıldı. Kadın bu düzgün giyimli yabancıya gülümsedi ve kendi dilinde ‘‘ benim için mi geldin ‘‘ dedi.
Asım gülümsemeye aynı yumuşaklıkta karşılık verdi ve hiçbir şey demedi. Ne sorulduğunu anlamamıştı bile. Kadın içeri buyur etti. Kalp atışları iyice hızlanmıştı, çaktırmadan içeriye doğru süzüldü. Salon dökük boyaları olan, hırpani eşyaları olan fakir bir evin salonuydu, salonun içine açıldığı bir tek oda vardı o da kapalıydı. Küçük Anatoli ise salonun köşesinde yerde bir döşek üzerinde uykuya dalmıştı. Tüm gün hoplaya zıplaya yorulmanın sonucu olarak.
Annesi odayı işaret etti. Asım tam olarak anlamadığı için öylece kaldı. Bunun üzerine kadın başı çekti ve odanın kapısını açıp içeriye girdi. İçeride sadece bir tane yatak vardı. Yatağın rengi pek de kimsenin yatmak istemeyeceği bir renkteydi.
Asım kadının fahişe olduğunu ancak o zaman fark etti. Elini cebine attı ve biraz para çıkardı. Kadının gözleri parlamıştı. Genelde birkaç dolar için bu işi yapan kadın adamın elinde birkaç yüz dolar olduğunu gördüğünde sevindi.
Birkaç ay hayat o kadar da zor olmayacaktı.
Yatağa uzandı ve Asım’ ı çağırdı işaret parmağıyla. Asım biraz utangaç, biraz da üzgün bir şekilde içeriye doğru yürüdü. Yatağa oturdu ve öylece beklemeye başladı. Kadın o dolarlardan çok alabilmesi için ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Adamın ceketini geriye doğru sıyırdı ve boynundan öpmeye başladı.
Daha önce hiç oradan öpülmemişti.
Bir sıcaklık içine doldu adamın ve bu sıcaklık çok ama çok kötü hissettirdi. Az sonra yapacağı şeyi düşününce midesi bulandı hatta. Kadına arkasını döndü aniden ve bir eliyle ağzını kapatıp diğeriyle de boğazına sarıldı. Baş parmağı ile şah damarını tıkamak için elinden geldiğince bastırıyordu. Bu ani kan ve oksijen akışının kesilmesine kadın çok dayanamadı. Gözleri bir miktar beyazı görülecek kadar açık kalacak şekilde bayıldı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Asım fazla zamanı olmadığını biliyordu, salona geçti. Annesine yaptığı şeyin aynısını çocuğa da yapmaya başladı. Çocuğun güçsüz cılız bedeni çok kısa süre içerisinde sarsıldı ve durdu, Asım sıkmaya devam etti.
Sıktı…
Sıktı…
Birkaç dakika sonra artık bırakabileceğini biliyordu. Ama bırakamadı. Çocuğun cılız bedeninden başına gelenlerin intikamını almak istercesine sıkmaya devam etti.
‘‘ Neden ben… ‘‘
Gözleri dolmuştu, yaptığından hiç memnun değildi.
Hiç…
Çocuğun cansız bedenini yatağına geri yerleştirdi, üstünü örttü. Yanındaki nakit paranın tamamını kadının yatağının üstüne bıraktı. Bunu neden yaptığını tam olarak bilemiyordu ama o kadar normal bir şekilde bir sonraki yapılacak iş kesinlikle o olmalıymış gibi o kadar otomatik bir şekilde yaptı ki, geri dönüp bakıp düşünmedi bile. Oteldeki çantasında daha çok para vardı nihayetinde.
Evi aynı hızla terk etti, dokunduğu yerleri gömleğinin kolçağı ile sildi. ‘’İlahi Görev’’ den mesaj beklediği tüm o günlerde ve gecelerde izlediği o programlardan çok şey öğrenmişti. Hem İngilizceye dair, hem de polislerin suçluları nasıl enselediğine dair.
Kadını gözleriyle süzdü evden ayrılmadan önce. Belki de oğlunun büyüyüp neler yaptığını görmeden ölecekti. Nasıl bir iblis doğurduğunu bilmeden, ama şimdi birkaç saat sonra ayılacak ve karnını doyurup büyütmek uğruna kadınlığını sattığı çocuğunun cansız bedeni ile karşılaşacaktı Asım’ın yüzünden.
Kusmak istedi ama bu da bir kanıt olabilirdi. Rusların Amerikalılardan farklı teknikleri, teknolojileri olabilir diye düşündü ve yakalanma korkusu gecenin gündüzü örttüğü gibi diğer bütün düşünceleri örttü.Bunları düşünmek istemiyordu, hala ziyaret etmesi gereken bazı iş yerleri, gezmesi gereken bazı yerler ve tadılacak lezzetler vardı. Programında bunları bir an önce yapıp, yapılacaklar listesinde yanlarını tarih, tarih işaretleyip sonra da eve dönmesi gerekiyordu. Her şeyin normal görünmesi adına.
Köşeyi döndüğünde olay mahallinden yeterince uzaklaştığına kani olmuş ve boş midesinden safra kusmuştu yine, bu da normali olmuştu artık…
***
Tasarımcı üç duvarı kitap rafları ile dolu bir odada oturmuş pencereden dışarıya bakıyordu. Kitapların tamamı tarih ile alakalıydı. Ülkeler tarihi, savaşlar, fatihler, komutanlar, hainler, kavimler, devrimler, sanat tarihi, tarihe dair her şey ama her şey…
Tamamını okumuş kadar yaşlı olan bu adam şimdi pencereden güneşli bir gökyüzünü izliyor, sıcak içeceğinden sık sık ama küçük küçük yudumlar alıyordu. Çiçeklerle dolu bir bahçeye açılıyordu odanın pencereleri. Dışarıda çalışan bahçıvan işini iyi yapıyor olmalıydı.
Adam bulutların arasında bir şey görmüşçesine gözlerini kıstı, daha dikkatli bakmak için kafasını biraz daha pencereye doğru yöneltti. Sonra da masasına geçip küçük bir not kâğıdına bir şeyler karaladı.
İçeceğinin kalanını da yudumlayıp masasında bulunan zili aldı eline ve salladı. Çok geçmeden içeriye uşak kılıklı birisi girdi. Aynı tasarımcı gibi yaşlı, belki ondan birkaç yıl genç asil görünüşlü bir adamdı. Ak saçları kulaklarının arkasına gelecek kadar uzamış ama düzenli taranmış pürüzsüz sakalsız yüzü ile düzgün bir görüntüsü vardı.
‘‘ Yeni not ‘‘ dedi tasarımcı.
Uşak notu nadide bir eser gibi tutarak aldı, üzerinde yazanları okuyamayacağı şeklinde katlanmıştı.
Notu alıp tasarımcıya ardını dönmeyecek şekilde geri geri adımlar atarak odayı terk etti.
Tasarımcı ise o esnada piposunun ucunu yakıp dumanlamaya geçmişti. Uşak notu alıp bir aracın içinde hazır bekleyen şoföre verdi ve tekrar eve döndü.
Daha sonrasında not şoförle şehir merkezine geldi, şoför bir paket sigara karşılığında ödediği para ile birlikte notu da kasadaki elemana verdi. Eleman marketin olduğu binanın üst katına çıkıp ıslık çalmaya başladı. Bembeyaz bir güvercin kondu önüne. O gelene kadar notu dürüp içinden ip geçirmişti bile eleman. Notu güvercinin ayağına bağladı ve yukarıya fırlattı, güvercin uzun bir yolculuğun ardından bir havalimanına geldi. Burada kargo gümrük kısmında çalışan ve yanaşan uçaklara işaretler yapan bir adama geldi. Adam notu aldı ve uçağın içine erzak yüklemesi yapan başka bir elemana verdi. Eleman uçağın içine meyve sularını, içkileri, sandviçleri yükledi ve notu kokpitte yerini almaya hazırlanan pilota verdi. Pilot ise birkaç saat uçtuktan sonra Amerika ‘ ya iniş yaptı güzelce ve dönüş uçağını beklemek üzere bir otele yerleşti. Bavullarını taşıyan bel boya verdi notu bahşişle birlikte. Bel boy mesaisini bitirdi ve eve doğru giderken notu bir dolarlık banknot ile birlikte bir dilenciye verdi. Dilenci köpeğinin tasmasına iliştirdi notu ve bunu yapar yapmaz köpek koşar adım uzaklaştı. Birkaç saatlik koşmanın ardından bir kapıya geldi. Kapının önündeki paspasta oturup birkaç saniyede bir havlamaya başladı. Çok değil, ama az da değil. Sadece havlıyordu.
Ben buradayım baksana…
***
Stacey barda oturmuş içkisine bakıyordu. Çalan müzik biraz olsun aklını dağıtırken içtiği bira da midesini dağıtmakla meşguldü. Üçüncü büyük bardağındaydı ve buranın birası gerçekten çok ucuz ve çok berbattı. Oturduğu taburede de rahat değildi. Koca telsizi kıç cebine koymuş sanki saklamıştı. Sivil de giyinse, telsizi elinde ya da yakasında da olmasa buradaki herkes onun şerif olduğunu biliyordu. Orda oturduğunu gören, varlığından haberdar olan herkes buna göre hareket ediyordu. Genelde buraları mesken tutan torbacılar çoktan tabanları yağlamıştı ama Stacey mesai dışındaydı ve şu an şeriflik yapmak hariç her şey geçiyordu aklından.
Birayı dipledi ve barmene bir tane daha işareti yapıp kalktı. Artık tuvalete gitme zamanı çoktan gelmiş de geçiyordu. Bilardo masalarının arasından ilerlerken masanın çuhasını okşadı. Bununla ilgili de bazı anıları vardı. Aslında bu barla alakalı kardeşi ile pek çok anıları vardı. Barın kadınlar tuvaleti bile leş gibi iğrençti. En son temizliğin fayansların döşendiği gün yapıldığını söylerdi ve gülüşürlerdi her zaman kız kardeşi ile buraya gelip içtiklerinde. Bu sefer buranın pisliği bu gece o kadar da çok komik gelmemişti.
Kabinlerden birine girdi ve işini görmeye koyuldu. O esnada şerifin içerde işemekle meşgul olduğundan habersiz barın yeni sakinleri birileriyle didişmeye ve ağız dalaşına girmeye başlamışlardı bile. Stacey olanları duyuyor fakat acele etmiyordu. Pantolonunu çekti, sifonu çekti ama çalışmadı. Okkalı bir küfür basarak aynanın karşısına geçti. Kadının gözleri çökük, teni renksiz ve yüzü makyajsızdı. Son derece bakımsız ve berbat görünüyordu. Musluğu açtı, bir miktar su çalmak istedi yüzüne fakat kahverengi iğrenç bir su akınca ondan da vazgeçti. Ellerini pantolonuna sildi ve dışarı çıktı.
Ağız dalaşları itiş kakışlara, etraflarındakilerin de söylemleri ‘’yapmayın, etmeyin’’ telkinlerine dönmüştü. Stacey bilardo masalarının arasından geçerken bir ıstaka aldı. Ortasından vidasını çevire çevire didişenlere doğru yürümeye başladı. Kendisine en yakın olanın dizinin hemen arkasına tüm gücüyle vurdu. Adam feryat ederek diz üstü düştü ve ikinci darbeyi kafasına alıp yere yığıldı. Bunu gören arkadaşı bira şişesini kadının kafasına vurduğunda işin şirazesi tamamen kaydı.
Stacey kafaya şişeyi yiyince düşmedi. Sarsılmadı ya da bayılmadı, bilakis ayıldı. Saçlarının arasından gözüne doğru bir kan damlası süzülmeye başladı ve donuk gözlerle bunu yapana baktı. Tekin bir bakış değildi. Adamın üstüne bir panter gibi atladı ve elindeki ıstakayı boğazına doğru bastırıp burnuna kafa attı. Sonra bir tane daha.
“ Şerif çıldırdı. “
Arbedeye karışan herkes birbirini yumruklamaya başladı. Barda bir anda kavga yaylım ateşi gibi yayıldı ve karışmayan nadir ayyaş kavganın keyfini çıkartıp genelde Şerif hakkında tezahüratta bulunuyordu.
Gecenin sonunda nezarethaneye 4 hastaneye ise 16 kişi kaldırıldı. Stacey ise ikisinin de yolunu tutmadı. Yardımcılara sorumluluğu yıkıp evde aldı soluğu. Kafasına dikiş atılması gerektiğini ancak ertesi gün anlayacaktı.
Uzandı yatağına ve gözlerini tavana dikti. Jason ın yüzü gözünün önüne gelip duruyordu. Ağzının suyunu tutmaktan aciz o halleri. Bu görüntüyü kovmak için gözlerini kısıp kafasını iki yana salladı. İşe yaramadı. Yatağın kenarındaki yarım şişeyi dikledi. Bu sefer işe yaradı ama yarın sabah bundan o kadar da mutlu olmayacaktı.
***
Asım havalimanına iner inmez otoparktaki aracına atladı ve evin yolunu tuttu. Bir şekilde orayı evi gibi benimsemişti artık. Aracını park edip eve doğru yürürken bahçenin çiftlerin ve evin dış cephesinin durumundan memnun kaldı. Bıraktığından çok daha düzgün ve göze hoş geliyordu. İşçiler evin içine adım atmamakla yükümlüydü ve isteseler de zaten kilitliydi. Ama buna rağmen kilidi açıp içeri girdiğinde kapının üstüne koyduğu kürdan benzeyen küçük ahşap parçasının yerde olduğunu gördü.
Birisi eve girmişti.
Stacey.
Evde bulacağı bir şey olmadığını bildiği için içi rahattı ama yine de yaşadığı bölgenin şerifi kanun kuvveti ondan şüpheleniyordu ve bu hoşuna gitmemişti. Bu konu ile daha sonra ilgilenmek daha doğru olur diye düşündü çünkü oldukça yorgundu.
Şimdi birkaç saat uyumalı ve henüz farkında olmasa da kâbuslar görüp sonra da köpek havlaması sesleri ile uyanmalıydı.
***
Havlama sesleri artık rüyasına kadar girmişti. Uyur uyanık kapıya doğru ilerledi. Paspasın üstünde sevimsiz çirkin pis bir köpek vardı. Resmen ıslak paspas gibi kokuyordu hayvan. Tasmasında gördüğü not olmasa ona asla dokunmak bile istemezdi. Ama notu gördükten sonra onun da kendisi ile aynı kaderi paylaşan bir zavallı olduğunu düşündü. Hayvanı kucakladı ve içeri aldı.
Notu tasmanın kenarından aldı ve kanepeye oturdu. Köpek de hemen ayaklarının başucuna oturmuş gözlerini yummuştu bile.
Notu açtı ve okuduğu anda gözleri fal taşı gibi açıldı.
Bu sefer emir cinayet değildi. Hatta tam tersiydi.
***
Şerif yardımcısı sabah olunca nezarettekileri salmış şerifle papaz olmanın zararları hakkında sağlam bir vaaz da geçmişti. İşine en bağlı olan yardımcı Mark tı. Şerifi babası kızı gibi severdi ve onları birbirine emanet etmişti ölüm döşeğinde. Eski polis müdürü olan Nathaniel Wright, oğlu Mark ın bir aptal olduğunu aklının bir karış havada olduğunu söylemişti Stacey’ye. Birkaç dakika sonra Stacey içecekleri almaya gittiğinde de Mark a söylemişti bir benzerini.
“ Stacey manyaktır kendini öldürtür ilk fırsatta ona mukayyet ol”
Böylelikle gözü arkada gitmeyecekti. İşin aslı Stacey’nin yaptığı özel bir şey yoktu. Mark gayet aklı başında genç ve etkin bir kanun adamıydı. En az şerif kadar saygı görüyordu bölgede. Ama Stacey gerçekten de babasının dediği gibi manyaktı. Bu kadar adamla bar kavgasına tutuşmak ve sonra da hastaneye gitmek yerine içmeye devam etmek…
Mark “ yine o günlerden biri” dedi içinden tüm nezaret boşaldığında. Stacey telsizle cevap vermiyordu ama artık bu onun sabahın belli saatlerine kadar olan bir periyod için gayet rutiniydi.
Nezarette çıkanların konuşmalarına kulak misafiri olan Asım şerifin ofisine telaşlıymış gibi girdi. Stacey’i göremeyince telaşı gerçeğe döndü. Ama yardımcının söyledikleri bir nebze de olsa rahatlatacaktı çünkü Şerif in sağlığı yerindeydi sadece bir işi vardı halledip gelecekti. Yardımcının dediğine göre.
“ Peki siz neden buradasınız? ” Diye sordu Şerif yardımcısı.
Asım gülümseyerek “ bana ceza yazmayı düşünüyordu da acaba yazdı mı yazmadı mı diye merak ettim. Bir süredir ülkede değildim ve bir gecikme faizi olup olmadığını bilmiyorum. Ödeme yapmam gerekiyor ise diye geldim. ”
“ Bilmiyorum dostum koçanı yanındadır siz isminizi bırakın ve ben size telefon edeceğim bilgi vermek için. Ceza sebebi konu neydi? ”
Asım dp marka kalemi ile bir not kâğıdına numarasını yazdı. “ evin etrafındaki yılbaşı süsleri. Sanırım görüntü kirliliği yapıyormuş ”diyip notu iletti.
Mark gülümsedi. “ eminim öyledir”
Asım oradan şirkete gitti ve Sovyetler de yaptığını iddia ettiği iş görüşmelerinden bahsetti. O yıllarda Amerika dan Sovyetler’e mal satmak deveye hendek atlatmaktan daha zordu ama şirket gerçekten de birkaç ay sonra başka ülkeler üzerinden ülkeye kalem satıyor olacaktı.
Toplantı ve görüşmelerden sonra Asım ofisinde oturmuş son gelen görevi düşünüyordu.
“ neden? ”
Buradan ne gibi nasıl bir fayda, dünya için nasıl bir hayır ortaya çıkabilir bilmiyordu. Tek bildiği daha önce bunu hiç yapmamış olduğuydu.
Evrakları toparlayıp notlarını sekretere iletti ve şehir merkezinin yolunu tuttu. Birkaç dakika sonra Şerif ile çok alakasız bir yerde karşılaşacaklardı.
***
Stacey uyanmış ve kafasında iğrenç bir ağrıyla hayatının en berbat günlerinden birine başlamıştı. Gözleri kan çukuruna dönmüş saçları birbirine karışmış eve ve yatağa girdiği çamurlu ayakkabılarla ortalığı bok etmişti.
Çarşafları kaldırıp makineye attı. Yüzünü yıkadı ve kahvesini hazırladı. Onu yudumlarken telsizden bugün kendine tatil verdiğini söyledi Mark a. Bir sorun olup olmadığını sorduğunda yardımcı Asım dan bahsetti.
“ Neden gelmiş? ”
Mark konuşmayı aktardı. Masum görünüyordu. Yine de…
“ tamam ben onu görürüm sonra. ”
Kafayı dağıtması gerekiyordu ama tam olarak dünkü gibi değil. Önce dışarı çıkıp bir şeyler atıştıracak sonra biraz batı Virginia ya gidip deniz kenarında kuşları izleyip çok değil biraz zıkkımlanarak eve geçecekti. Eve gelirken de blockbuster dan birkaç film kiralayıp izleyerek geceyi bitirecekti.
Günü tam da istediği gibi geçirdi aslında. Denny’s de egg benedict her zamanki gibi harika kahve her zamanki gibi vasattı. Sahil efil efil kuşlar çok oyuncuydu. Burbon güzelce boğazını yakan sert kalite ve sigara ile birlikte harika bir ikili oluşturan cinstendi. Günü birkaç aksiyon filmi ile bitirdiğinde güzel bir tatil günü geçirmiş olacaktı.
İzleyecek filmleri seçerken dükkana tanıdık bir isim girdi.
Asım…
“ e ne oluyor ki böyle? ”
İster istemez adamı takip etmeye başladı. Böyle bir dükkana ilk kez girdiği belliydi. Kasadaki genç çocukla görüşmüş nasıl film kiralayacağını öğrenmiş sonra da raflar arasında dolaşmaya başlamıştı. Aksiyon filmleri, komedi, romantik filmler. Hiçbir filmi seçmemiş öylece dolanıyordu. İncelemediği bir tek erotik filmlerin olduğu sekmeydi. Dönüp dolaşıp oraya gelince aniden dönüp başka bir yere bakıyordu. Bu ani dönüşlerden birinde onu izleyen Stacey’ i gördü. Şerif de sanki o anda Asım ı görmüş gibi yaptı ve yanına geldi.
“ film gecesi demek ”
Asım pek şaşırmamıştı. Bu karşılaşma bile tasarımcının planlarına uygundu çünkü. Sadece tam olarak anlamıyordur.
“ evet ama filmleri bilmiyorum sanırım birkaç saat daha buradayım” dedi. Stacey nin elindeki filmlere baktı. Genelde korku ve polisiye filmleriydi. “ sanırım siz aradığınızı çoktan bulmuşsunuz. ”
“ mesleki merak diyebiliriz” dedi Stacey.
“ korku filmleri neden peki. Bir yandan suçluları diğer yandan da hayaletleri mi yakalıyorsunuz? “
Asım sempatik olmaya çalışıyordu dili döndüğünce.
“ he yok çocukluğumdan beri izlerim. Ona da kişisel zevk diyelim. ”
Stacey tam olarak neden yaptığını anlamadığı şekilde kemerine takılı Şerif rozetini gösterdi.
“ hey burada soruları ben sorarım”
Sempatik olmaya çalışıyordu.
Asım ellerini havaya kaldırdı ve “ tamam suçluyum” dedi.
Stacey bu dalak ve klişe espriye gülermiş gibi yaptı ve “ hadi sana da film seçelim. Ne tarz filmlerden hoşlanırsın? ” dedi.
Asım hayatında daha önce yarım akıl çocukluğu hariç öyle adam akıllı bir kere bile film izlememişti. TV yi sadece haberleri takip etmek için açan radyo arkası yarınlarını bile takip etmemiş birisiydi.
“ bilmem daha önce hiç izlemedim açıkçası” dedi. Aslında buraya gelme sebebi erotik pornografik filmler almaktı çünkü daha önce yapmadığı tek şey film izlememiş olmaktan ibaret değildi.
“ daha önce film izlemediysen neden video player ın var evde? Hem VHS mi beta mı hangisinden alacaksın”
Asım hiçbir şey anlamıyordu. VHS ya da beta dan kastı neydi İngilizcesi geliştirse de hala pek çok anlamadığı şey olabiliyordu.
“ bilmiyorum bak oradaki çocuğa sordum bana film ister alıp ister kiralayabileceğimi söyledi. Evde TV var ve”
Stacey anlamıştı lafın kalanını. Adam teknolojiden bihaber birisiydi. Herhalde ülkesinde hayatı para kazanmak için çalışmakla geçti. Burada da işlerini büyütmek için çalışıp ancak TV izleyebilecek kadar vakit ayırabiliyor kendine diye düşündü.
“ beni takip et sana yardım edeceğim”
Stacey doğru kasaya yöneldi ve en yeni sistem bir VHS player indirtti raftan çalışana. Sonra da her türden güzel olduğunu bildiği birkaç film seçti Asım için.
“ öde” diye işaret etti kasa fişini göstererek.
“ onu da ben yapacak değilim”
Asım cüzdanını çıkardı en az şerifin 3 maaşı kadar nakit para vardı. Stacey bunu fark etti ama oralı olmadı.
“ bu kutuyu televizyonun neresine koyacağım?” dedi Asım. Konudan gerçekten çok uzaktı.
Stacey gözlerimi devirdi. “ şaka yapıyor olmalısın. Sen bu yaşa kadar nasıl hayatta kaldın genç adam? “ dedi.
Asım şapşal şapşal gülümseyip daha lafa girmeden Stacey “ ben sana yardım edicem hadi gidelim “ dedi.
Asım heyecanlıydı. Kadının bir kez daha eve girmek için bahane ürettiğini düşündü. Ama belki de gerçekten yardım etmek istiyordu. Artık insanları pek okuyamıyordu. İleride şeytani insanlar olacaklar diye öldürdüğü çocuklar...
Melek gibilerdi...
Bu kadın da yabancılara şüpheyle bakmayı mesleğinin bir parçası olarak görmesi gereken biriydi ama pekala dost canlısı da olabilirdi aslında.
Birbirleri peşi sıra yola düştüler.
Asım’ın evine doğru.
Kadın eve girerken yine bir üzüldü. Gözünün önüne gelen imajları boğmak için içkiye ihtiyacı vardı. Bir şey unuttum deyip kuruluma başlamadan önce arabaya geri dönüp torpidodan açılmamış 1 şişe burbon alıp geldi.
“ ben de içecek ikram edecektim” dedi Asım.
“ ama bundan değil öyle değil mi? ‘’ Stacey alkolik olma yolunda koşar adım ilerliyordu.
“ hayır değil. Sezgilerinizi övmeme gerek yok herhalde. Ben alkol kullanmıyorum”
Stacey nin sezgileri ile değil bizzat evine girip eşyalarını karıştırdığı için bunu bildiğine emindi. O an aklına şimşek gibi çaktı.
Not...
Çöpe atmıştı. Birden şimdiye dek notları ne yaptığını düşündü. Yani. Çok alakasız yerlerde kendisi ile asla ilişkilendirilemeyecek şekillerde kurulmuştu onlardan. Ama şimdi.
Şimdiye dek hissettiği kutsal gördüğü görevini ifa ederken kaderin karşısına zorluk çıkarmayacağına dair olan itimadı ilk defa bu kadar inceldi zihninde. Öylesine inceldi ki ardı görünüyordu. Ardında ise bir idam sandalyesi vardı. İdam sandalyesi ve pişmiş beyin kokulu dumanlar.
Kendini toparladı. İnancına sarıldı tekrar. Böyle bir şey olmayacaktı.
Stacey’e boş bir bardak ve kendisine de kahve doldurdu. Kadın “ bakma öyle hadi yardım et. Kutu açmak için herhangi bir teknoloji bilgisine ihtiyacın yok öyle değil mi? “ diye çıkıştı tatlı sert.
Mutfaktan bir bıçak alıp kadının yanına geldi. Beraber kutuyu açtılar ve kadın bağlantıları ayarladı. Sonra da düğmeden TV yi ve videoyu açtı. Kaseti taktı ve tüm adımları Asım’a tek tek öğretti.
İçkisini yudumlayarak içiyordu. Kaba saba görünmeyi çok istemedi. Ona kalsa şişeden dikler ve şimdiye yarıya indirirdi.
“ size nasıl teşekkür etsem az “ dedi Asım.
Kadınla arkadaş olmaya başlıyorlardı resmen. Stacey “ hadi filmi başlat da izleyelim” dedi.
Ayaklarını uzattı ve sonra “ dur dur mısır ın var mı ya da cips “ dedi.
“ Asım sana film izlemeyi öğretiyorum bunun adabını da öğrenmelisin. Bir şeyler izlemenin altın kuralı midende kocaman bir çukur varmış gibi yiyip içerek izlemektir “
Asım “ pek bir şey yok. biraz bisküvi ve poptart. Ben evde pek bir şey yemiyorum. Genelde dışarıda yiyip öyle gelirim. Mutfakta berbatımdır” dedi.
Şerif gözlerini devirdi. “ sen neyde iyisin be adam? “ dedi.
“ cinayette... “ demişti içinden kelimenin dudaklarından dökülmemesi için efor sarf edercesine.
“ Üşenme hadi git markete ve dediklerimi al ben burada seni bekliyorum. ”
Asım aşırı derecede işkillendi. Kendisi ile alakalı bir delil mi toplayacak ya da eve mi bir şey yapacaktı. Emin olması imkansızdı.
“ Bir şişe de şey. Neyse vazgeçtim 6 lı bira al tek başıma içmekten nefret ediyorum” dedi.
Asım kafasında düşünceler ile arabasına doğru yollandığında Stacey içinden “ tek başıma içmekten nefret etmiyorum” dedi.
“ sadece tek başıma olmaktan”
Asım hızlı adımlarla arabanın yolunu tuttu. Hız sınırları dahilinde elinde geldiğince hızlı markete gitti ve 6 lı bud, koca bir torba dolusu cips ve çerez, ıvır zıvır tatlı tuzlu ne varsa aldı. Aynı hızla evin yolunu tuttu. Oysa kaygılanacağı bir şey yoktu zira Şerif evde bıraktığı yerde duruyordu ve herhangi bir yaramazlık yapmamıştı.
Sadece film izlerken ağzı boş dursun istemiyordu çünkü yeterince kelimelerle doldurabileceği kadar samimiyeti yoktu adamla. Olmalı mıydı onu da bilmiyordu. Sadece burada olmanın ona verdiği tuhaf hisler vardı.
Bu evde...
Anne babası boşanıp babası evi terk ettiğinde küçüklerdi. Kardeşinden biraz daha büyüktü ama devamlı başka adamlarla görüşen ve pek evde olmayan annesi yüzünden kardeşi ile ilgilenmek zorunda kalmıştı. O ayrılıktan itibaren evleri bir “ yuva “ olmaktan çıkmıştı.
Sonraki yıllar zor geçmişti. Erkek arkadaşı da onu aldatıp terk ettiğinde aşka dair umutlarını da yitiren Stacey kendisini gece gündüz bayram tatil demeden verebileceği bir iş aramış ve yolu tanıdıklar sayesinde kanun kuvvetleri ile kesişmişti.
Hırsıyla yükselip bölgenin ilk kadın şerifi olmak ancak onun yapabileceği şeydi. Aileye dair yuva olarak hissettiği tek ev yıllar sonra kardeşinin evlenip tam da bu evde kurduğu yuvanın ta kendisiydi. Kendisinden tamamen geçmiş ve ailesinde aradığı hisleri de çocukken kaybetmiş birisi olarak Stacey kardeşinin çok genç yaşta kurduğu bu yuvayı sahiplenmiş ve onları çok sevmişti. Yeğenlerini özellikle.
Sahip olup olabileceği tek çocuklar onlardı.
Şimdi ise hiçbiri yoktu. Ne o yuva ne yeğenleri ne kardeşi.
Sadece bu ev.
Kuşkucu birisi olarak ve hayatında bildiği ilk baba figürünün yani bizzat kendi babasının yaptıklarından sonra her zaman Jason’ın üstünde olmuştu gözü. Ama asla böyle bir kara kaderin kardeşini vuracağını düşünmemişti. İlk bebeklerini kaybettiklerinde bu bir kazaydı. herkes öyle görmüştü ama sonra olanlar.
Düşüncelere ısınmış tadı leş gibi olmuş bir burbon banyosu.
O sırada kapı çalındı.
Asım dışarıdan “ müsait içerisi değil mi? “ diye seslendi.
Stacey “ gel içeri be adam salonun ortasına işemiyorum merak etme ” dedi. Adamın kendi evine girerken dahi olsa yaptığı bu hareket dikkatini çekmişti.
Asım elinde torbalarla girdi. “ ne bileyim çat kapı girmek istemedim “ dedi.
Stacey poşetlerdeki yiyeceklerin çokluğuna bakınca (awesome) “ harika” dedi. Bu İngilizce de aynı Asım der gibi telaffuz edilen bir kelimeydi.
Asım gülümsedi. Filmi başlatıp izlemeye koyuldular. Asım ayakkabılarla eve girmenin ülkesinde nasılda olmayacak bir şey olduğunu ne kadar büyük kabalık olduğunu anlattı. Stacey ise bir kadının ortamdaki en çok yemeği yiyen kişi olmasına izin vermenin kabalığı hakkında bir yalan uydurdu çünkü Asım pek az yiyip içiyordu. Bira yudumlarken de sanki zehir içiriyorlarmış gibi yüzünü ekşitiyordu.
Stacey ayakkabılarını çıkardı.
Asım 2 paket cips yiyip 3 tane bira içti.
Film bitti.
B tipi berbat oyunculuklarla dolu klişeler silsilesi bir filmdi. Asım izlerken defahatle sıkılmış fakat çaktırmamıştı. Stacey ise izlerken birkaç kez korkmuş o da bunu belli etmemişti. Evde yalnız kaldığında da türlü şeylerden korktuğu oluyordu. Karanlıktan olmasa da karanlığa baktığında gözünün önünde oynaşmaya başlayan hayali ışıklardan korkuyordu. Gözlerini kapasa bile bu gözlerinin sebep olduğu basit bir yanılsamaydı aslında ve bunu da biliyordu ama yine de. Baktığı her yerde aynı şeyi görmek.
Bir de sessizliği bozan ani sesler. Normalde gün içinde varlığından bile haberdar olmayacağınız tarzda seslerdi bunlar ama gece sessizliğe kulak kabarttığınızda oldukça problem olabilen seslerdi. Su borularında beklemiş bir suyun yoluna girerek hareket etmesi ile çıkan ses, bir çıtırtı, bir böceğin sesi ya da aniden yüzüne doğru yaklaşan sivri sineğin uzaktan yakına gelen kanat çırpma sesi.
İnsan bu gibi şeylerde ne duymak istiyorsa ya da istemiyorsa onu duyuyordu.
Bir sonraki filme geçmek zamanı gelmişti.
‘‘ bir film daha mı izleyeceğiz? ‘‘ dedi Asım.
‘‘ Tabii ki hepsini izleyeceğiz, film gecesi dediğin böyle olur. Umarsızca yer içer, fütursuzca film izlersin üst üste ‘‘
Stacey iyice kafayı bulmaya başlamıştı. Kıçının kanepede resmi çıkmış olmalıydı çünkü ara sıra kollarının hareket etmesi hariç hiçbir hareketi olmuyordu kanepede. Tamamen serilmişti. Asım ise tam öbür uçta aralarında güvenli bir mesafe oluşturarak biraz rahatsız oturuyordu. Şerif bir zahmet kıçını kaldırdı, yeni bir film beğendi seçtiklerinden.
Bu seferki kovboy filmiydi şöyle bol aksiyonlu çatışmalı.
Asım sigara içip duruyordu, filmi değil notu düşünüyordu. İzledikleri ile pek az ilgilenebiliyordu bundan ötürü, şerif artık neşelenmiş çocuk gibi elini tabanca yapıp ekrana ateş ederek izliyordu filmi. Aynı Andy’ nin bir zamanlar ona yaptığı gibi.
Dıkşın dıkşıııın.
Asım kadına bakıp gülümsedi, içine düştüğü çukurdan habersiz öylece eğleniyordu. Eğlenmekten çok kendinden kaçıyordu tabii ki. Ama anılar, eskiye ait bazı şeyler devamlı surette karşısına çıkıyordu.
Artık gerilmekten, düşünmekten, geçmişe saplanıp kalmaktan, işinden gücünden, her şeyden sıkılmış bu kadın şimdi çocuk gibi eğleniyordu.
***
Tasarımcı odasında oturmuş kap kalın bir deftere el yazısı ile bir şeyler yazıyordu. Bu defter gibi onlarcası odasındaki kitaplıkta rafta yerini almış, numaralar ile birbirlerinden ayrılmışlardı. Elinin altındaki 197719 numarası ile numaralandırılmıştı.
Hatırat…
Adamın yaşlı elleri yazmakta zorlanıyor, ufak tefek titremeler yazıyı da olabileceğinden daha çirkin bir hale getiriyordu. Adam da artık yazabileceğinden daha azını yazar olmuştu bundan ötürü.
Şimdi ise son sayfasını yazıyordu defterin. Yeni bir başlangıç zamanı.
Özenle defteri kapattı ve kitaplığındaki yerine kaldırdı.
Kendi ömrünce yazdığı defterlere baktı. Tüm o satırlar, tüm o kabiliyeti olanlara ulaştırılan emirler, tüm o hatıralar ve müdahaleler.
Kitaplıkların arasındaki tabloya baktı. Tüm tasarımcıların mutlaka ki çalışma odasında bu tablo bulunurdu. Sadece belden altında bacaklarının arası örtülü bir kadın, biri kucağında biri başucunda duran iki çıplak çocuğu. Kucağında olanın yüzü annesine dönük sarılmış, yanında olan ise kardeşine ayakta, biraz buruk ve kıskanç bir şekilde.
İlk hatıratını aldı ve ilk sayfalarını açtı. Defterin ilk sayfasında el yazısı olmayan, mühür gibi basılmış Aramice, İbranice ve Arapçanın karışımı ile yazılmış bir cümle vardı.
‘‘ Git, artık sen hiçbir zaman korkutulmaktan uzak kalmayacak, gördüğün hiçbir kimseden de güvenlikte ve selamette olmayacaksın’’ Yaşlı parmağı ile yazıyı okşadı ve kendi görev aldığında ilk yazdığı sayfalara göz gezdirdi.
Tasarımcı yemini…
Defterin insan kanı ile yazılmış tek pasajı…
Son bizi ilklere yönlendirir, ilkler ise sona, mutlak sona.
Cinayet…
Yaşam ve ölüm. Buna hükmetmek için Tanrı olmaya ihtiyaç var mı? Haydi Tanrı’ nın bize sunduklarını kullanarak nasıl can bulduğumuzu, nasıl doğduğumuzu hatırlayalım. Daha bir tohumken diğer tohumların ölümü pahasına daha hızlı daha kabiliyetli olmak, rahme varmak için yarışmak bizim doğamız değil mi? Kazanan olmak adına diğer herkesi kaybeden kılmak, yaşayan olmak için diğer herkesi ölüme mahkum etmek doğamız değil mi? Bu tercihli bir eylem değildir. Bizden daha üst bir akılın planıdır. Biz de bizden daha alt akılların, toplumların eylemlerini tercihlendirenleriz. Bugün itibarı ile aramıza hoş geldim…
İnsanlığın ne yaşayacağını ve ne yaşamayacağını en temelde iki şey belirler. Yaşam ve ölüm. Yaşam yeşertilebilir, ölüm ise cinayet ile gelecekten geçmişe davet edilebilir. Varoluşu itibarı ile Dünya her gün farklı bir değişime uğruyor, geçmişi cinayetlerle başlayan savaşlarla, devrimlerle, köklü ve derinden değişimlerle dolu.
Ölümlerle…
Dünya koskoca bir mezarlıktan ibaret değil mi? Aynı zamanda da koskoca bir doğumhane.
Tabi bir de bunların arasında debelenen canlılar bütününün hayatta kalma çabası. Evrende olabilecek en büyük kaostur bu. Bir düzene, insani bir müdahaleye, tasarıma ihtiyaç duyar. Bugün babamdan devraldığım göreve itibar ve itikadımı buraya babamın kanı ile mühürlüyor ve tasarımcı kardeşlerim ile aynı tezgahın başına geçiyorum. Zamanı dokumak, tasarlamak üzere…
Defteri kapattı. Zamana hükmedenlerin de zamanı geldiğinde zamanı gelir. Artık onun da zamanı gelmişti.
Odayı terk etti ağır adımlarla. Genişçe bir koridoru takip edip avludan bahçeye çıktı. Cennet bahçesi gibi harika, türlü çeşit çiçeklerle donatılmış, kelebeklerin arıların hayatın içinde ve etrafında fır döndüğü harika bir bahçe.
Çiçeklerin birbirine karışan kokusunun rayihasını derin bir nefesle içine çekti. Bahçenin ortasında, ortasında ellerin birleştiğinde oluşturacağı kadar bir çukur olan sunak vardı. Adam sunağın başına geçti. Piposunu cebinden çıkardı ve yaktı. Derin bir nefes çekti. Bahçenin harmoni içinde oluşturduğu kokunun içine zehir gibi dumanını karıştırdığını, insan ömrünü en iyi şekilde geçirirken bile esasında kendi zevkleri için dünyayı bozmaktan geri duramadığını düşünürken arkadan sessizce yaklaşan adam kafasına kocaman bir taş ile vurdu. Yaşlı tasarımcının sol gözü biraz dışarıya doğru meyletti darbeyi alınca ve anında bacaklarındaki güç kesildi. Belden yukarısı sunağın üstüne yığıldı.
Katili yaşlı tasarımcının kafasına bir tane daha darbe indirdi, ölümcül bir darbe.
Adamın bacaklarındaki kasılma yerini serbestiye bıraktı, kafasında açılan kocaman ezikten ilk darbe ile sızmaya başlayan kan, ikinci darbe ile tamamen boşalmaya başladı. Katili tasarımcının kafasını sunağın ortasındaki çukura doğru konumlandırdı.
Kanı orada biriktirmek için.
Adamı kafasından, kan bulaşmamış saçlarının ordan öptü. Ağzı yüzü kan içinde kalmıştı fakat bundan hiçbir rahatsızlığı yoktu.
‘‘ Artık dinlenme zamanı babacığım ‘‘
Evin hizmetlileri tasarımcının cesedini alıp saygın bir şekilde portatif sedyeye yerleştirip evin arkasına doğru dolanarak gözden kaybolurken, genç adam kanı bir hokkaya doldurmakla meşguldü.
Babasının odasına geçti, o uzun koridorda yürüyerek, o geniş avluyu kat ederek.
Odanın kapısını kapattı, duvardaki tabloya baktı.
Masanın başına geçti, içerisi o gelene kadar babasının hatıratından azad edilmişti. Tüm kitaplıklar boşaltılmış, masanın üstüne ise yeni bir defter bırakılmıştı. O kalın, tuhaf defter.
Elindeki hokkaya babasının kalemini daldırdı.
O kalemin üstünde babasının dedesini öldürdükten sonra kullandığı kanın kurusu, kalıntıları vardı. Belki de hatta dedesinin, onun babasının dedesinin…
Şimdi en taze kanla ıslandı kalemin divit ucu, babasının kanıyla.
Tüm soyu aynı tasarımın, aynı tezgahın başında olanlardandı. Şimdi yeni bir tasarımcı kendi gibi olanların dengi olarak tasarımın başına geçmişti. Zamana, dünyaya, insanlığa yeni bir rota oluşturmak adına…
Yeminini yazdı ve defteri kapattı. Oturduğu sandalyesini pencereye, oradan da gökyüzüne çevirdi. Güneş harika bir şekilde gökyüzündeki yerini almış gün batımının başlangıcı ile kızılın tonları ile adamı mest etmişti.
Bundan mı, başka bir sebepten mi, bugün yeni tasarımcı ilk gününde yazıp gönderdiği notla bir ölümü değil, bir yaşamı emretmişti Asım’a. Yeni bir yaşam…
***
Sabah her yerinde ayrı ayrı ağrılarla uyandı Asım. Koltukta oturduğu yerde kafasını koltuğun arkasına doğru sarkıtarak ayaklarını da ileri doğru uzatarak uyumuştu. Kucağında ise Stacey’ nin manikürden bihaber, küçük ayakları vardı. Kadın filmi izlerken aynı Asım gibi uyuyup kalmıştı.
Önce kendisinin uyanmasına sevindi. Gereksiz pek çok sahnenin yaşanmasının önüne geçmiş oldu böylece. Çünkü Şerif sert bir kişilik olarak kendini empoze etmeye çalışan birisiydi, bu ‘‘ salmışlık ‘‘ halini üstüne böyle kısmen de olsa ‘‘ üst üste ‘‘ uyurken bulsaydı kendini, kadının ne tepkiler vereceğini tahmin dahi edemedi.
Kalktı ve yüzünü yıkadı. Yüzüne vurduğu suyun damla damla yanaklarından aşağı süzülmesini izlerken aldığı son nottaki görevi nasıl becereceği ile alakalı fikirler geçiyordu aklından.
Asım daha öldürmeyi yeni öğrenmişken, hayat vermeyi nasıl başaracağını düşünemiyordu bile. Hele de sonrasında ne olacak? Bir yandan bir çocuk sahibi olup diğer yandan yine rutin görevler devam eder ise ne olacak?
Zekası hiçbir zaman bir ya da birkaç adım ötesini düşünüp kurgulamasına yetecek kadar keskin olmamıştı. Hep karşısına çıkan şeyle yüzleşen, onu aşmak için çabalayan ve genelde de görevinin kutsal olduğuna inandığı için amacına ulaşmaya çalışırken çabalarının sekteye uğramayacağına inanan biriydi. Hep de öyle olmuştu o ilk nottan beri. Belki sonsuz bir güven ile hareket etmekten, belki de ilahi müdahalelerin alametifarikası olarak bu güne kadar gelmişti.
Salona geçip kendisinin harika Stacey’ nin ise bok gibi bulduğu kahvesinden pişirdi. Bu esnada da bir sigara yaktı. Stacey çoktan yatış pozisyonunu değiştirmiş, salona kıçını dönmüştü. Gömleği biraz açılır gibi olduğundan Asım üstüne bir örtü örttü. Televizyonu açtı.
Ted Bundy isminde bir seri katilin mahkeme esnasında firar ettiğinden ve Ted Bundy’ nin profilinden bahsediyordu. Bu profili de bilinen yakalanmış diğer katillerle karşılaştırarak yaşadıkları terörün boyutlarını ölçeklendirmeye çalışıyorlardı.
Asım kendi profilini düşündü.
Yurtdışından gelmiş, ülkede yatırım yapmış, genel Beyaz Amerikan popülasyonuna göre daha esmer olsa da düzgün temiz yüzlü birisiydi. Şirketi başarılı bir ticaret yapmakta olan, kendisi sakin bir yaşantı sürmekte olan ve işinde gücünde görünen birisi. Zaten işlediği cinayetlerin de tamamı ülkede gerçekleşmiyordu. Yine de bazı şüpheli olabilecek, katil profili ile uyan özellikleri vardı.
Gelirine göre ücra bir yaşantı sürmesi.
Pek arkadaşı, onu anlatacak ve yaşantısına kefil olacak birilerinin olmaması durumu vardı İş hayatı da buna dahildi. Çalışanların pek çoğunun adını bilmezdi. Herkesin adını bilen bir yöneticisi vardı ve bu yetiyordu. Onunla da diyaloğu verdiği vekaletler ve yetkiler nedeniyle son derece düşüktü.
Bir aile babası olmaması.
Diğer katiller arasında çocukları olanlar da vardı ama genelde azınlıktaydı.
Zaten diğerleri katildi.
Tv den başını şerife çevirdi. Kadının yüz hatları düzgündü, bu hatları ortaya çıkarmak için herhangi bir makyaj, bir şey yapmamış öylece doğal olarak geziyordu. Erkeklerin dünyasında kendini yumuşak değil de sert göstermek isteyen bir kadındı. Ya da hali hazırda sert olan kişiliğini yansıtmak.
Asım görevi de anlamış, mesajı da almıştı.
Profil…
Konuşlandığı ülke Asım’ ın faaliyetleri gibi faaliyetlere son derece dikkat kesilmiş durumdaydı ve ülkenin kriminal zekâları tamamen bu yeni suç modeline, seri cinayetlere dair kafa patlatıyor ve profiller çıkartıyordu. Tasarımcı da Asım’ ın ve belki de diğerlerinin kanun koruyucularının radarına girmemesi için belli ki önlemler alıyordu. Şerif in hayatına bu denli girmesi de tam da bunlarla alakalı bir durumdu belli ki.
Şimdi kendini bir kadına sevdirmek, onunla evlenmesini sağlamak ve ondan bir ya da duruma göre daha fazla çocuklar sahibi olmakla da yükümlüydü.
O son gelen not…
Şerif uyandı.
Bu evde uyanmaya alışmaya başlamıştı. Çevresini de, boş gözlerle ona bakmakta olan genç adamı da, kahve kokusunu da yadırgamadı. Tıpkı akşamdan kalmalığın baş ağrısını, ağzında bıraktığı pis tadı, yediği çerez ve ıvır zıvırlardan dolayı bir an önce tuvaleti boylamak zorunda olduğu hareketli bir bağırsak aktivitesi içindeki bir uyanışı yadırgamadığı gibi.
‘‘ Filmin sonunda ne oldu hatırlıyor musun? ‘‘ diye sordu gözlerindeki çapakları ovalarken. Cümlesinin sonuna da esneme eşlik etti.
Asım kahvesini uzatıp ‘‘ uyumadım ben sonuna kadar hatırlıyorum, şerif bütün kanunsuzları öldürdü ‘‘ dedi. Aslında tam olarak öyle olmamıştı ama bunu duymanın hoşuna gideceğini tahmin etmişti. Stacey tek gözünü kırpıp başını aşağı yukarı salladı işte biz şerifler böyleyizdir hareketiydi bu. Kahvesinden bir yudum alıp ‘‘ Seninle kahve tercihlerin hakkında konuşmamız lazım ‘‘ dedi ve ayaklarını topladı karnına doğru.
‘‘ Bir aralık ülkeme de uğrayıp ordan kahve getirmem gerekiyor. Kahvenin gerçeği Türk kahvesidir aslında.’’ Dedi Asım ve kahvesinden bir yudum aldı.
‘‘ Nasıl uyuyakalmışız böyle ‘‘ diyip toparlanmaya başladı Stacey. Üst başını düzeltti –ki çok da dağılmamıştı. Asım boş şişeleri topladı ve çöpe attı bu arada. Kadın çoraplarını giydi, ayaklandı, bir sigara yaktı saate bakıp geç kaldım pozlarına girerek ‘‘ hemen gitmem lazım ‘‘ dedi.
Hemen gitmesi gerekmiyordu aslında.
‘‘ Ben de bir şirkete uğrayacağım ‘‘ dedi Asım. İş adamı pozlarından feragat etmek istemiyordu. Gerçekten de şirkete uğrayacak, nakit para alacak ve işlerin durumunu sorup ilgileniyormuş gibi yapacaktı.
Stacey çıkmadan önce kahvesini bitirmek ister bir tavırla büyük yudumlarla içiyordu. Asım utana sıkıla ‘‘ bunu tekrarlayalım mı? ‘‘ dedi. Şerif ağzındaki yudumu zor yuttu.
Onunla daha fazla zaman geçirmek isteyen bir adam. Bu pek olası; daha doğrusu pek olağan değildi an itibarı ile gerçekleştiği için.
‘‘ Bensiz film seçemeyeceğini anladın demek ki? ‘‘ dedi.
Asım sigarasını söndürüp Stacey’ yi kapıya doğru uğurlarken ‘‘ filmden değil de, senden hoşlandım ben açıkçası film bahane ‘‘ dedi.
Kalbi muazzam bir hızla atmaya başladı. Düşünmeden, tasarlanmadan söyleyivermişti. Kendisine gelen görevleri genelde tatbik ediş şekli de buydu zaten. Ama şimdiye dek hiç cinayet haricinde bir tatbiki olmadığı için ve ilk defa bir kadına nazik olması gerektiğinden yabancı sularda yüzüyordu.
Stacey kemerinde silahını düzeltirken aldı bu itirafı. Zaman yavaşlamış gibi aklında bir ton serseri düşünce savruldu. Sert mizaçlı, savruk, paspal kadın kendine kondurmakta da zorlandı açıkçası durumu. Asım’ ın yüzüne baktı. Adam ‘‘ ya çok iyi bir oyuncu, ya da çok saf birisi’’ diye düşündü içinden. Neden oyuncu olmasına ihtimal verdiğini bilmediği halde. Bu huyunu suyunu bilmediği, nasıl bir geçmişe sahip olduğunu bilmediği birisi durup dururken hayatına girivermiş, şimdi de daha derilerine doğru ilerleme isteğiyle pat diye bir niyet ortaya koymuştu.
Bu ev…
Bu adam…
Bu evin içinde olan şeylere sempati duymasına sebep olan bir mazisi vardı. Bu adam da buna dahil olacakmış gibi duruyordu. Adamdan hoşlanmıyor, özel bir his beslemiyordu ona karşı. Sadece bir iki gündür bu ev yüzünden denk geldiği birisiydi o kadar.
‘‘ Siz Türkler hep böyle misiniz? ‘‘ diye sordu bozuntuya vermeden.
‘‘ Nasıl? ‘‘ dedi Asım. Ters tepmesinden kaygılanmadığı halde yine de rahatsızdı.
‘‘ Patavatsız. Ne oldu da neyimden hoşlandın? ‘‘ diye bizzat kendisi bu sefer patavatsızca sordu.
Asım kapıda konuşmanın bu noktaya gelmesinden hoşnutsuz bir görüntü çizip ‘‘ bunu bir dahaki görüşmemizde anlatsam? ‘‘ dedi kafasının arkasını kaşıyarak.
Şerif ‘‘ akşam ofisime gel konuşalım ‘‘ dedi ve ardına bakmadan arabasına doğru uzaklaştı.
Asım akşamdan kastının saat kaç olduğunu soramadan, ofisinin bunu açıklamak için doğru bir yer olup olmadığını bilemeden kalakaldı evin girişinde. Kadının gidişini izledi.
Arabaya binince de evin içine girdi. Pencereden bakmaya devam etti. Araba henüz çalıştırılıp yola çıkmamıştı. Nedenini merak ederken arkasından sessizce yaklaşan birisi suratına ilaca bandırılmış bir bez dayayıp dizlerinin arkasına da kendi dizi ile vurup Asım’ ı çökertti. Asım büyük bir dirayetle kurtulmaya çalışınca adam iyice yere yatırıp kendi ağırlığını da Asım’ ın üstüne bastırdı.
Dirayet ilacın uyuşturucu etkisi karşısında mutlak bir mağlubiyet yaşadı. Gözleri usulca kapandı ve her şey kulaklarında bir uğultu ile karardı.
***
Stacey arabaya doğru ilerlerken dönüp ardına bakmamak için kendini zor tuttu. Aynı dudaklarının gerilip yanaklarının yüzünün yukarısında toplaşarak sevimli bir gülümseyiş oluşturmasını engellemeye çalıştığı gibi. İkisinde de kısmen başarılı kısmen başarısız oldu. Önce gülümsemesine yenildi, sonra da onu yüzünden silip ardına bakma merakına yenildi. Asım’ ın bakışları ardında ilerlediğini anlık olarak gördü, aynı anda da Asım eve doğru ardını dönmüştü.
Arabaya bindi ve kapıyı kapattı. Aynada gülümsemesine baktı. Yabancı bir yüz karşıladı onu dikiz aynasında. Uzun zamandır görmediği bir yüz. Kutlamak için torpidoya eli gitti ama aynı hızla vazgeçti.
‘‘ Bunda içilecek bir şey yok ’’ dedi kendi kendine.
Sonra bir sigara daha çıkardı ve ceplerini yokladı. Çakmağı ceplerinin hiç birisinde yoktu. Kaba her tarafı çizik çürük içinde gri bir zippo çakmaktı. Arabadan çıktı ve eve doğru ilerlemeye başladı. Bütün günü en sevdiği çakmak olmaksızın geçirmek istememişti.
Birkaç adım sonra ise vazgeçti. O küçük patikayı yürümeye üşenmek olarak kendince konumlandırdığı bu vazgeçiş aslında bir tekrar görüşme bahanesi olarak konumlandı ve kaldı zihninde. Saçma sapan bir imaj vermek istememişti.
Arabaya geri bindi ve motoru çalıştırdı. Merkeze gidip biraz ayaklarını masaya uzatıp düşünmek istiyordu.
‘‘ Sert bir kız kendisinden hoşlandığını söyleyen kibar bir erkeğe ne yapar? ‘‘
Lisede olsa önce içten içe utanıp sonra da onu hayalarından tekmeleyip olay mahallini buklelerini zıplata zıplata koşarak terk ederdi. Bir sene önce olsa çok uzun zamandır sevişmemiş olmanın verdiği hırs ile adamın dudaklarına yapışır oracıkta işini bitirirdi. Ama şimdi…
Hayatına bu kadar üzüntü, yıkıntı girdikten sonra ve yaşama sevinci ile ilgili neredeyse tüm heveslerini iğdiş edip şehirde şerif yıldızı ile onu baş başa bıraktıktan sonra ? ‘‘ Sen olsan ne yapardın? ‘‘ diye sordu sesli bir şekilde şerif yıldızına. Lisede etrafında erkekleri pervane eden kızları düşündü. Kızlar ve yıldızlar.
Yıldızlar etrafında dönen birçok gezegen olan, bu gezegenlerin de hatta etrafında dönen uyduları olan güneşlerdir. Bizim güneşimiz tüm etrafında dönen gezegenlerden kendine fazla yaklaşanları yakıp kavurmuş, fazla uzaklaşanları dondurup ötelemiş, güvenli mesafede olan gezegeni ise hayat ile doldurmuştu. ‘‘ Diğer güneş sistemleri böyle midir bilmiyoruz ama bizimki böyle ‘‘ diye düşündü Stacey.
Kendisini güneş gibi hayal etti. Şu an etrafında dönen tek bir gezegen vardı. Fazla yaklaşırsa yanar kavrulur, fazla uzaklaşırsa soğur savrulur, güvenli mesafede etrafında döner ise hayat bulur diye düşündü.
O bu düşünceler ve metaforlar denizinde yüzerken tüm bu düşüncelere sebep olan Asım bayıltılmış ve kendinden çok daha iri birinin sırtına torba gibi atılmış ve bir araca bindirilmişti.
Adam Asım’ ı arka koltuğa bok çuvalı gibi attı ve arabasını çalıştırdı. Koca külüstür bir Amerikan arabasıydı. Yolcu koltuğunda sigarası ve bir kâğıt parçası vardı.
‘‘ Lake Burke, Asım Hancı, mülakat ‘‘
Tozu, toprağı, yaprağı savurup birbirine katarak yola düştü, paketi yerine teslim etmek üzere.
***
Asım kendine geldiğinde nerdeyse dudaklarına kadar inen bir bez ile gözleri sıkı sıkıya kapalıydı. Ağzında berbat bir tat vardı ve bedeninin kontrolü tam olarak kendisinde değildi. Belki de zihni bedeninden önce ayılmıştı. Bir karabasana tutulmuş gibiydi ama bir iskemlede oturduğunu, yatmadığını algılayacak durumdaydı. Vücuduna dair hissiyat yavaş yavaş geldikçe kollarının arkadan bağlı olduğunu ve bacaklarının da aynı şekilde iskemleye bağlı olduğunu hissetti. Zihni berraklaştıkça çekilen gölgelerin yerini şüphe ve karanlık düşünceler alıyordu.
İşlediği cinayetlerin tespit edilip suçlu olarak kendisine bir şekilde bağlanabildiğini düşündü. Belki şimdi kendisinden itiraf almaya çalışacak ve sonrasında da polise resmi olarak tespit edeceklerdi.
Ya da çocuğunun ölümü üzerine katili araştıran birisi onu bulmuş olabilirdi.
Belki de şerif yardımcısıydı. Stacey’ e aşık olduğunu düşündüğü için onu gözlemlemiş, bir şekilde de suçlu olduğunu tespit etmiş olabilirdi.
Ülkede popülasyonu patlama yapan seri katillere merak salan birisi olabilirdi, ya da onları fetiş haline getirmiş bazı salak kadınlar vardı, bunlardan birisi olabilirdi. Ama kadın olma ihtimalini bayılmadan önce verdiği mücadeleyi hatırlayınca eledi. Eğer bir kadınsa bile oldukça iri birisi olmalıydı.
Birkaç bahsetmeye gerek olmayan ihtimali daha düşünüp daha sonra zihnini durdurdu. Tam bir sessizlik ve hissizlik anı oluştu. Her ne oluyor ise, başı şu an her nasıl bir belada ise bundan kurtulacaktı. Buna emindi.
‘‘ Hüseyin Tombaz ‘‘ dedi kalın bir ses…
Asım irkildi.
Hüseyin…
Tombaz…
Bu ilk cinayetiydi. Kendisine gelen notlar üzerinden göreve alınmasının akabinde ilk göreviydi bu.
Hüseyin Tombaz…
Çocuğu öldürürken ellerinin titreyişini hatırladı. Buz gibi terleyişini, çocuğun ona bakışını ve o bakışların soluşunu…
İçinde iğrenç bir his canlandı. Gerçek ile sanrıları ayıramamaya yaklaştığı günlerde her şeyin bizatihi gerçek olduğu ve gerçekten de kendisine söylendiği gibi geleceği mahvedecek birisini gerçekten de öldürdüğü günkü gibi içi titredi.
‘‘ Andrew Mccracken ‘‘
Ses isimleri hissiz, donuk, adeta kâğıttan okur gibi ama telaffuzlarını doğru yaparak söylüyordu.
‘‘ Çözülmüş ‘‘ dedi Asım. Tasarımcının dokuduğu kumaş bir yerde defo vermiş, bir iplik salmış olmalıydı. O ipin ucunu da her kim yakaladıysa çektikçe isimleri, isimlerden de Asım’ ı bulmuştu. Her adımını sorgulaması, kendisine iletilen tüm notlar, notların gelecekten haber vermesi, ulaşması imkânsız yerlerde ona ulaştırılması, her nottaki ismin verildiği adreste bulunması…
Her adımın tek tek üstünden geçti ve notları imha edişi, paravan şirket, yurtdışı gezileri…
‘‘ Rashed Alkaitub ‘‘ dedi ses. Hiç de es vermeden diğer ismi de söyledi.
‘‘ Anatoli Dolganow ‘‘
Hem isimler, hem sıralama, tamamı gerçekti.
‘‘ Ben neden buradayım? ‘‘
Bu isimleri tanıdığını da, cinayetleri de reddedecekti. Hiçbir kanıt, hiçbir delil bırakmadığına emin olduğundan ya da numara yapmak istediğinden değil. Bu isimleri ona sayan kişi onu cinayetle suçladığı için sayıyor olmalıydı. Oysa Asım’ ın inancı öldürdüğü çocukların insan değil şeytan olduğuna, bu dünyaya ve insanlığa bela ve yıkım getirmekten gayrı hiçbir işe yaramayacağına, hatta ona kalırsa onların varlığının şeytanın planına hizmet ediyor olmasına varana kadar itinalı ve güçlü bir inançtı. Bu bakımdan onları öldürmek cinayet değil bilakis bir lütuftu.
İnsanlığa…
Dünyaya…
Tanrıya…
Fanatikliği depreşti. Reddetmeyecek, aman dilemeyecek, aciz görünmeyecekti…
Adam ‘‘ buradasın çünkü onları öldürdün ‘‘ dedi.
Asım ‘‘ ben kimseyi öldürmedim ‘‘ diye haykırdı. Ağzından tükürükler saçıla, saçıla bir haykırıştı bu. ‘‘ kimsin sen, çöz beni pişman olursun ’’
Adam Asım’ a yaklaştı. Ayak seslerinden anlaşılıyordu. Asım duruşunu daha da dikleştirdi.
‘‘ Onları öldürdün, bunu biliyorum çünkü o isimleri sana ben verdim ‘‘
***
Stacey ofisine geçti ve ayaklarını uzattı. Bir sigara yaktı ve telsizinin neden kapalı olduğu ile alakalı yardımcısının iğnelemelerini kulak arkası etti. Aklı meşguldü. Asım la meşguldü.
Sigarayı küllüğe bırakıp kitaplığa gitti. Raftan büyük bir ansiklopedi çekti.
Encyclopedia Americana ( S- T )
Asım’ ın memleketinin kendi dilinde hindi olarak geçmesini bir kenara bırakıp T harfinde Turkey’ de Republic of Turkey yazan sekmeyi buldu. Türkiye Cumhuriyeti.
Ülkenin genel coğrafi konumu, özellikleri, imparatorluk tarihi, demokrasiye geçişi, etnisitesi, ekonomisi, dini inanışları, hatta dağları gölleri gibi kendine gereksiz bilgileri dahi okudu. Çok büyük çoğunluğu aklında kalmayacaktı zira. Yaptığının saçma olduğunu düşündü ve ansiklopediyi yerine koydu.
Kendisini genel Amerikan kültürü üzerinden değerlendirdiğinde, o genele ait olmadığını, ancak bire bir tanıyan birisinin görüp süzebileceği özellikleri olduğunu geçirdi içinden. Sarışın ama salak olmayan, kadın olan ama bal gibi de silah seven, sert görünen ama duygusal olan, herkes tarafından tanınan ama kimse tarafından tanınıp içi bilinmeyen, beyni ağzından daha çok laf yapıp dışarıya bir kendine beş söyleyen, erkeklerin dünyasında kadın olduğundan, kadınların dünyasında ise erkeksi bulunduğundan kendine yakın bir çevre oluşturamamış birisi. Böyle insanların genelde sıkı sıkıya bağlı olduğu, ancak yanında kendini rahat hissedip kendisi gibi olabildiği bir ya da en fazla iki kişi olabilirdi. Stacey’ nin ise hayatında böyle birisi yoktu.
Asım?
Olabilir mi?
Şimdilik yanında çok da kendisi gibi olamamıştı. Çok da poz yapmasına gerek kalmamıştı aslında. Aklı sorular, sorgulamalar, yargılamalar, geçmiş okumaları ve gelecek tahminleri ile darmadağın olunca çareyi çekmeceyi açmakta buldu. Kupasına biraz burbon doldurdu ve kardeşini aradı.
Lizzy Atlantic City ye taşınmış, oradaki bir okulda öğretmenliğe başlayacaktı yaz sonu. Çocuklar da kendisi de psikolojik tedavi görüyorlardı. Lizzy psikoloğundan hem mental hem de cinsel olarak destek alıyordu. Stacey bunun sadece mental kısmından haberdardı tabii ki. Kardeşi ona her şeyin biraz normalleşmeye başladığı ile alakalı yalanlar söylerken Stacey’ de alkolü azalttığı, gece uykularının düzeldiği ile alakalı yalanlar söyledi.
Telefonu kapattı.
Ofiste akşamı etmesi zor görünüyordu. Bir şeyler yemek, otoyolda devriye gezmek Denny’s de bir öğlen yemeği ve akşama doğru büroya geri dönmek daha mantıklıydı. Çekmecedeki şişeyi de yanına alarak ofisinden çıktı.
Mark daktiloda bir dilekçe yazmakla meşguldü ve bu konuda da berbattı. Harflere işaret parmağı ile tek tek basıyor, hata yapmamak ve daktilodaki kâğıdı bundan önceki diğer 3 kâğıt gibi buruşturup çöpe basmamak için özeniyordu. Stacey konuşmadan parmaklarını Mark gibi yapıp onu taklit ederek dalga geçti.
‘‘ Buyurun Şerif, sizi görelim ‘‘ dedi hafiften sinirli.
‘‘ Yok teşekkürler, evrak işleri ile uğraşamayacak kadar meşgulüm bugün ‘‘ dedi.
Mark elindeki şişeyi gördü, ‘‘ fark ettim ‘‘ dedi. Kupasını dünyanın sekizinci harikasını gösterirmiş gibi şerife gösterip bir yudum aldı ve işine döndü.
Stacey bürodan çıktı ve gerinerek biraz da sırtındaki ağrıya küfrederek arabasına doğru yollandı.
***
Asım sarsıldı duyduğu karşısında. Tasarımcı ile karşı karşıya mıydı? Belki de aklındaki bazı soruları sorabilirdi, belki tasarımcıyı görebilirdi. Peki o sıradan bir insan mıydı? Geleceği görmek, geleceğe gidip gelmek, geleceği geçmişten dizayn etmek. Bunlar ancak filmlerde, hayal gücünde olabilecek şeyler derdi Asım ya da deli saçması. Tabi eğer bizzat gerçekten de bu tasarımın içinde olmasaydı. Ama öyleydi.
‘‘ Pek çoklarından biri ’’ diyordu mektupta.
‘‘ Kaç tasarımcı var? ‘‘
O olduğuna inanmamayı tercih etti yine de ilk anda. Buna ihtimal vermeden hareket etmeye ve konuşmaya karar verdi. Hala aklında bir sürü diğer ihtimaller vardı ve bunların tamamı elenmeden kendini açık etmemeyi düşünüyordu.
‘‘ İsimleri hayatımda ilk defa duydum, seni de tanımıyorum sesini ilk defa duydum. Senden bir şey almadım ve sana bir şey vermedim. Şimdi çöz beni.’’ Dedi sesini biraz daha sakin ve soğukkanlı tutmaya çalışarak.
Bir gıcırtı duyuldu, başka bir iskemlenin ayaklarının yere sürtülme sesiydi bu. Uzaklaşan ayak sesleri de peşi sıra izledi bunu. Asım’ ın bu seslerden anlamadığı odadan onu bayıltıp getiren adamın çıkmış olduğu ve tasarımcının da sandalyesini Asım’ ın karşısına çekip oturmuş olduğuydu.
‘‘ Hüseyin Tombaz ‘‘ dedi tekrar o ruhsuz ses tonuyla.
‘‘ 1992 yılında yeni mezun bir biyolog olarak ülkesini terk etti. Bu ülkeye Amerika’ ya geldi. Maryland Baltimore’da John Hopkins üniversitesinde biyokimyasal üzerine doktorasını yaptı. Bu esnada yaptığı çalışmalar ve grip mikrobu üzerindeki ehlileştirme çalışmaları ile Amerikan ordusunun biyoteknoloji birimlerinin dikkatini çekti. 2012 yılında böceklerde dayanıklılık ıslahı çalışmalarında elde ettiği bulgular ile genetik seçici mikrobu keşfetti. Bununla ilgili ordunun Gürcistan’ da yaptığı ve 78 Gürcistan vatandaşının ölümü ile sonuçlanan gizli canlı kobay denemeleri 2015 yılında Rusya ifşa etti ve dağılan Sovyetlerden sonra Amerika’ nın bu sefer de Rusya ile tekrar soğuk savaşı başladı.
Biyokimyasal bir savaşın ilk adımı Rus bilim adamı Anatoli Dolganow’ un önderliğinde yürütülen benzeri bir genetik seçici mikrop çalışmalarının Kazakistan’ da ki gizli bir laboratuvardan yıkıcı bir terör örgütü tarafından kanlı bir baskın ile çalınıp İsrail devleti üzerinde kullanılması ile atıldı. 2026 yılında gerçekleşen bu eylemi El İttihat örgütünün lideri Rashed al Kaitub bizzat medyaya video göndererek üstlendi.
371.897 virüs mikrobu bulaşmış kişi 3 gün içerisinde içinde akciğer parçaları da bulunan kanlarını kusarak boğulmak ya da kandan kap kara olmuş dışkılarının patlayan bağırsaklarından vücudu zehirlemesi gibi sebepler ile öldüler. Yoğun bakımın bile kurtaramadığı zincirleme bir reaksiyon virüs bulaşmış istisnasız tüm İsraillileri öldürdü.
Bu saldırının reaksiyonu olarak İsrail devletinin Arap terörist örgütleri suçlayıp onların konuşlandığı ve destek gördüğü ülkelere top yekun savaş açması ile ‘‘ rota ‘‘ tamamen kaydı. Rusya’ nın bu savaşa İran ve Çin Halk Cumhuriyeti ile birlikte katılması karşısında Amerika’ nın da aşırı sağcı başkanı Andrew Mccracken’ NATO’ yu lağvetti ve savaşa müdahil oldu. Amerika’ nın da müdahil olması ile o coğrafyadaki ülkeleri de içine alan son bir Dünya Savaşı başladı.
Dünya daha ardını göremediğim ve görmek de istemediğim bir yıkıma sürüklendi. Kullanılan insan öldürme ‘‘ kabiliyetli ‘‘ silahlar, uzlaşmaz Şahin Avrupalı siyasetçilerin savaşta cepheleri genişletmesi ve bazı geçmişe ait hesapları da görmeye çalışması sonucu yok oluş galip geldi,
‘‘ O ’’ kazandı… ‘‘
‘‘ O kim? ‘‘
Asım dinlerken ne yaptığını daha iyi anladı.
Neye hizmet ettiğini…
Üzerindeki tedirginlik yerini aydınlanmaya bıraktı. Tasarımcının ilk mektubunda söyledikleri…
Yılanın başını küçükken ezmek…
Görevlerinden birisini bile yerine getiremeseydi, bu rota yine izlenir miydi, o kişinin yerini bir başkası alır mıydı bilmiyordu. Ama zaten böyle olmamıştı. Görevini tam yapmıştı.
Aydınlanış tüm inkâr mekanizmasını da susturdu içindeki. Artık sorulacak herhangi bir soruya cevap verecek, anlatılanları dinleyecek moda girmişti. Tek soracağı soru ise neden burada olduğuydu.
‘‘ Burada olma sebebin, seni görmek ve benimle tanışmanı istemem ‘‘ dedi tasarımcı.
‘‘ Böyle gözlerim bağlı bir şekilde mi? ‘‘
Adam bir sigara yaktı. Asım bunu çakmak sesinden anladı.
‘‘ İnsan… ‘‘
‘‘ Etten kemikten bir insan. ‘‘
‘‘ Sigara içiyor… ‘‘
Kokudan puro olduğunu anladı. Pis leş gibi bir kokuydu. Adam belli ki kalantor bir puro yakmış tüttürmeye başlamıştı.
‘‘ Dünyayı bir rotadan çıkardığımız anda ne olur biliyor musun? Hemen yeni bir rota oluşturulur ve ona doğru gitmeye başlar. Biz de yeniden tasarlarız. Bir kez bile başıboş bırakmaya gelmez çünkü bunu biliyoruz, yaşadık. Tamir etmesi on yıllar sürüyor. ‘‘ dedi ve ellerini çözdü arkasına geçip.
‘‘ İnsanlar bazen beklemedik tepkiler verir. Sakin hareket edemezler. Sen böyle değildin, teşekkür ederim. ‘‘ dedi. Gözünü açtı. Oldukça karanlık bir mahzen gibi bir yerde olduğunu gördü Asım. Karanlığa alıştıkça fark etti ki karşısındaki adam son derece şık giyinmiş, her tarafından klas okunan yüzü ile hareketleri, konuşmaları gayet düzgündü.
Kendisi ile aynı tip bir iskemlede oturuyordu. Konuşurken gözlerinin içine bakıyordu artık.
Bir sigara da Asım’ a uzattı ve kendi çakmağıyla yaktı. Ateşi güçlü, ufak çaplı bir yangın çıkaran cinsten bir çakmaktı.
Asım bir nefes çekti ama kokladığı kimyasallardan belki de tadı çok kötü gelmişti. Yine de içmeye devam etti.
‘‘ o kim? ‘‘ dedi merakla. ‘‘ Kime karşı savaşıyoruz, biz kazandığımızda kimi yeniyoruz? ‘‘
‘‘ Sen bunlara da kafa yormaya başlarsan, işin daha da zorlaşır. Her savaş gibi bu savaşında iki tarafı var. Biz iyileriz, bir gün karşı tarafla karşılaşırsan şimdiden benden duy, onlar da kendilerinin iyiler olduğunu söyleyeceklerdir. Her gün binlerce insan ölüyor ama buna karşılık yaklaşık 3 katı yeni insan doğuyor, bu her gün yeni bir kurgu, her gün yeni bir rota demek. Biz rotayı değiştirdikçe her seferinde daha da kötü bir yöne doğru tekrar rota oluşuyor. Biz de daha zor bir mücadeleye başlıyoruz’‘ dedi Tasarımcı.
İskemleden kalktı, purosunu yere atıp ayağının altında ezip sıkıştırdı. Asım tatmin olmamıştı. ‘‘ Karşı taraf kimler, biz kimleriz? ‘‘ diye sesini yükseltti ayağa kalkıp o da.
Tasarımcı arkasını döndü. ‘‘ Biz iyileriz, onlar kötüler. Bunu Tanrı’nın bizim yanımızda oluşundan anlayabilirsin. Onlar yıkımı biz ise düzeni sağlamaya çalışıyoruz. ‘‘ dedi. Asım’ a doğru yürüyüp birden beklenmedik bir samimiyet ile elini omzuna attı. ‘‘ Biliyorum, kafandan geçen asıl soru ölmek zorundalar mı? Maalesef evet, daha insancıl bulabileceğin alternatif her yöntem denendi. Ölmek zorundalar. Dünyaya şekil veren kimin nerede doğduğu değil, nerede ve ne zaman öldüğüdür bunu unutma…’’ dedi. Kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı. Adamın dokunuşu ne olsa yine de güven vermişti. Cebinden bir puro çıkarttı ve Asım’ a hediye etti. ‘‘ Bunu kızının annesi ile beraber için olur mu.’‘ dedi ve gülümsedi.
Stacey…
Bir kızları mı olacaktı?
‘‘ Bunu nereden biliyorsun, tüm bunları geleceği neler olacağını nereden biliyorsun? ‘‘ dedi Asım. Kızı olacağı bilgisi hayatında hiç hissetmediği bir sıcaklıkla doldurdu içini.
‘‘ Ailemiz…’’ dedi tasarımcı arkasını dönüp odayı terk ederken. ‘‘ tarihin başlangıcından beri bize kumaş verilir ve biz de işleriz, defoları keser atarız. Gördüğün her şey bizim eserimiz, bizim kabiliyetimiz, o kabiliyet sende de var Asım. Görüşmek üzere ‘‘ dedi ve çıktı, hemen ardından giren kişi ise Asım’ ın yine gözlerini kapatıp arabaya bindirdi.
Asım yolculuk boyunca düşüncelerden kendini ayıramadı. Hiçbir karşı taraf olduğu, olabileceği aklına gelmemişti. Pek çok şey aklına gelmiyordu zaten başına gelen. Öylece kendisini içinde buluveriyordu. Daha iki sene bile geçmemişti Amerika’ ya göre çok uzaklarda sıradan bir esnafken şimdi bir şirket sahibi olması, işlediği cinayetler, geleceği gören kahinler, hayatına ne amaçla girdiğini tam olarak anlamadığı bir kadından çocuk sahibi olacak olması durumu.
Kötü bir şey olacak ise olmak ister durur, ne kadar engellerseniz engelleyin o bariyerleri aşmak ister, bendinden taşıp gitmek isteyen bir su çığı gibi. Artık Asım yaptığı şeylerin tam olarak ne anlama geldiğini anlamıştı. Nasıl yapacağını da zaten deneyimlemişti. Adamın son sözünün ‘‘ görüşmek üzere ‘‘ olması da aklından çıkmıyordu. Yine bir gün kaçırılıp kendisini tasarımcının karşısında mı bulacaktı? Buna artık gerek var mıydı?
Yanında oturan iri yarı adam Asım’ ın gözlerini açtı. Tanıdık muhitlere gelmişti artık zaten. İndirildiği yere arabasının da getirilmiş olduğunu fark etti. Onu getiren araç ilk sağdan saparak gecenin karanlığında gözden kaybolduğunda ise aklında tek bir şey vardı.
Stacey…
***
İçi izmaritle dolu bir küllük, bir tanesi çöpte bir tanesi masanın üzerinde boş burbon şişesi, askıya asılır mı acaba diye uzaktan fırlatılıp askıyı tutturamadığı için yerde durmakta olan polis şapkası, ayakkabı ve çoraplarını çıkartmış ayaklarını masaya uzatmış olan ve bir gözü kapalı diğeri yarı açık olarak tilki uykusu uyuyan Stacey…
Asım’ ın büronun kapısını çalıp beklediğinde bir ses alamamasıyla içeri girdiğinde gördüğü manzara tam olarak buydu. Mesai saati çoktan geçmiş, yardımcılar gitmiş, Stacey ise içip, içip sızmıştı.
‘‘ Çok geç kaldım ‘‘ dedi Asım. Kadının vereceği tepkiler pek hoşuna gitmeyecekti. Bunlara kendini hazırlamak için derin bir nefes alıp verdi ve omzuna dokundu.
‘‘ Hey…’’
Şerif irkilerek birden gözlerini fal taşı gibi açtı ve adamın üstüne atıldı. Asım duvarla Stacey’ nin arasına sıkışmış kadının ne ara silahı nereden çektiğini bile fark etmemişti.
Hayatında bir kadına ilk defa bu kadar yakınlaşmıştı.
‘‘ Hey benim hey Şerif sakin ol. ‘‘
Silah boğazındaydı. Metalin soğuğu kadının bakışları gibiydi. İkisi de aynı hızla ısındı. Silahın metali Asım’ ın teninden, kadının gözleri ise Asım’ ın korkmuş gözlerinden.
‘‘ Lanet olası sen salak mısın? ‘‘
‘‘ Hayır sadece uyandırmaya çalışmıştım. ‘‘
Stacey uyanmış ama henüz ayılmamıştı. Asım ın yüzü gözlerinin önünde suya vuran bir imaj gibi dalgalanıyordu. Silahını Kılıfına koydu ve kendini birkaç adım geriye attı.
‘‘ Silahı olan birisine böyle sinsice yaklaşılmaz, hele de bu kişi ektiğin bir kadınsa ‘‘
Asım yumuşamayı hissetti. Kadın ekildiğinden ve bunun hoşuna gitmediğinden bahsediyordu.
‘‘ Ekmedim, sadece firmamda muhasebe denetlemesi vardı. Anlaşılan Amerika vergi dairesi ilk yılında ödediği vergi yüksek olan firmalara teşekkürlerini böyle sunuyor ‘‘ dedi. Stacey sigarasını yakarken başını salladı. ‘‘ Al Capone’ u yakaladıklarından beri o takım elbiseli çocuklar böyle.’’ Dedi ve masasına oturdu.
‘‘ Neyse, telafi edebilirim. Harika bir restoran biliyorum, yemek yer miyiz? Ben çok açım da’‘
Stacey yelkenleri öyle hemen haklı bir sebep ortaya koydu diye suya indirmeyecekti. Aslında yelkenleri suya indirmeyecekti. Bu iki arkadaşın boş zaman öldürmesinden ibaretti. Ama yine de ergen gibi biraz da sarhoş cesareti ile ‘‘ hadi gidelim ve bana Türk kızları ile olan maceralarını anlat ‘‘ dedi bürodan çıkarlarken.
Asım gülümsedi ve ‘’tamam’’ dedi.
***
‘‘ Don Taco mu? ‘‘ diye sordu alaycı bir şekilde Stacey. ‘‘ Bu mu bildiğin harika restoran Allah aşkına? ‘‘
Asım menüyü açıp bir resim gösterdi. İçinde demir bir tepsi içerisinde 20 ye yakın ve envai çeşitli Taco’ lar vardı. Gözlerini hafifçe kısıp ‘‘ bir tepsi mi? Birer tepsi mi ‘‘ diye sordu.
Stacey buraya çocukken bile babasıyla gelir ve yerdi. Bazen Pazar kahvaltıları için bile babası tüm aileyi toplayıp buraya gelirdi. ‘‘ Bu adam bunu bilebilir mi, nereden bilecek? ‘‘ diye geçti içinden. Yine de tesadüf tatlıydı onun için. Acı olan kısım ise Lizzy gittiğinden beri burada hiç yemek yememiş olmasıydı.
‘‘ Bak Türk, tepside aynısından 2 tane olan hiçbir taco yok. Bu demek oluyor ki 1 tepsi paylaşırsak eğer siparişten hiç tadına bakmadığım şeyler olacak. Bunu Stacey Rosenbaum asla kabul edemez ‘‘ dedi işaret parmağını sağa sola sallayarak. Hala biraz kafası güzeldi.
‘‘ 2 tepsi ‘‘ diye işaret etti Asım. İçecek olarak da bittikçe gidip tekrar doldurulabilecek kolalardan aldı.
‘‘ Bu kadar yemek sence akıllıca mı? ‘‘ diye sordu Stacey. Arada da sağa sola bakınıyordu. Kendilerine bakıp duran birisi olup olmadığını düşünüyordu. Zaten dışarıda yemek yemeye de çok gönüllü değildi ama; bilmiyordu pek ne yapacağını. Bu bölgede çok uzun zamandır ona bir kadın gibi bakan hiç olmamıştı o da bundan ötürü kadın gibi davranmayı unutmuştu belki de.
Kadın gibi giyinmeyi de…
‘‘ Bizde bir laf vardır, can boğazdan gelir diye ‘‘ dedi Asım gülümseyerek.
Birkaç dakika sonra siparişler geldi.
Siparişlerin geldiği de iyi oldu zira hiçbir şey konuşamaz hale gelmişlerdi. Havadan sudan muhabbetler bitti, Asım iş yerinde olan bitenler ile alakalı yalanlar attı. Stacey nasıl meşgul olduğuyla alakalı yalanlar attı.
Harika gidiyordu yalanlar bakımından. İkisi de seri bombalıyordu birbirlerine. Ama tüm bunların kısa sürede tükenmesi derdine deva olarak gelen taco’ ların tadı bir harikaydı. Yarıya kadar hızlıca girişen çift, yarıdan sonra daha çok içecek tüketmeye ve yavaşlamaya başladı. Stacey’ nin ağzı sağlam bir guacamole soslu taco’ dan yanmış Asım seri gazoz taşımıştı.
İlk bitiren de Asım oldu. Stacey ise son kalan 2 taco ile kesişiyordu.
‘‘ İstersen yardım edebilirim, tek başına üstesinden gelemeyeceksin gibi duruyor ‘‘ dedi.
Stacey savunmaya geçti. ‘‘ Hayır, sona hangisini bırakmam gerektiğine emin olmaya çalışıyorum ‘‘ dedi. Sarhoşluğundan artık eser kalmamıştı ama midesi de ufak tefek oynamaya başlamıştı.
Tabağın son kalıntıları da temizlendikten beş dakika sonra ‘‘ bir temiz hava alsam iyi olur ‘‘ diyen Stacey ile birlikte dışarı çıkan Asım kendini Stacey’ nin kusabilmesi için yardımcı olurken buldu. Kadın utanç içinde iki kamyonun arasına konumlandırmıştı kendisini ama Asım çok rahat bir şekilde yanında durup ortaya çıkan iğrenç kokuya da hiç aldırmadan kadına yardım etmeye çalışıyordu. Kadın buna hayret etti.
Berbat bir ilk buluşma hatırası diyebiliriz.
Stacey tam olarak ayılmış kendini suskunluğa ve içtiği sigaranın elinde santim, santim kısalmasını izlemeye dalmıştı. Asım hem bir şişe su almak, hem de hesabı ödemek üzere kısa süreliğine restorana geri döndü. 43,5 dolar hesap için 6 dolar bahşişle düz hesap 50 dolar verdi. Kadın gülümseyerek kasa fişini de almasını istedi. Fişin çıkmasını beklerken Asım kâğıdın arkasında makine baskısı olmayan bir karalama ilişti gözüne.
Fiş çıktı, eline aldı. Kasiyer teşekkürler yine bekleriz diyerek sıradaki müşteriye yöneldi. Asım ise fişi inceliyordu. Arkasındaki karalama tamı tamına enlemesine kâğıdı kullanacak şekilde yazılmıştı. Misal su almamış olsaydı böyle olmayacaktı. Anlam veremedi hiçbir şekilde nasıl olabildiğine ve bu nokta da düşünüp sorgulamayı bıraktı.
Okudu…
Paolo Baresi, Milano Viale Bligny 1
‘‘ Yeni rota ne çabuk…’’
İtalya…
Asım yazılanları iyice hafızasına kazıyıp fişi ağzına attı. Artık daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyordu. Kâğıdın tadı iğrençti. Azı dişleriyle çiğneyerek kâğıdı küçültüp olabildiğince ufak bir parça haline getirdi ve yuttu. Stacey’ nin yanına geldiğinde boğazından aşağı kaydırmaya çalışıyordu.
‘‘ Garip garip ne yutkunuyorsun, söyle yoksa miden mi bulandı senin de? ‘‘ dedi Stacey. Asım’ ı kusacak sandı. Belki de Taco’ larda sağlıksız olan bir şey vardır diye de düşündü. Don Taco’ yu elleriyle mühürlemek hiç güzel olmazdı.
‘‘ Hayır hayır ben iyiyim, sigaradan herhalde gıcık oldu, hadi doğrul seni evine bırakayım ‘‘ dedi Asım.
Stacey ayaklandı çöküp oturduğu yerden. Göründüğünden biraz daha yorgun hareketlerle ilerledi Asım’ ın arabasına doğru.
‘‘ biz neden hiç konuşmuyoruz? ‘‘ dedi Stacey patika yolda arabada sallana sallana giderken.
Asım kadının ne kastettiğini anlamamıştı.
‘‘ Konuşuyoruz ya, küs müyüz? ‘‘ dedi, gözünü yoldan ayırmıyordu.
‘‘ Her görüştüğümüzde Bişey yapıyoruz, bir gündem var dolu ya izliycez, ya yiycez ya içicez, seni hala doğru dürüst tanımıyorum ‘‘ dedi. Sallantı midesini bulandırıyordu, kendini kötü hissediyor olmak da lafını esirgememesine yardımcı oluyordu. Bu lafını esirgememe durumunda kendi güvenlik duvarlarını da aşma vardı çünkü.
‘‘ Bilmem, herhalde daha yeni tanıştığımızdan. İkimizi de sıkmayacak şeyler yapmaya çalışmamızdan. Ben bu konularda tecrübeli değilim şerif, yaptığım ya da söylediğim şeyler olumlu sonuç vermiş tecrübelerin eseri değil ‘‘ dedi.
Eve yaklaşmışlardı. Stacey konuşmayı devam ettirmedi.
Arabadan nazikçe indi, evin verandasındaki salıncak mindere oturdu. Bir sigara yaktı. Asım izin istedi o arada ama nefes çekmekte olan Stacey ‘‘ mmm ’’ diyerek 1 dk işareti yaptı.
‘‘ işte sana bir sonraki buluşma randevumuz, bu veranda ve sen ve ben. ‘‘
‘‘ Anlaşıldı şerif, konuşacağız ‘‘ dedi.
Arabasına binip uzaklaşırken ise ne konuşacağını düşünüyordu.
***
Tasarımcı elinde büyük bir demet buğday başağı ile malikânenin büyük arka bahçesinde demir çitlerle ve sürgülü kapıyla bölünmüş bir alana girdi. Yağmur toprağı ıslatmış çamur etmişti. Paçalarının ve havalı ayakkabılarının çamura batmasına aldırmaksızın adımlarını saygıyla atarak yürümeye özen gösteriyordu. Bir süre sonra ilerledikçe sağında solunda tek tük mezar taşları belirmeye başladı.
Aile mezarlığı…
Buradaki en yeni mezar, babasının mezarıydı. Başucuna geçti, usulca ve saygıyla bıraktı buğday başaklarını toprağının üzerine. Mezar taşının üzerinde isim yoktu, sadece tarih vardı. O da öldüğü tarih. Oğlu tarafından öldürüldüğü tarih.
‘‘ Boynuz kulağı geçti, güçlü güçsüzü yendi, daha çok isteyen niyetini belli etti ‘‘ dedi. Babası o koltukta çok uzun yıllar geçirmiş, artık yorulmuş ve tasarıma dair, yaptıkları görevin muvaffakiyetine dair inançları da seyrelmeye başlamıştı. Zaten tam bu noktada görev devir teslim olmuştu.
Zaten hep öyle olurdu…
Her ay dönümünde artık buraya gelecek, atasına saygısını sunacak ve sonra da görevine devam edecekti.
Aniden arkasından yaklaşıp kollarını bacaklarına dolayan birisi tüm huşu içindeki düşüncelerini ve yaşadığı anı mahvetti.
‘‘ Babaaaa ‘‘
Oğlu sinsice arkasından yaklaşmış ve babasına bir sürpriz yapmıştı. Siyah saçlı esmer tenli kocaman gözlü bir çocuktu ve babası bir miktar canını yaktığı için bu hareketiyle birazcık gözleri nemleniverdi aniden.
‘‘ Burada böyle bağırılmaz, burada oyun yok ‘‘ dedi.
Çocuk korkmuştu, tek istediği biraz sevimlilik yapmak babasından da sevgi görmekti.
Hiç görmediği…
Adam çocuğunu yere indirdi ve elinden tutup eve getirdi. Yaşadığı saygı anı bozulduğu için sinirliydi. Çocuğu kendisine korku dolu gözler ile bakan annesine doğru getirdi ve elini bırakıp oğlunu verdi. Çocuk dönüp baktığında tasarımcının gözünde bir anı canlandı.
Geleceğe dair bir anı…
Başını sunağa yatırmadan önce son kez büyümüş ve yerini alacak olan oğluna baktığını, oğlunun elindeki taşı, ölümünden önceki son birkaç saniyeyi.
‘‘ Bu yaşanmak zorunda değil ‘‘ diye geçirdi içinden.
Bu sefer sapmayacak bir rota oluşturulabilir.
***
Asım ertesi sabah şirkete telefon edip kendisi için vize Avrupa vizesi başvuruları yapılmasını, İtalya’ ya bir uçak bileti alınmasını istedi. Bilet sadece gidiş olarak alınacaktı her zamanki gibi. ‘‘ Firmalarda görüşmelerim ne kadar sürer bilmiyorum, dönüşü oradan ben hallederim ‘‘ demişti sekretere.
Yolculuk için ufak bir çanta hazırladı, televizyonda haberleri izledi. Saati geçirmeye çalışıyordu öylesine.
Sonra bir not defteri çıkartıp kalemi eline aldı ve düşünmeye başladı.
Ne konuşacağına dair notlar almak istiyordu.
‘‘ Hangi renklerden hoşlanırsın? ‘‘ yazdı. Sonra da karaladı.
‘‘ Favori rengin hangisi? ‘‘ yazdı. Sonra onu da kağıttan renklerle alakalı muhabbet açmaya dair salak fikrini de beyninden karaladı.
Kalktı ve bir kahve yaptı kendine, bir de sigara yakıp ayaklarını kanepeye doğru uzattı ve tekrar kâğıt kalemi eline aldı.
‘‘ Benimle evlenir misin? ‘‘ yazdı.
Gülümsedi.
Tasarım, yaşam, ölüm, rota, biz, onlar…
Hepsi aklından öylece silinip gitti bir an için. Hayaller kapladı bunların yerini. Bir kız çocuğu hayal etti kucağında, tombul yanaklı sırıtık bir şey. Pembe bir tulumun içinde görüntüsüne göre birazcık ağır, gürbüz bir kız çocuğu.
Hayalin içine önce tasarım karıştı. Sanki bir uğultu kafasını şişirmiş ve balon gibi yapmıştı. Zapt edilmiş gibiydi hayali. Elektrikli sandalyede infazını izleyen kızını ağlarken gördü, büyümüş kocaman olmuş güzel bir kız çocuğuydu.
Sonra yaşam karıştı, kendisini yine yetişkin olan kızıyla birlikte bir ormanın içinde gördü, saklanıyorlardı.
Sonra Ölüm karıştı, kızı bu sefer daha küçüktü, yüzünü Asım’ ın karnına gömmüş ağlıyordu, Stacey’ nin mezarının başında.
Sonra rota karıştı, kızını bir adamın boğazını keserken gördü, hiç gözünü dahi kırpmıyordu.
Sonra da biz ve onlar…
Bir savaş alanı gördü, binlerce tuhaf eski püskü kıyafetli kişi taşlarla ve sopalarla birbirleri ile savaşıyordu.
En son tekrar kızını gördü, yüzü çamur ve kan içinde, annesinden aldığı mavi gözleri pırıl pırıl parlıyordu.
Kız gülümsüyordu…
Sanki kendisine dönmüş gibi hissetti, bir şey söyleyecek gibi. Kız ağzını açtı…
Asım ayıldı…
Yaktığı sigara çoktan küllükte ziyan olmuş sönmüş gitmişti, kahve buz olmuş Asım ise terden sucuk gibi olmuştu.
‘‘ Kâbus ‘‘
Böyle geçirdi içinden…
Birkaç saattir uyuyor olmalıydı, ya da hayal görüyordu. İçini berbat bir his kapladı. Kendisini bu göreve ait hissediyordu. Kendisini ait hissettiği tek şey de buydu zaten. Ama kızı…
Daha doğmadan, daha ihtimali ancak ancak ortada dolaşıp daha sadece lafı geçmişken; onu koruma içgüdüsü ile dolup taşmıştı.
Bir sigara daha yaktı ve doğrulup oturdu. Birkaç dakika sonra gördükleri zihninde silikleşip hatırasını terk edip gidecekti.
***
Mark’ ın sesi telsizden oldukça yüksek çıkıyordu, adam telaşla bağırıp destek istiyordu tüm birimlerden.
‘‘ Tekrar ediyorum, 10-71 ve olası 10-70 vakası var, Braddock gölünde gençlerin festivali vardı, ateş etme sesleri var, birden fazla silahtan hemde. Birileri katliam yapıyor’’ Fairfax.
Yardımcı şeriflerin tamamı, gönüllü devriye ordusu ve nihayetinde Stacey olay yerine doğru hemen harekete geçmişti. Stacey başında korkunç bir ağrı ile böyle bir ana yakalandığı için küfürler yağdırıyordu. Bir yandan aldığı bilgilerle elindeki polis gücünü yönlendirmeye çalışıyordu, bir yandan da olay yerine hızla ulaşmaya çalışıyordu.
Saldırganlar 2 kafası atık ergenden ibaretti. İkisi de babalarının silahlarını, mühimmatlarını almış, okulun düzenlediği eğlenceyi basmış ve ölüm saçıyorlardı. Kaçışan çocuklar, bazı veliler ve öğretmenler kurtulmuş, birkaç kişi ise cansız yerde yatıyordu.
Stacey park alanının dışına yol ortasına aracını park etti. Yardımcılar çevreyi ablukaya almış, gönüllü devriye ordusu ise çatışmaya girmemek için zor zapt edilerek belli bir mesafede kaçmalarını engellemek üzere önlem almış ellerinde tüfeklerle bekliyorlardı.
Stacey belli bir mesafeye yaklaşıp görüntü almaya çalışıyordu. Görebildiği kadarı ile 2 çocuk 20 ye yakın kişiyi yere birbirinin üstüne yatırmış, ellerini başlarında tutturuyordu. Biri silahla onları tehdit edip bir şeyler söylerken, diğeri de ortalığı gözlüyordu.
Şerif aracın hoparlörüne konuştu.
‘‘ Etrafınız sarıldı teslim olun, silahlarınızı yere bırakın ve 3 adım uzaklaşarak ellerinizi havaya kaldırın ‘‘ diye anons yaptı.
Anonsun bitmesi ile bir silah sesi daha duyuldu.
Saldırganlardan birisi, karşısındaki korku ile ölümü bekleyen güruhtan birisini daha öldürmüştü.
‘‘ hayır lanet olası ‘‘ diye haykırdı, bu sefer telsize konuştu.
‘‘ Ateş serbest ‘‘
Şerif yardımcısı Mark varlığını hissettirmeden saldırganlara yaklaşmaya başladı, çömezleri de sağa sola pozisyon almaları için gönderdi. Stacey ise hiç bu kaygıyı duymadan park alanına doğru yürüyordu. Bu esnada silahını çekmeye hazırlanıyordu.
‘‘ çocuklar ölüyor ‘‘ dedi içinden.
Kılıfından Smith&wesson silahını çıkardı, horozu kaldırdı ve nişan alarak ilerlemeye başladı.
‘‘ Yaklaşma fahişe gelme dedim ‘‘ diye bağırdı saldırgan. Yüzü şeytan gibi bakan, gözlerinin altı çökük bu katil, kendisi de daha bir çocuktu.
Stacey durmadı, ilerlemeye devam etti ve bu bütün oyunu bozdu. Mark’ da arkadan diğer saldırgana yaklaşıyordu. Aniden silahlar patladı. Saldırgan silahını rehineden şerife doğru doğrultup ateş etti, şerif saldırganın hareketinin başlangıcında ateş etti, mark ise kendisine arkası dönük olan diğer saldırganın bel altını hedef almıştı.
Silah seslerini çığlık sesleri takip etti.
Rehinelerden birkaçı bayılmış, birkaçı kaçabileceğini anladığı anda son hız kaçmaya başlamıştı. Saldırganlar birisi omzundan diğeri bacağından vurulmuş şekilde yerde yatarken şerif ise göğsünden vurulmuş bir şekilde yerde yatıp ağacın dallarının rüzgârda savrulmasını izliyordu.
Göğsündeki sıcaklık ve acının kaynağına baktı, tam ortadan bir yerlerde görünüyordu. Kalbi sanki sol kulağında atıyor gibiydi. Yattığı yerde kafasını önünü görecek kadar kaldırmak bile zor geldiği için geri yere yasladı ve ağaç dallarına ve dalların arasından sızan güneş ışınlarının yarattığı oklara odaklandı.
Çok geçmeden karanlık ışığın, sessizlik ise tüm o çığlık ve bağrışların yerini aldı.
***
Asım haberlerde olayları gördüğü gibi fırladı evden telaşla. Stacey’ nin ölmesi hiç olacak şey değildi. Hem öngörülmüş rota açısından, hem de…
Hayatında normallik adına, doğru dürüst bir şeyler yaşama adına tek pencere oydu. Ancak oradan baktığında, onunla olduğunda bazı şeyleri unutup kendisine ait bir yaşantının da olduğunu idrak edebiliyordu. Arkasında şimdiden cesetler bıraktığı mola yerleri ile dopdolu bir rota izliyordu hayatı. Önünde de sayısız olarak yeni cesetler bırakması ihtimali vardı.
Yakalanmadığı veya ölmediği, öldürülmediği sürece tabi.
Ama tüm bunlara rağmen yine de bir aile sahibi olabilirdi. Kendi içine doğduğu ailede o sıcaklığı hiç yaşayamamış, sevgisizlikle geçen bir çocukluk, yalnızlıkla geçen bir ilk gençlikten sonra her şey anlamsızlaşmış ve değersizleşmişken kendini bulduğu bu yeni amaç ve görev hayatına anlam katmıştı evet ama aile.
Bir kız çocuğu…
Uyurken sarılacak, yalnızlığı defedecek bir kadın…
Bunlarla arasında şu an tek engel, Stacey’ nin vücuduna isabet eden kurşundu.
‘‘ Olmayacak, ona bir şey olmayacak ‘‘ diye sayıklıyordu arabayla hastaneye doğru giderken.
Arabanın camını açıp bir sigara yaktı, eli titriyordu ve sigarayı içmeye çalışırken ağzı da titriyordu. Hayatında ilk defa bu kadar kaygılandığını ve gerildiğini düşünüp fark etti. Peki, tüm bunlar gelen nottan ötürü müydü yoksa o not gelmiyor olsa dahi bu kadın için bu kadar endişelenir miydi bilemedi.
Sadece gaza bastı, pedal sonuna yaslanana kadar…
Sigaranın çoğunu arabanın camından dışarıya uzattığı elinde tutarken rüzgâr içti. Belki birkaç nefes çekebilmişti hepi topu. Hastaneye yaklaştıkça gözle görünür hale gelmeye başlayan kalabalık ve araç trafiği acil girişine geldiğinde mahşeri bir hal almıştı. Silahlı saldırı kurbanlarının aileleri, içeriden haber bekleyen yaralıların aileleri, polisler, gazeteciler, meraklılar…
Asım olmadık bir yere arabayı bıraktı ve kapısını kilitlemeyi bile unutarak kalabalığın arasına doğru girdi. İnsanları ite kaka, ‘‘çekilin, yol verin ‘‘ diye diye içeriye doğru ilerledi. Ardında çıkan homurtuları ve bazı küfürleri duymazdan geldi. Herkesin yüzüne bakıyordu, şerif departmanında gördüğü tiplerden birisine ulaşmaya çalışıyordu.
Çömez yardımcılardan Liam’ ı gördü. Hemen ona doğru seğirtti.
‘‘ Durumu nasıl, söylesene Stacey’ nin durumu nasıl? ‘‘ diye feryat eder gibi resmen yakasına yapıştı. Ne yaptığını çok da bilmez bir haldeydi. Çömez Asım’ ın yakasındaki ellerine, sonra da adamın kendisine baktı. ‘‘ Sen kimsin be? ‘‘ dedi.
Asım ‘‘ bırak kim olduğumu şimdi, iyi mi söyle hadi, ağır mı durumu? ‘‘ dedi. Liam özel bir durum olduğunu anladı. Zaten şerif ile pek bir mesai haricinde diyaloğu yoktu. Kadın işte de, iş dışında da en çok şişelerle diyalog halindeydi zaten ona göre. Yakın zamanda kovulacağını ve kendisinin de o yıldızı göğsüne takma yolunda hızlı adımlar atabileceğini düşünüyordu.
Ama böyle olmasını istememişti tabi.
‘‘ Durumu iyi değil, bak ben de çok bir şey bilmiyorum tamam mı dostum ‘‘ dedi Asım’ ın ellerini yakasından kurtarırken. ‘‘ bir sakin ol ‘‘ diye de ekledi.
Asım hiç sakin olabilecek gibi değildi.
‘‘ onu görmem lazım hemen ‘‘ dedi. Liam’ ın yanından acil müdahale odasının içine daldı. Kapının önündeki hademe ‘‘ napıyorsun, çık dışarı ‘‘ diye bağırdı ama Asım dinlemedi. Doktorlar ve hemşireler ile etrafı sarılı olan Stacey berbat görünüyordu. Her taraf kan içindeydi, kadın terlemiş yüzü gömleği kan ve terden kuru hiçbir yer kalmayacak şekilde ıslanmıştı. Bilinci kapalı olduğu halde yüzünde bir acı ifadesi vardı ve bu ifade Asım’ ın canını acıttı.
Sonra acıttığı canları düşündü, sinirle başını iki yana salladı ve doktorların yanından sedyenin diğer tarafına geçip kadının elini tuttu sıkıca. Stacey’ nin eli ıslak ve soğuktu. Ölüm gibi soğuk…
Onu durdurmak isteyenlere de yumruğunu kaldırıp ‘‘ sakın deneme, sakın ‘‘ dedi. Belki de hayatında ilk defa bu kadar sinirli, gözleri deli deli bakan bir görüntüye bürünmüştü hayatında. Hemşirelerden birisi güvenliği ve girişte bekleyen diğer şerif yardımcılarını çağırmak üzere kapıyı açtı. Liam bu arada içeriye daldı ve ‘‘ hey sen, sen kimsin çık dışarı, insanların çalışmasına engel oluyorsun ‘‘ diye bağırıp üstüne yürüdü. Asım’ ın Şerif’ in elini bırakmaya niyeti yoktu. Liam’ ın ardından odaya giren Mark’ ın Asım’ ı tanıdığını, Stacey’ nin arkadaşı olduğunu söylemesi ile ortalık biraz duruldu.
Mark Asım’ ın yanına sakince geldi. ‘‘ Hadi gel dostum, bırakalım da işlerini yapsınlar’’ diyip koluna girdi ve bu sakin yaklaşım işe yaradı, Asım ardına baka baka kapıya doğru ilerledi Mark ile beraber dışarı çıktılar.
Asım nefes nefeseydi. Astım krizi geçirir gibi nefes nefeseydi hemde. Öfkesi durulmuyordu. Mark genç adamın bu derece Stacey için üzülüp etkilenmesini tam olarak anlayamıyordu tabi. Daha birkaç gündür falan görüştüğünü biliyordu, o da yani öylesine. Üstüne hiç konuşmamışlardı bile. Stacey pek özel hayatı olmayan biri olduğu için ne kendi anlatmayı ne başkasınınkini dinlemeyi sevmezdi.
‘‘ İsmin neydi senin? ‘‘ diye sordu Mark.
Asım şerif yardımcısına alevli gözlerle baktı. Sanki şimdi çok mu lazım adımı öğrenmesi diye geçti içinden. ‘‘ Asım ‘‘ dedi. Eline bakıyordu. Stacey’ e dokunduğunda kanı bulaşmıştı.
Eline bulaşan ilk kan değildi tabi ama, bu seferki…
‘‘ Bak Asım, Stacey’ nin hayatında bu kadar onu önemseyen birisinin olmasına sevindim. Ama hareketlerin doğru değil. Bırak herkes işini yapsın, o iyi olacak tamam mı bunu herkes istiyor burada. Olay çıkarma ‘‘ dedi.
Asım duymadı bile. Kendini kaybetmiş gibiydi. Hiç deneyimlemediği bir his, bir kayıp korkusu ile boğuşuyordu.
Rota…
Tasarımcı, tasarımcılar nasıl bir grupsa bunlar geleceği görüp felaketleri önlemeye çalışıyorlardı. Ama bir de karşı ekip vardı, bundan bahsedilmişti kendisine. Kendi istedikleri rotayı oluşturmaya çalışanlar. Yakın zamanda olmasa da geçmişte kazandıkları olmuştu. Bunu da tasarımcı bizzat kendisi söylemişti. O zaman hiçbir şey mutlak değil, Stacey’ nin yaşaması da garanti değil.
Bir kızları olacağı söylenmişti, bu da rota ile alakalıydı belli ki. ‘‘ biz bir rota belirlerken, birileri de bizim rotamızı bozmaya çalışıyor demek ki ‘‘ diye düşündü. Artık tüm bu görevi, kaderi, rotayı benimsemiş ve onlarla ‘‘ biz ‘‘ olmuştu.
‘‘ Stacey’ yi korumam lazım ‘‘ dedi. Sesi yüksek sesle çıkmıştı ve Mark duydu.
‘‘ Ne demek koruman lazım, neyden kimden? ‘‘ diye çıkıştı Asım’ a. Asım düşünceli, düşünceli olan biteni çözümlerken bu cümleyi cevap vermesi gereken bir sual olarak algılamadı. Mark, Asım sorusunun üstüne yüzüne bile bakmayınca tekrar sordu ‘‘ sana diyorum be adam, kimden koruyacaksın? ‘‘ diyip Asım’ ı sağ omzundan hafifçe itekledi.
Adam kendine geldi ve Mark’ ın yüzüne baktı. Onu bile kastettiğini belirtmek istercesine ‘‘ Herkesten…’’ dedi ve bir köşeye oturdu.
Mark adamın halinden hiç ama hiç hoşlanmamıştı. Deli deli hareketleri olduğunu düşünüyordu ve gözünü üstünden ayırmayacaktı.
Saatler geçti, yoğun bakıma alınanlar, hayati tehlikeyi atlatanlar, atlatamayıp öldüğü ilan edilenler oldu. Ağlayanlar, bayılanlar, sağa sola koşuşturanlar, çılgın bir hareketlilik yaşandı hastanede. Tüm bu hareketliliğin içindeki tek sabit Asım’dı.
Oturduğu yerde taş gibi bekliyor, Şerif’ in ameliyatına giren doktorların çıkmasını kolluyordu. Düşünceleri zorlukla savuşturuyor, bazen de savuşturamayıp o rüzgâra kapılıp gidiyordu.
Nihayetinde ameliyathaneden bir doktor oldukça endişeli bir şekilde çıktı.
‘‘ Ameliyat devam ediyor ama 0 rh negatif kana ihtiyacımız var. Son üniteyi bağladık, diğer hastaların da ihtiyacı olacak. ‘‘
Asım kolunu uzattı, ‘‘ ne kadar lazımsa alın ‘‘
Mark telsize kan ihtiyacı ile alakalı anons geçerken Asım’ da doktorla birlikte içeriye hemşirenin yanına kan vermeye gidiyordu.
***
Stacey’ nin bedeni ameliyat masasında tamam – devam mücadelesi verirken, zihni rüyalar aleminde dolanıyordu.
Birilerinden kaçıyordu, yanında da bir adam vardı. İkisinin de kim olduğu hakkında bir fikri yoktu. Arkadan bebek ağlama sesleri gelip duruyordu.
‘‘ Nereye gidiyoruz ‘‘ dedi yanındaki adama.
‘‘ Kızını kurtarmaya ‘‘ dedi adam.
Arkadan gelen ayak sesleri hızlanmaya ve daha da yakından gelmeye başladı.
‘‘ Kızım yok benim, kızım yok ki ‘‘ dedi Stacey. Ama koşmaya da devam ediyordu.
‘‘ Soy tükeniyor anlamıyorsun sen, tek çare senin kızın ‘‘ dedi yanındaki adam. Bu lafın üstüne Stacey onu elinden tutup koşturan adamın yüzünü görebildi, ama tanımıyordu.
Arkadan koşturan kişi bu yavaşlamadan faydalandı ve yetişti. Yanındaki adamı bir yumrukla yere serdi ve Stacey’ i omuzlarından yakaladı.
Gözlerinin içine baktı.
Bu kişi Asım’ dı.
‘‘ Kızımızı benden alamazsın ‘‘ dedi.
Stacey gözlerini açtığında gözyaşları da hapis kaldıkları yerden firar edercesine yanaklarına doğru boşaldı.
Gözlerini açtığında rüyasında / kabusunda gördüğü adam, Asım, yanındaydı.
Gözlerini açtığına, açabildiğine çocuk gibi sevinen bir halde gördü onu. Aydınlığın ıslak gözlerinde oluşturduğu buğulu görüntüye alıştığında bu ifadeyi daha da rahat seçebildi. Algısı açıldığı gibi acıyı da hissetmeye başladı. Göğsündeki yara nefes alıp verdikçe keskin bir acı çektiriyordu.
Asım’ ın bir şeyler dediğini duydu. Sesler suyun altından duyuluyormuş gibiydi. Morfinin etkisi henüz geçmemişti. Asım’ ı izledi. Adam koşturarak gidip birilerine seslendi ve peşinden önce hemşire sonra da doktor ile birlikte şerif yardımcıları da hücum ettiler. Herkesin yüzünde bir rahatlama ve sevinç göstergesi vardı.
Doktor hayati değerlerini, nabzını, tansiyonunu ve ekrandan diğer başka verileri inceledi hemşireye de bir şeyler söyleyerek odayı terk etti. Stacey yavaş yavaş kendine geliyordu. Odasında açık olan Tv’ yi fark etti. Tv’ de kız kardeşi kendisine uzatılan bir mikrofona konuşup bir şeyler diyordu. Gözleri yaşlı gibiydi ama gülümsüyordu da.
Gördüğü rüyayı hatırlar gibi oldu ama her geçen saniye sanki tahtadaki yazıyı silmek için üstünden geçen silgi gibi geçip gidiyordu. Birkaç dakika sonra hiçbirini hatırlamayacaktı bile.
Asım tekrar Stacey’ nin yanına geldi. Elini tuttu. Soğuktu kadının eli. Şerif yardımcıları tuhaf bakışlar atmaya devam ederken bu sefer de içeriye Lizzy geldi. Asım kadının elini bırakmak zorunda kaldı. Stacey’ nin kardeşi göz yaşları ve gülücükler içerisinde bakıyordu kardeşine.
‘‘ bir kahraman ‘‘
Birçok çocuğun hayatını kurtarmış ve bunu yaparken de kendi canını hiçe sayarak hareket etmiş bir Amerikan kahramanı olarak görülüyordu Stacey ve fakat henüz farkında değildi bu gelişmelerin. O sadece göğsündeki acı, elindeki Asım’ ın dokunuşundan kalan sıcaklık, kardeşini görmenin mutluluğu gibi karmaşık hislerle doluydu. Zor açtığı göz kapakları ise tekrar kapanmanın peşindeydi.
Göz kapaklarının bu sessiz çığlığını duymuşçasına içeri gelen hastanenin baş hekimi içerdeki herkesi dışarıya kışkışladı. Geriye sadece Asım kalabilirdi çünkü kendisini bir şekilde refakatçi yazdırmayı başarmıştı.
‘‘ Nesi oluyorsun ki sen ‘‘ sorusuna verdiği cevap birçok dedikoduyu da doğurmuştu zira.
‘‘ Erkek arkadaşıyım ‘‘ demişti çünkü tam da ‘‘ biz evlenecektik ‘‘ demeden önce.
Lizzy ile de bu arada tanışma ve sohbet etme gibi bir durumları olmuştu. Lizzy kardeşi ile bu kadar alakadar olan bu yabancı adamı tanımak istemiş adeta kene gibi yapışmıştı. Yıllar boyunca beraber yaşadığı kocasının bile manyak çıkmasından sonra herkese ayrı bir şüphe ile bakan ve yaklaşan, paranoyaklığın sınırlarında gezen Lizzy öncelerde pek hoşlaşmamıştı ama sonrasında adamın kardeşine olan ilgisi, özeni dikkatini çekmişti. Anlattığına göre bir iş adamı olan bu yabancı her işini bırakmış Stacey’ nin başında beklemişti ve hatta kan ikmali lazım olduğunda da en önden kan bağışında bulunmuştu. Nadir bir kan grubundan olan ablası ile aynı gruptan olmasını da enteresan bir tesadüf olarak görmüştü.
Asım sanki aileden biri gibi hareket etmişti bu süreçte.
Her işini bırakarak…
Tam da bunu düşünüyordu şu anda Asım. Düşünmeye de zorlanmıştı zira. Son not; son görev geldiğinden beri bu konuda hiçbir şey yapmamıştı. Sadece yolculuk için hazırlık, vize işlemleri vs.
Ama bir yandan Stacey’ nin hayatta olması, hayatta kalması da rota ile alakalıydı. Gömleğinin ön cebindeki puroyu yokladı. Eğer Stacey ölseydi.
Kızı?
Tasarımcı ‘‘ kızının annesi ‘‘ demişti evet isim vermemişti ama hayatında zaten başka birisi yoktu, kast edebileceği başka hiç kimse yoktu. Ayrıca bunu duyduğundan beridir de kadına olan bakışı da değişmeye başlamıştı içten içe.
‘‘ Hastaneden çıktığın gün bunu seninle tüttüreceğiz ‘‘ demişti Asım Stacey’ nin başında gece refakatçi beklerken.
Tasarımcının bahsettiği düşmanları düşündü daha sonrasında. Belki de onlar da ‘‘ bizim ‘‘ çizdiğimiz rota ile mücadele edip onu engellemeye çalışıyorlardır.
Her şey illa cinayetle mi çözülmek zorunda?
İki gündür hastanedeydi ve doğru dürüst bir şey yememişti. Kahverengi gözleri iyice çökmüş altlarında torbalar oluşmuştu uykusuzluktan da. Artık Stacey’ nin uyandığını da gördüğü için biraz rahatlamıştı. Bu rahatlama hemen açlığın gündeme gelmesi ile sonuçlandı. Hastanenin kafeteryasına gidip bir sandviç ve Mountain Dew marka gazoz aldı. Amerika’ nın kafein oranı en yüksek gazozu. Uykuyu savuşturmak için istediği kahveyi de bulamadığından bu içeceğe dadanıp durmuştu zaten.
Kafeteryada oturanlardan bazı insanlar – ki bunlar şerif yardımcıları ve onların eşrafından ibaretti genelde – ara sıra cins bakışlar atıyorlardı Asım’ a. Daha birkaç gündür şerifin etrafında görmeye başladıkları bu adamın mesnedini merak ediyorlardı. Araları çok sıkı fıkıysa bile zaten Stacey kimseye bir bok anlatmadığından özel hayatı ile alakalı, zaten bilgileri olamazdı ama yine de dedikodular gün ve saat geçtikçe hatta daha da hızlanıyordu.
Asım sandviçini bitirdi, dışarı çıkıp üst üste birkaç sigara içmenin zamanı gelmişti. Gazozunu bitirdi ve peçeteye ağzını sildi.
Peçetenin içine yazılmış notu fark etmesi çok zor olmamıştı. Artık zaten paranoyak gibi eline geçen her şeyin altını üstünü kurcalar, etrafı dikkatli inceler olmuştu. Televizyon izlerken geçen altyazıları, yaptığı ödemelerin fişlerinin önünü arkasını, her yeri…
Bu sefer zaten farklı bir durum vardı ve gözüne çok çok hızlıca çarptı.
Not kırmızı kalemle yazılmıştı…
Tehdit gibi…
Paolo Baresi, Milano Viale Bligny 1 !!!!!!!!!!
Aynı isim, aynı adres ama 10 tane ünlem ile birlikte. Kafeteryanın kasiyerine baktı, ödeme yaptığı kız değildi bekleyen, başka birisi bir adamdı. ‘‘ Acaba o kız mı, bu adam mı bizden ‘‘ diye düşündü.
Sonra da vazgeçti bunu düşünmekten zira tehdit edilmişti bir nevi…
Asım peçeteyi cebine koydu ve lavaboya gitti. İşini bitirdikten sonra da peçeteyi kullanıp üstüne sifon çekti.
Sinirliydi…
Aslında sinirlenip sinirlenmemesi gerektiğine de tam emin değildi. Burada Stacey ile kalmak yerine görev için İtalya’ ya gitseydi ne değişirdi? Hiçbir şey. Evet kan vermişti ama o kan grubunda tek kişi değildi ya koca ülkede. Ama yine de içi rahat etmemişti. Stacey ile kurmaya başladığı ağ görev için önemliydi.
Kendisi içinde.
Hastanenin dışına çıkıp bir sigara yaktı. Arttırmıştı bu hastane sürecinde ve bunun farkında olarak yaktı. ‘‘ Belki de bu içtiğim bir dal sigara yüzünden kızım ile bir gün daha eksik yaşayacağım bu hayatı ‘‘ dedi içinden. Bu kadar hayallerine giren, devamlı aklında olan ve heves ettiği bir şey ile olan vaktini bilerek azaltıyor olduğunun farkında olarak bir nefes daha çekti. Düşünceler düşünceleri kovaladı. İnsanların sonunun felaket olacağını bile bile yaptığı onca şeyi düşündü. Hissettiği şey bir yok olma güdüsüydü, insanlarda da dünyada da. Ancak bu şekilde daire tamamlanacak, ancak bu şekilde görev tamamlanacak ve başka türlü sanki olmayacak gibi hareket ediyordu herkes ve her şey. Bazen bunun farkında olarak, bazen ise olmayarak.
‘‘ Ben değil ‘‘ dedi içindeki ses. Cinayetler işlerken, bunları yaparken türlü yakalanma, öldürülme ve idam riskleri alırken hem de. Çünkü tasarımcının çizdiği rotaya hizmet ettiği sürece attığı her adım kutsanmış gibi başarı ile sonuçlanıyordu.
Zamanın içine gizlenmiş kaderin tasarımını okumaya çalışıyordu. Stacey ile karşılaşması, burada olması yine bir cinayet vesilesi ile olmuştu. Yani gidişata bir müdahaleydi bu. Bu müdahale sonucu tanışmaları da düzeltilen rotanın bir geri dönüşüydü. Bu tanışmanın bir aile kurmaya ve çocuk sahibi olmaya dönmesi de. Peki Stacey’ nin ölümden dönmesi?
Bu olay onu kadına daha da yaklaştırmış, belki ondan bir çocuk sahibi olmayı görev olarak görecekken, bunu direk ister hale gelmesine sebep olmuştu. Ölebileceği düşüncesi aklını kemirdiğinde kafasını sağa sola sallayıp sanki düşünce kulaklarının etrafında dolaşan bir sivri sinekmiş gibi onu kovalamaya çalışıyordu.
Tasarım bu kadar ince detaylı kurulabilir miydi? Ya da rotadan sapmaması için bu kadar bel altı vurabilir miydi keskin dümen hareketleri. Yoksa bu tamamen karşı tarafın çizmeye çalıştığı rota ile alakalı mıydı? Belki de onlar da Stacey’ nin varlığını ve eğer haberdarlar ise olacak çocuğu tehdit olarak gördüklerinden dolayı elimine etmeye çalışıyorlardı.
‘‘ Biz ve karşı taraf ‘‘ dedi Asım sigarasının izmaritini ayakkabısının ucu ile çiğnerken. İşin ‘‘ Biz ‘‘ kısmını anlamıştı anlamasına üç aşağı beş yukarı. Ya da anlaması gerektiği kadar, ona anlatılıp gösterilen kadarını anlamıştı. Ama karşı taraf? Şu an için bir muammaydı. Tek bu konuda bildiği tasarım var oluşu temsil ediyor ise karşı tarafın da yok oluşu temsil ediyor oluşuydu.
Yok oluş yeni bir düşünce öbeği olarak serildi önüne. Ömrünün akil baliğ olduktan sonrasının büyük kısmını inançsız, daha doğrusu inancına küskün ve gücenmiş olarak geçiren Asım notlardan sonra bundan dönmüştü. Tanrı’ nın varlığına ve kadere iman etmiş, Tanrı’ nın kader ile ilgili muradını gerçekleştirirken de insanları buna vesile ettiğini görmüş, bizzat yaşamıştı. Düşmanlarına tarihten beri zalim olan, helakler gönderen, belalar gönderen ama aynı zamanda bolluk ve bereketler, türlü ihsanlar gönderen bir Tanrı. Hangisine mazhar olacağını insanın kendisine bırakan ama yapacağı seçimler ile alakalı da her bir kişinin içine ona göre ilhamlar yerleştiren, yoluna ona göre rotalar belirleyen kadiri mutlak. Herkes onun piyonu ve herkesin yaptığı her bir anlık eylem ve düşünce birbiri ile etkileşimli olarak bu dünyayı döndürüyor. Rotasından sapsa da, sapmasa da, iyiler hakim olsa da, olmasa da dünya dönmeye devam ediyor.
Bu dönen devranda yerini kendisi belirleyemeyen silik bir figürken yeri birileri tarafından belirlenen birisi olarak Asım Tasarımcı ile konuşana kadar düşmanını kaderin kendisi olarak görüyordu. Şimdi burada bunları düşünürken kadere düşman kesilmenin Tanrı’ yı karşısına almak olduğunu fark etti. Hayır. Düşmanı yok oluşa sürüklemeye çalışan ‘‘ karşı taraf ’’ düşmandı. Çünkü her hareketi kutsanmış gibi başarılıydı. Ama dini öğretiler kötülerin de eylemlerine her zaman set çekilmediğini, yapmalarına müsaade edildiğini söylüyordu.
Bir bunalımın yaklaştığını fark etti. Biz, onlar, iyiler, kötüler, tasarım, rota birbirine öylesine bir girmişti ki onu, o sarmalı olduğu gibi bırakıp belki daha sonra çözümlemek adına tekrar başına dönmeye karar verdi. Bunu yapabilmesi için ve tüm bu düşüncelerden kaçabilmesi için ise bildiği bulabildiği tek şeyin yanına gitti.
Stacey…
Kafasında düşüncelerle kadının odasına geldi. Stacey uyanmış pencereden dışarıya bakıyordu. Kardeşi eve gidip gidip geliyordu çocuklardan ötürü. Çocukları uzun süre bir yerde bırakamıyordu yaşadıklarının psikolojik kalıntılarından dolayı. Çocuklar da hastanede uzun süre kalmıyorlardı. Bir de Asım’ a nedense güvenmişti. Onun Stacey ile ilgilenişini ve sahiplenişini sevmiş ve bu genç adam oradaysa sorun olmaz gibi bir zihniyete bürünmüştü. Ama yine de aklı kardeşindeydi.
Stacey Asım’ ın içeri girdiğini görünce şöyle bir kendini düzeltti. İnce çarşafın dışına çıkardığı bacağını geri içeri topladı, Asım o esnada tv ye bakarak gözlerini kaçırdı.
‘‘ Fazla kovboy filmi izlemenin sonu sanırım bu ‘‘ dedi şerif. Sesi bitkin ama neşeliydi.
Asım komik bulmadığı halde gülümseyerek karşılık vermenin daha insancıl olacağını düşünerek sırıttı ve ‘‘ kasabanın şerifi ‘‘ dedi. Yatağın yanındaki suya uzanıp Stacey’ e uzattı. ‘‘ ister misin? ‘‘
Stacey ‘‘ burada ne arıyorsun, neden buradasın ‘‘ dedi. Gördüğü ilgi çektiği acıyla boğuşuyordu öne geçmek için zihninde. Morfin in etkisi azalmıştı ve Stacey acıya pek fazla tahammülü olan birisi değildi esasında. Bunun için belki üstüne üstüne giderdi ama ömrü hayatında bu özelliği hiç değişmemişti.
Asım ‘‘ senin için çok endişelendim, benim sanırım tek arkadaşım sensin ‘‘ dedi. Refakatçi koltuğuna oturdu. Söylediklerinin karşısındaki kişideki etkilerini yüzünden okumaya çalışıyordu. Fikri; söylediğinden haşlandığı oranda hoşlanmadığıydı şerifin.
‘‘ İşin gücün yok mu senin be adam? ‘‘ dedi gülümseyerek. Refakatçi kalışının ardındaki motivasyonlara daha çok hakim olmaya çalışıyordu. Gülümsedi.
‘‘ Var, hatta şu anda İtalya’ da olmam gerekiyordu. Ama ben aklımla iş yapıyorum. Aklım burada ise bedenimin orada olmasının bir faydası yoktu ne bana ne de şirkete ‘‘ dedi Asım. Canı sigara çekmişti yine. Gerilmişti.
‘‘ Hem herkesin kahraman ilan edilmiş bir arkadaşı yok öyle değil mi? Bunun da tadını çıkarmak istedim ‘‘ dedi. Stacey olayın boyutlarını bilmiyordu henüz, yaptığı müdahale ve onun nezdinde Fairfax County Şerif Departmanı top yekun olarak meşhur olmuş, maddi ve onursal başarı değerlendirmelerine mazhar olmuştu. Şerifin kendisine ise ilk fırsatta üstün cesaret madalyası ile ödüllendirilecekti.
‘‘ Ben yapmam gerekeni yaptım ‘‘ dedi Stacey. ‘‘ Çocuklar ölüyordu ‘‘
Çocuklar ölüyordu…
Çocuklar ölüyordu…
Çocuklar ölüyordu…
Asım’ ın kulağında çınladı şerifin sözleri.
Çocuklar ölüyordu…
Çocuklar Asım’ ın ellerinde de ölüyordu. Ama bu çocuklar geleceği karartmak için özel olarak seçilmiş, dünyanın başına bela olmaya aday küçük iblislerdi.
Asım’ ın gözünde…
Asım’ ın kulağında bu cümle ölene kadar kalacaktı. Son nefesini verirken bile bunu hatırlayacaktı.
‘‘ Akıl almıyor, bunu yapanlar da aynı yaşta çocuklardı, gerçekten akıl almıyor bir insan nasıl bu hale gelebilir ‘‘ dedi Asım endişe ile. Yüzünde ne olacak bu memleketin hali ifadesi vardı.
‘‘ Dosyalarını okumadım, kendilerini tanımam bilmiyorum. Ama sorunlu ailelerin sorumsuz ebeveynlerin işi bu. Çocuklar bir seramik kili gibidir. Ne şekil verirsen onu alır, şekil vermezsen o tablada dönüp durur savrulur ve çarpık bir şekilde kalır en nihayetinde ve çöker ‘‘ dedi. Kurduğu uzun cümleyi Asım güç bela anlamıştı. Hala dilini geliştirmesi gerekiyordu dil öğrenmeye meyilli olduğu ve hızlı ilerlediği halde.
Fikri ise benimsememişti. Asım’ a göre çevre ve şartlar değil, kimin ne olacağını kader seçer ve belirlerdi. İnsanlar basit canlılardı ve düşük iradelilerdi ve piyon gibi hareket ediyorlardı daha yüksek iradelerin altında. Bu sebeple esasında iyi olan hiç kimsenin alkışlanacak bir meziyeti olmadığı gibi kötü olan kimsenin de nefret edilecek bir yanı yoktu. Sadece üstlerine kıyafet geçirilmiş ruhsuz mankenler. Onları üzerlerindeki kıyafetin güzel olup olmamasından dolayı suçlayamayız diye düşünüyordu.
Fakat şimdi fikir çatıştırmanın, Stacey ile bu konuda münazara etmenin yeri yahut en azından zamanı değildi. Öylesine başını iki yana salladı. Sohbet bundan sonra havadan sudan şeklinde devam etti. Asım yasak olduğu halde kafeteryadan çaktırmadan kahve alıp şerife getirdi, sonra olan bitenden bahsettiler biraz ve şerifin uykusunun gelmesi ile sohbet bitti. Asım’ da sabaha yaklaşan saati umursamaksızın uyumama niyeti ile kafasını tavana dikip tavandaki noktacıkları saymaya başladı.
***
Karlı bir dağın eteklerinde medeniyetten uzak olduğu halde yine de geniş bir araziyi çepe çevre saran elektrikli ve jiletli teller çevrilmiş çitlerin tam ortasında çok da büyük olmayan bir evin bahçesindeki kamelyada orta yaşlı, saçları biraz kırlaşmış iri yarı bir adam önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Yarıya kadar içilmiş sütü, yarıya kadar içilip söndürülmüş purosu ile bir süredir burada oturduğu belliydi. Defterinde üstü çizilmiş isimler ve henüz üstü çizilmemiş isimler vardı Bir tanesinin yanında ise bir soru işareti vardı.
Paolo Baresi
Bu ismin yanına bir soru işareti koyduktan sonra yanına bir nokta koymuş ve kalemini o noktanın üstünde yukarıya kaldırıp indirip duruyordu. Haber bekler gibi.
Beklediği haber geldi.
Telefon çaldı. Büyük bir anteni olan kalın bir uydu telefonuydu.
Arayan kişi ‘‘ efendimiz, rota no: 6-54846-2 dokunulmamış olarak devam ediyor ‘‘ dedi.
Adam telefonu kapattı gülümseyerek. Purosunu keyifle yaktı ve dumanını üfledikten sonra kalan sütü de bardaktan fondipledi.
Paolo Baresi
İsmi bir ovalin içine aldı.
‘‘ Nihayet, on yıllar sonra nihayet ‘‘ dedi.
Defterin ilk sayfasını çevirdi. Burada da birçok farklı milletten kişilere ait isimler vardı. İsimlerin yanında da parantez içinde notlar vardı. Bazılarında A harfi vardı, bazılarında ise B. Bazı isimlerde ise bir şey yoktu.
Adam Asım Hancı’ nın isminin yanındaki B harfini karaladı ve kırmızı kalemle P harfi koydu. Purosundan dumanlarken bir numarayı çevirdi ve ‘‘ P bulundu ’’ dedi neşe ile.
‘‘ Türk olan… ’’
***
Stacey tabii ki de hastanede kalması gerekenden iki gün erken bir şekilde kendisini taburcu etmiş ve evine geçmişti. Artık böylelikle kız kardeşi onunla daha yoğun ilgilenebiliyordu. Asım’ da ilk eve geçerken yardım etmiş sonrasında ise telefon ile yoklar olmuştu.
Telefon konuşmaları aralarda bol bol sessiz saniyelerin bulunduğu, ikisinin de tam olarak ne konuşacaklarını kestiremeyip ama bir yandan da telefonu kapatmak istememelerinden kaynaklanan tuhaf görüşmeler halinde geçiyordu. Günde 3 kez bu görüşmeler gerçekleşiyor, Stacey’ nin kardeşi de bu görüşmeleri yakından takip edip sonrasında da kikirdeyerek ‘‘ ne konuştunuz, ne dedi ‘‘ gibi sorularla ablasını darlıyordu. Stacey yattığı yerden eline geçeni fırlatarak bu sorulara cevap veriyordu genelde.
Asım bu arada son görüşmelerinde ertesi gün ertelediği yurtdışı seyahatine çıkacağını Stacey’ e söylemiş, firmadaki asistanına biletleri aldırmış ve yolculuğa hazırlanmıştı. ‘‘ Paolo Baresi ‘‘ isminin kimin için ne ifade ettiğini bilmiyordu bu yolculuğun öncesinde. Birilerinin oğluydu belki, birilerinin kardeşi, birilerinin oyun arkadaşı.
Asım’ ın ise hedefiydi.
Bazen tasarımcı daha önce öldürdüğü çocuklarla ilgili onların gelecekte yapacaklarını anlattığından beri ara sıra acaba ‘‘ Paolo ne gibi bir melanet salacak bu dünyaya, ne gibi bir bela olacak ‘‘ diye düşünüyordu. Gözünde bazen korkunç bir silah geliştirip şeytani kahkahalar atan bir adam olarak canlanıyordu. Bazen elinde deney tüpü olan bir bilim adamı, bazen bir siyasetçi, bazen de kendisi gibi bir katil olduğunu düşünüyordu. Ama tabi farklı olarak masumları öldüren.
Tasarımcı hedefleri öldürmeden rotadan sapmanın imkansız olduğunu, bunu defalarca denediklerini de söylemişti. Risk alması çok zor bir konu çünkü bunun bedelini çok büyük kitleler veya direk dünyanın tamamı ödeyebilir.
Düşüncelere dalmanın yine kendisine hiçbir zaman iyi gelmediğini hatırlayarak bundan sıyrılmaya çalıştı ve tv nin karşısına geçip gözlerini kapatıp dinleyerek uykuya daldı. Rüyasız kabussuz bir gece geçirmeyi dileyip ertesi gün soluğu İtalya’ da alabilmek dileği ile.
***
Tasarımcı öfkeli bir şekilde odasında volta atıyordu. Yerine gelmemiş görev iyice canını sıkmıştı. Tasarımı devraldığından beri daha ilk operasyonlarından birinde bu aksaklığı yaşaması hiç iyi olmamıştı.
Karşısında ağzından çıkacak tek lafa bakan birkaç kişi bekliyordu. ‘‘ İkinci not iletileli ne kadar oldu? ‘‘ diye sordu.
Adamlardan en yaşlısı ‘‘ üçüncü gün dolmak üzere efendim. Asım ancak yarın ülkeyi terk ediyor, en erken iki gün içinde müdahalenin geleceğini söyleyebiliriz. ‘‘ diye cevap verdi. Aralarında sözcüleri gibi bir şey olmalıydı zira diğerleri sorunun cevabını bildiği halde cevaplamaya yeltenmediler bile.
Tasarımcı bunu biliyordu esasında, sadece düşünmeye baştan başlamak için sormuştu. Toplamda bir haftalık gecikmenin nelere sebep olabileceğini görmeye çalışmak rota hesaplamaları ile alakalı çalışmalarını sekteye uğratabilirdi. Ayrıca bir de toplantı meselesi vardı. Babasından koltuğu devraldığı için diğer tasarımcılarla toplanıp tanışacak bir nevi ‘‘ kabul ‘‘ verecekti. Hayatında stres nedir yaşamadan, bilmeden bu günlere gelmiş olan adam birkaç gündür stresin ne demek olduğunu iliklerine kadar hissediyordu.
Müdahaleyi Asım olmadan gerçekleştirme fikrini ise çoktan elemişti. Bu babası onu göreve hazırlarken asla ama asla yapılmaması gereken bir eylem türüdür diyerek yasaklanmış bir şeydi. Seçilmişlerden biri haricinde rotaya başka birisi ile müdahale etmek seçilmişin yazgısını bozuyordu çünkü.
‘‘ üçüncü bir not gönderin, notu ülkeye iner inmez alsın ’’ dedi. Adamları başlarıyla onaylayıp odayı terk ettiler telaşsız ama hızlı bir hareket ile.
Tasarımcı içkisini bitirip çalışma odasından ayrıldı. Oğlunun odasına geçti kapıyı usulca açarak. Çocuk uyuyordu. Odası oyuncaktan çok kitaplarla dolu büyük bir odaydı. Yatağın yanına geldi ve oğlunun saçlarını sevdi. Kendi katilini seviyordu esasında çünkü gelenek bir gün oğlunun yetiştiğinde büyüyüp babasını öldürüp yerine geçeceğini söylüyordu. Tıpkı şimdiki tasarımcının da babasını öldürüp yerine geçtiği gibi.
Ordan yatak odasına geçti. Karısı dün gece canı çıkana kadar boğazını sıkıp sonra da attığı yerde öylece duruyordu. Henüz adamlarına götürmelerini söylememişti. Biraz daha ölüsünü izlemek ve düşünmek istiyordu. Bu içine doğduğu yaşantı, bu gelenekler. Rota…
Telefonu çaldı…
Arayan numara kısmında karışık ifadeler rakamlar harfler görünüyordu. Cevap verdi.
‘‘ Söyle… ‘‘
Karşıdaki ses yaşlı bir adama ait sesti, gülüyordu ve gülerek de konuşuyordu.
‘‘ Tebrik ederim tasarımcı, ilk defon çıkmış bile. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum. ‘‘ dedi.
Tasarımcı ‘‘ onu rahat bırak, eline bir şey geçmez. Aradığınız adam o değil, gecikme seni ümitlendirmesin ihtiyar. Görev tamamlanmak üzere ‘‘ diyip kapattı. Hafiften uzamış tırnakları yumruk yaptığı eline saplanıp avuç içinde derilerini biraz kaldırmıştı. Hayatında ilk defa bu kadar sinirlendiğini fark etti…
***
Küçük Paolo Baresi henüz 6 yaşındaydı. Sapsarı saçları açık kahverengi gözleri ile biraz da gürbüz bir şeydi genelde hareketsiz olduğu için. Anne babası çalışıyor olduğu için onu kreşe veriyorlardı. Tek çocuk şımarık ve hiperaktif olacağına aslında tam tersi bir haleti ruhiye ile büyüyordu. Ailesi onu kreşten sabah 8 de bırakıp akşam 5 gibi alıyorlardı. Paolo baya baya içine kapanık sessiz bir çocuktu, öğretmenleri veya neşeli arkadaşları onu normal bir çocuğun olması gereken sınırlara bir türlü çekemiyorlardı. O resim yapmakla, yalnız ve durağan bir çocuk olmaya çalışmakla daha fazla meşgul olmak istiyordu. Yaptığı resimler ise ailesine haber verilmesi gereken, ciddi psikolojik travmalara delalet olan imajlarla doluydu. Ailesi defalarca ve defalarca kreşe çağrılmış, çocuk defalarca pedagoglar, psikologlar ile görüştürülmüş ama bir türlü normale dönememişti. Ne anne babası ayrılmıştı, ne evde şiddet taciz gibi bir şeylere rastlanmıştı. Ortaya koyduğu semptomların hiçbir gerekçesi, dayanağı yoktu esasında. Bozuk…
O sadece böyle doğmuştu. Kısaca bu söylenebilir, başka ne denebilir ki?
Öğretmenleri süreç içerisinde Paolo normale dönmek yerine bilakis gün geçtikçe arkadaşlarını da bir tuhaflaştırır, kötü örnek olur diye çekiniyorlardı. Diğer çocuklar önceleri onunla dalga geçmeye çalışmış, sonra bunu başaramayınca ondan korkmaya başlamışlardı. Çocuklardan birisi ise direk etkilenmişti. Kâbuslarında Paolo’ nun resimlerinde çizdiği adamı görüyordu. Adamın gelip onu boğduğunu görüyor ve hatta deneyimliyor, sonra da nefes nefese uykusundan uyanıp ağlıyordu. Özellikle de son resmi Paolo küçük Christian’ a hediye etmişti ve resim elinde o adamın gözlerine bakarak eve doğru yürüyordu.
Gece olduğunda artık resme bakmayı kesecek ve yeni doğan birkaç aylık bebek kız kardeşinin yüzünü yastığın altına saklayıp onu boğarak öldürecekti.
Sabaha kadar Paolo’ nun yaptığı resmin benzerlerini yaptı kardeşi beşiğinde cansız bir şekilde yatarken. Paolo kadar başarılı değildi esasında. Ama yine de ‘‘ kabiliyetli ‘‘ idi. Bu kabiliyeti yüzünden onun yaptığı resimler de birileri dikkatle baktığı ve incelediği sürece onları etkisi altına alacak ve içlerindeki katili ortaya çıkartacaktı.
Paolo Baresi ölmesi gereken güne göre 5 gündür daha fazla yaşıyordu. Bir ressam olmayı hayal ediyor ve yaptığı resimler ile insanlara dokunmayı düşünüp duruyordu.
Rota böylece şaştı…
Bunun sorumlusu Asım’dı…
Bunun sorumlusu Stacey’di…
***
Asım sabah erkenden kalkıp Dulles havalimanına doğru yola çıktı. Paolo’ nun 6. ilave günü Avrupa kıtasında çoktan başlamıştı. Çocuk gözetim altında iken dahi resimler karalıyordu. Kocaman bir güneşi yağlı pastel boyalarla boyayıp üstüne siyah kem gözler çiziyordu, başka bir resimde kocaman gözlerin içinde güneşler çiziyordu.
Güneşler ve buğday başakları…
Asım İtalya’ ya doğru yola havalandığında Paolo’ nun resimlerini inceleyenler bunları takıntı haline getirmeye başlamıştı bile. Sınıfındaki arkadaşları, öğretmenleri, doktorları, ailesi…
Asım’ ın uçağı Milano’ ya indiğinde Milano Polis Departmanı ve acil servisleri üst üste çağrılar ve ihbarlar alıyordu. İhbarlar komşularının evinden korkunç sesler geldiği ile alakalıydı. Acil servislere çağrılar ise genelde ağır yaralanma, kan kaybı ve ‘‘ galiba çoktan ölmüş ‘‘ ifadesini de içeren konuşmalar içeriyordu.
Asım yaptığı ön araştırmalara istinaden caddeyi bulduğunda caddeyi hiç beklediği gibi bulmadı. Tam bir keşmekeş içindeydi her yer. İnsanlar çıldırmış gibi birilerinden kaçıyor, birileri birilerini kovalıyordu. Binalardan dumanı tütenler, pencereden bağırıp yardım isteyenler. Korkunç bir kahkaha tüm sesleri bastırıyordu. Elinde balta ile birkaç kişiyi doğramış olan Massimiliano Fegrino polisler tarafından zor zapt edilmiş ve bir miktar ve hırpalanmış bir halde arabaya sürükleniyordu. Baya uzaklardan gözlerini Asım’ a dikip bağırdı kendi dilinde.
‘‘Gli occhi del sole sono su di te signor. ( güneşin gözleri senin üzerinde beyefendi ) ‘‘
Asım anlamadı. Sadece ilgi üzerine dönmesin diye arkasını dönüp adresi terk etti. Neler olduğunu anlamıyordu. Bir çılgınlık hali ortalığı kasıp kavuruyordu ve polis doktorlar tam manasıyla çarşı pazar karışmıştı. O gün ve o gece Paolo’ nun son birkaç gündür yaptığı resimleri görenler, etkisi altına girenler onlarca insanı öldürdüler. Duvarlara kanları ile P harfi yazdılar. Hepsi tutuklanıp tecrit altına alınana kadar Milano’ yu bir çılgınlık dalgası aldı götürdü.
Asım olup biteni çözemediğinden odasına gitmeye ve gece sabaha karşı tekrar geri dönmeye karar verdi.
Odasında sinirli bir davetsiz misafir Asım’ ın gelmesini bekliyordu.
***
Stacey yatağında tv izlemek hariç can sıkıntısını giderebileceği bir şeye sahip olmamaktan, zıkkımlanamamaktan ve bu hissiyata sahip olduğuna şaşırıyor bile olsa Asım’ ın iş için gitmiş olmasından muzdaripti. Bir şekilde adam varlığını hayatına sokmuş ve eksikliğini hissettirir hale gelmişti. Refakatçiliği, eğlenceli olmasa da akıcı olan sohbeti ile ilginç bir hali tavrı vardı Asım’ın. Göründüğünden ve halinden tavrından daha zengin olan, İngilizce ana dili olmadığı için bir şey anlatırken kırk dereden su getirerek cümleler kuran bu adam aklında dönüp duruyordu.
Lizzy ve çocuklar ziyaret edip gideli çok olmuştu ve hareketsizlikten böylesine nefret eden Stacey şimdi uykusuz fal taşı gibi açık gözleri ile geceyi, ardından da sabahı nasıl edeceğini düşünüyordu. Cnn’ de dünyadan haberler kısmında İtalya’ da yaşanan olayları görünce dikkati birden kafasındaki düşüncelerden habere odaklandı. Tv’ nin sesini açtı.
‘‘ Resmi kaynaklardan henüz net bir açıklama yapılmadı sayın seyirciler. Bir mafya hesaplaşması olabileceği hakkında şüpheler olmakla birlikte cinayetlere karışanların profillerine baktığımızda sıradan insanlar, öğretmenler hatta ev kadınları olduğu iddia edilmekte. Ölü sayısı resmi olmayan rakamlara göre 20 yi geçmiş durumda. Peki gerçekte ne oldu. Milano’ nun bu işlek caddesinde belli bir interlanda yayılan bu şiddet olayı ve cinayetlerin sebebi neydi, gelişmeleri yakından takip edip aktarıyor olacağız. Ben Muhabiriniz Miranda Veracruz, Cnn Haber; Milano ‘‘
Yatağında doğruldu. Bir bardak daha su dikledi sanki alkol fondipler gibi. İçerik aynı olmasa da en azından kas hafızasını tatmin etmek için bir şeyler içerken alkol alırmış gibi hareketler yaptığının farkında değildi ama böylesi hoşuna gidiyordu. Aynı sigara tiryakisi olan birinin sigara içemediğinde ağzına bir kalem koyması gibi.
Asım’ ı merak etmeye başladı. O da Milano’ da olacaktı bugün sabahtan itibaren ve ertesi gün de dönüşe geçecekti. Bu yaşananların yakınlarında işi olup olmadığını düşündü endişe ile.
Hayatında yaptığı en sarı çişi ördeğe yaptıktan sonra bu hastane ortamından artık hemen kurtulması gerektiğine karar verdi. Artık müşahede dönemini bitirmekteydi ve nekahet dönemine de girmişti. Evde de onunla ilgilenebilecek kız kardeşi vardı. Zaten uzun süre hastalıklarla boğuşarak ve can çekişerek ölen anne babasının zamanından kalan bir hastane nefreti de vardı. Sırtı beli karıncalanıyordu bazen sıkıntıdan.
Geceyi atlatıp sabah olduğunda çıkışını yapmaya karar verdi ne olursa olsun.
Telefon çaldı…
Ahizeyi merakla kaldırdı. Arayan her kim olursa olsun monotonluğu delecek bir görüşme olacağındandı bu merak. Bir miktar da Asım olup olmayacağına dairdi esasında.
‘‘ Alo ‘‘ dedi hevesle.
‘‘ Selam kahraman, ben Asım ‘‘ dedi karşıdan gelen ses.
Bir gülümseme peyda oldu dudaklarında ister istemez.
‘‘ Televizyon izleyip duruyorsun belki haberin olmuştur, burada tuhaf şeyler oluyor ve ziyaretim tahmin ettiğimden uzun sürebilir bunu haber vermek istemiştim ‘‘ dedi Asım.
Stacey ‘‘ evet izledim, bu Avrupalılar neyin peşinde biliyor musun? ‘‘ dedi Stacey bir yandan da ördeği yatağın altına sokmaya çalışıyordu tek eliyle. Kolunu uzatmaya çalışırken dikişlerinin gerilmesi ile bir acı hissetti göğsünde ve eli titredi. Çalkalanan ördekten taşan sidiklerle de bir güzel ıslandı.
‘‘ Bilmiyorum açıkçası, yeni bir akıl hastalığı icat ediyor olabilirler. ‘‘ dedi Asım.
Stacey kendinden tiksinmiş bir halde elini silkelerken bir yandan sağa sola kalkmadan elini silebileceği bir şeylere bakıyordu, bir yandan da görüşmeye devam etmeye çalışıyordu.
‘‘ Olabilir, tuhaf insanlar işte genelde. Gerçi biz de tuhafız, bu tuhaflıklardan birinin kahramanı olarak diyebilirim bunu ‘‘ diyip gülme sesi çıkardı. İyi olduğunu hissettirmek istemişti belki de…
‘‘ Herkes bir tuhaf olmuş, neyse. İşlerim aksayabilir, hatta aksadı bile ve ben merak etmemen için aradım seni. Umarım geldiğimde artık eve geçmiş olursun Şerif ‘‘ dedi Asım.
Kafasına silah dayalı olduğu halde oldukça sakin konuşuyordu.
Gözlerini başına silah tutan adama dayadı ve iki yana salladı ‘‘ buna ne gerek vardı ‘‘ der gibi. Silahı tutan adam Asım’ ın alnını ileri doğru itti ve ‘‘ çabuk bitir ‘‘ diye fısıldadı.
Asım telefonu kapattı. Konuşmanın arasında bu görüşmeyi yapmak için ısrar etmiş, çok önemli olduğunu söylemişti. İşin aslı bunu yapmasını sebebi bu konuşmanın onun ölümü ile sonuçlanabileceğini düşünmesinden kaynaklanıyordu.
‘‘ Gecikme sebebinle alakalı sorgulamayı bile aynı sebeple geciktiriyorsun, tasarımcının ihsanını bilmesem senin aramızda ancak bir yanılgı nedeniyle bulunabileceğini düşünürdüm ‘‘ dedi Asım’ a silah doğrultmuş olan adam. Asım Stacey’ yi aramadan önce odada onu karşılamış ve ensesine bir kabza darbesi indirmişti. Akabinde de bir elinden kelepçe ile odanın köşesindeki masaya kelepçelenmiş bir halde uyanmasını suratına bir bardak soğuk su çalarak sağlamıştı.
Adam oldukça iri, yüzü oldukça sert mizaçlı, tamamen belli görevleri, belli işleri kotarmak için görevli olduğu her haliyle belli olan birisiydi. Asım’ a neden bu halde olduğunu görevi geciktirmesinden dolayı olduğunu anlatmıştı. Asım’ da korkudan Stacey’ yi aramak için ısrar etmiş sonra her türlü iş birliğini yapacağına söz ermişti.
‘‘ Görüşmeni yaptın, şimdi anlat bakalım neden ihanet ettin ‘‘ dedi adam. Silahın horozunu da kaldırmıştı artık, şakası kesinlikle yoktu.
‘‘ Neden anlamıyorsun, ben ihanet etmedim ‘‘ diye çıkıştı Asım. Karşısındaki adamın dangozluğu mücadele etmesi gereken yegane özelliklerinden biriydi belli ki. ‘‘ Benim Virginia’ da kalmam da görev ile alakalı, bana bizzat tasarımcı tarafından verilen bir görevdi bu. Ben de son gelen nottan önce bu görevi aldığıma göre önce onunla ilgilenmeliydim. O görevi yapabilmem için Stacey Rosenbaum yaşamak zorunda ‘‘ diye haykırdı son cümlesini Asım. Artık öfkeden ağzından tükürükler saçıyordu.
Adam yüzünde en ufak bir empati emaresi olmaksızın dinledi ve cümlesi biter bitmez ‘‘ sen cerrah değilsin, ameliyatı sen yapmadın, hastaneye sen getirmedin, ölüyor olsa yapabileceğin tek bir şey yoktu. Tamamen zaman kaybıydı, biliyorsun ‘‘ dedi.
Asım başını iki yana sallayıp ‘‘ kanımı verdim ona ‘‘ dedi.
Adam yarım ağız gülümsedi. ‘‘ Sanki bulunmaz bir şeydi de, senin kan vermen maksimum birkaç dakika kazandırdı. Ama kaybettiğin beş gün yüzünden kaç kişi öldü biliyor musun sen? ‘‘
‘‘ Benim sayemde kaç kişi yaşıyor peki bunu biliyor musun sen? ‘‘ diye yerinde tepine tepine bağrıştı Asım. Hareket edememek inceden bir rahatsızlık şeklinde başlayıp şimdi büyümüş, belinden sırtına doğru yürüyen bir sıkıntı hali ortaya çıkarmıştı.
‘‘ Çöz beni ‘‘ diyip tehdit eden gözlerle baktı adama.
Adam hiç oralı değildi. Organizasyonda aldığı görevden hep rahatsız olmuş, daha fazlası olabilmeyi hayal etmişti her zaman. Geleceği gören ve kurgulayan tasarımcılar nasıl olur da kendisinin bu karşısındaki sünepeler gibi tiplerden çok daha fazlasını verebileceğini göremezler diye de hep hayıflanırdı. O yüzden de bu sünepeye hiç acımaya niyeti yoktu.
‘‘ Sen daha kaç iş yaptın ki böyle böbürleniyorsun. En fazla 1 rotanın üstünü çizmişsindir. Ben onlarca kez dünyayı rotasından saptıranlar gördüm. Hiçbirinin dilinden bu söylediklerin dökülmemiştir. Seni özel yapan hiçbir şey yok ‘‘ dedi. Tiksiniyordu Asım’ dan.
‘‘ Var, çünkü ben geleceğim ‘‘ dedi Asım. Doğacak kızını kastediyordu ama karşısındaki bunu anlayacak bilgide değildi.
Adam ‘‘ seni kime benzetiyorum biliyor musun? Sana söyleyeyim, Shekar Babekov. Farsiydi, son infazlarımdan birisi. Kaldıramadı görevi. Artık yapmayacağını söyledi. İnançsızlaştı. Biliyor musun göreve karşı çıkanları nelerin beklediğini? ‘‘ dedi. Bu sefer yarım değil, baya baya gülümsüyordu. Ürkütücü bir gülümseme. Kara gözleri uzun kaşlarının altından leke gibi bakıyorlardı.
Asım iyi şeylerin beklemeyeceğini az çok tahmin edebiliyordu ama herhangi bir şey söylemedi.
‘‘ Önce dilini kestim, konuşmasın diye. Sonra kulak zarlarını patlatıp verdiğim hasarlar ile sağır ettim ona söylenenleri işitmesin diye. Sonra da gözlerini çıkartıp cebine koydum ona gösterilenleri göremesin diye. Sonra omurgasından ikiye kırdım yürümesin diye yaptım bunu tabi. Sonra da parmaklarını tek tek köküne yakın bir yerlerden kestim. Hem parmaklarını hareket ettirme hissini yaşasın, ama bir hareket olamasın diye. Ha bir de bir şeyler yazıp çizemesin de istedim. Bunları yaparken ona öyle şeyler söyledim ki, aklını da yitirdi. Şimdi bir akıl hastanesinde öylece yatıyor, Günde iki üç kere çişini, iki günde bir de altından bokunu temizliyorlar. Eğer bu saydığım rakamlardan fazla dışkılarsa; beklemek zorunda kalıyor. Sırrı var ama anlatamıyor, bilen yok. İşte göreve karşı çıkanlar böyle yargılanır. ‘‘ diyerek bitirdi uzun tiradını.
Asım her bir aşamada kurduğu empatilerle daha da yerinde duramaz oldu.
Kötüydü…
‘‘ Bak bunlardan zerre korkmuyorum, görevle alakalı bir problemim yok. Sanırım yöntem ile alakalı bir sorun oldu. Tasarımcı ile görüşebilirsem her şey gün ışığına kavuşur, yeter ki beni çöz. Duramıyorum bu şekilde anlamıyor musun? Hayvan gibi adamsın elinde silah var, ne kaçabilirim ne seni zapt edebilirim. Çıkar şu kelepçeyi, çıkar dedim ‘‘ diye çıkıştı Asım. Gözleri kanlanmış, asabı tamamen tükenmiş, içinde bulunduğu sıkıntı artık katlanılmaz bir hale gelmişti.
‘‘ Sakin ol, henüz bir hain olup olmadığını anlayabilmiş değiliz ‘‘ dedi adam. Asım’ ın yaşadığı sıkıntıdan keyif aldığı belliydi. Asım aslında bir şüpheye düşecek ise, bu adamın yüzünden düşecek gibi görünüyordu. Görevliler arasında böylesine zalim ve halden anlamayan, karşısındakinin azabından keyif alan birisinin olması hiç ama hiç hoşuna gitmemişti.
Oturduğu iskemlenin arkasında duran büyük bavulu öne doğru çekti. Yere yatırıp kapağını açtı. İçinde poligraf bulunan bu büyük çantaya bakan Asım ne olduğunu anlamamıştı bile.
‘‘ Bu ne ki şimdi? ‘‘ diye sordu Asım. Hayatında böyle bir düzenek görmemişti.
‘‘ Bu ‘‘ dedi adam kalantor bir gülüşle; ‘‘ yalan makinesi ‘‘
Asım makinenin yalan söylemesini engelleyecek özel bir cihaz olduğunu düşündü ilk başta, ama adam açıkladıkça makinenin cevaplara müdahale etmediğini, sadece doğru değil ise uyarı veren bir sistem olduğunu anladı.
‘‘ Harika ‘‘ diye geçirdi içinden.
‘‘ Bak her türlü iş birliğine hazırım ve dediğim gibi zaten seni alaşağı edebilecek bir durumum yok, biz aynı taraftayız. Ellerimi serbest bırak ve makineyi bana bağla, sana zorluk çıkarmayacağım. Gerçekten kötüyüm inan ‘‘ dedi.
Adam makineyi hazırlamış, önlerindeki sehpaya ekipmanları açmıştı. Bir gösterge, Asım’ ın vücudunda farklı noktaları monitör edecek kablolar ve kayıt cihazı. Gerekli bağlantıları yaptıktan sonra cebinden anahtarı çıkardı ve yerine oturdu.
‘‘ Uyanıklık yapmaya kalkma ‘‘ dedi…
‘‘ Yapmıycam hayır, şunu bir an önce bitirelim, töhmet altında kalmak istemiyorum. Gecikme bu kadar sorun ise madem, zaman kaybediyoruz ‘‘ dedi Asım samimi olarak.
‘‘ Aptal ‘‘ diye çıkıştı Adam. ‘‘ Senin yüzünden, görevi savsaklaman yüzünden hedef ifşa oldu ve ona dokundular. Geri döndürülemeyecek belalar silsilesinin fitilini ateşledin. Sen hiçbir şeyin farkında değilsin. Keşke benim bildiklerimi bilseydin, lakin bilmiyorsun ve bilmeyeceksin de. Bak seni sevdim, sevmedim değil, eğer bir kalbim olsaydı şu rahatsız halinden etkilenebilirdim bile ama şunu anlamalısın. Bu makine ile işim bittiğinde ya bu odayı iki kişi terk edecek, ya da bir kişi anladın mı? ‘‘ dedi.
Asım ‘‘ anladım ‘‘ dedi.
Her şey hazır olduğunda Adam önce kalibrasyon için Asım’ a ad soyadını, bugün ne yediğini, ıvır zıvır bazı soruları sordu, sonra da aniden ‘‘ karşı taraftan hiçbir aile reisi ile görüştün mü? ‘‘ diye sordu.
Asım boş bulunup ‘‘ aile reisi mi? ‘‘ diye cevap verdi. Adam sinirlenip ‘‘ sorularıma soruyla değil, cevap ile karşılık vereceksin ‘‘ diye bağırdı. Hiç toleransı yoktu. Asım ‘‘ görüşmedim ‘‘ diye cevap verdi. Kelepçeden kurtulan eline bakıyordu. Bazı kızarıklıklar oluşmuştu ve Stacey ile görüşse bunların kelepçe izi olabileceğini anlayacağı için bir miktar siniri bozuldu.
Adam bu sefer ‘‘ karşı taraftan herhangi bir kişi ile görüştün mü? ‘‘ diye cevap verdi. Asım ‘‘ bilmiyorum, karşı taraftan olduğunu bildiğim, ya da kendini bana bu şekilde tanıtan kimse ile görüşmedim. Görüştüğüm insanlar arasında onlardan birisi olabilir de olmayabilir de bilemem ‘‘ dedi. Adam ekrana ve verilere gözlerini kısarak bakıp başını onaylarcasına salladı.
‘‘ Fırsatını bulsan beni öldürür müsün? ‘‘ diye sordu. Asım sinirlenip ‘‘ neden anlamıyorsun, senin ile düşman değiliz, neden seni öldüreyim ki? ‘‘ dedi. Adam öfkeyle ‘‘ soru değil cevap vereceksin ‘‘ dedi.
Asım ‘‘ hayır öldürmem ‘‘ dedi. Adam ekrana baktığında bu cevabın yalan olduğunu fark etti. Kafasını ekrandan kaldırdığında ise gördüğü şey alnına doğru inmekte olan sopa gibi bir şeydi.
Asım konuşma esnasında genelde eline bakıp ona odaklıymış gibi görünürken diğer eli oturduğu iskemlenin arka ayağını sıkıca kavramış ufak ufak sağa sola oynatıp ayağı yerinden çıkacak hale getirmeye çalışmaya başlamıştı bile. Son verdiği cevapla patladığını anladığı anda da önce öne kaykılıp eliyle tuttuğu ayağı tüm gücü ile dışarıya doğru büktü ve sonra da tüm ağırlığını arkaya verdiğinde de tuttuğu ayak kırıldı ve elinde kaldı, aynı hızla da o ayağı adamın kafasına indirdi.
Adamın alnından aşağı süzülen kanla birlikte gözleri de yukarıya doğru süzüldü ve geriye doğru devrilerek bayıldı. Asım sinsice gülümsedi.
Şimdi sıra sende…
***
Adam elleri ve ayakları lime lime edilmiş çarşaflarla ve üstüne yanında getirdiği kendi kelepçeleri ile kelepçelenmiş, kafasında keskin bir acı, yüzünde kafasından akıp kuruyan kanın tuhaf iğrenç hissiyatı ve bakırımsı kokusunu duyumsayarak gözlerini açtı ve kendine geldi. Adettendir, şöyle bir silkelendi ellerini ayaklarını kurtarmaya çalıştı ama nafile.
Yalan makinesinin kablolarının bir güzel kendisine bağlandığını da fark etmesi fazla zaman almadı. Gülümsedi. Asım’ ın anlamadığı şey, onun sorularına cevap vermeye zorlayacak hiçbir şey yapamayacağıydı. Öyle işkence ile konuşup yola gelecek bir model değildi ve bu konuda kendine güveni tamdı.
‘‘ Biliyor musun, tasarımcı tarafından bana ulaşıldığından beri her işim yolunda gitti. Öncesinde hayatım bok gibiydi, hem çocukluğum hem gençliğim. Yaşadığımı hissetmiyordum bile. Sanki benden bir tane ben daha kontroldeydi ve gerçek ben öylece olan biteni izleyip bitmesini bekliyordu. Her şeyin ‘‘ dedi ve adamın karşısında bir sağa bir sola volta atıp duruyordu.
Asım gecenin uzun olacağını düşündüğünden ötürü odaya hem yemek hem bira söylemiş, onları da bir güzel yiyip içmiş ve üstüne sigara tüttürüp duruyor gibi görünüyordu. Adam sinirle ‘‘ bu yaptığının bedelini ödeyeceksin, senin işin bitti ‘‘ dedi.
‘‘ Hayır işte farkında değilsin, asıl senin işin bitti ‘‘ dedi parmağı ile adamı göstererek. ‘‘ İnan bana neredeyse eskisinden daha bile zekiyim notlar gelmeye başladığından beri ‘‘ dedi ve sigarasını söndürdü.
‘‘ Bak hiç sormama gerek yok, sen benim görevdeki önemimi kıskanıyorsun. Uzun süredir görevin içindesin anladığım kadarıyla ama benimki gibi bir rol sana biçilmedi çünkü senin potansiyelin yok, şimdi daha iyi anlıyorum ‘‘ dedi.
Anladığını düşündüğü pek çok şey vardı. Kimin ölmesi gerektiği bilindiği halde bu görevi o görevi yapması için seçilen kişinin yapmasının beklenmesi tesadüfi bir şey değildi kurduğu mantığa göre. Gecikmenin korkunç sonuçları olsa bile her görev ile bir merdiven yukarıya çıktığını düşünüyordu Asım. Eğer atandığı görevi yapmazsa bu görevin gecikmesinden daha da tehlikeli sonuçlara gebeydi demek ki. Her geçen gün değişip gelişmekte olduğunu, daha zekice düşünebildiğini, irade kullanabildiğini ve bu iradenin de hep olumlu meyvelerini verdiğini görüyordu. Kadınlara karşı utangaçlığını bile atmıştı.
‘‘ Seni buraya gönderen bu gece yaşanacak olanları görmedi mi sanıyorsun? On yıllar sonrasını görebilen birisinden bahsediyoruz. Ben görevin kutsal hizmetkârıyım ve iradem; tercihlerim kutsanmış durumda. Başarım garantilenmiş durumda. Götü boklu bir berber Amerika’ da uluslararası bir şirket sahibi nasıl olabilir? Bakkaldan çiklet çalmamış bir adam nasıl banka soyup paçayı sıyırabilir ha? ‘‘ diye sesi git gide yükselerek adama karşı direk gözlerinin içine baka baka konuşuyordu.
‘‘ Peki bir karıncayı bile incitmemiş, hayvanlara bile eziyet etmemiş biri, nasıl olur da masum ve henüz hiçbir suçu günahı olmayan bir çocuğu nasıl öldürebilir? Hadi öldürdü, cani olmadığı halde bunları yaparak gece başını yastığa koyduğunda nasıl uyuyabilir? ‘‘ Gözleri uzaklara daldı. Öldürdüğü çocuklar, ölürken ki halleri gözünde canlandı. Yiyip yutması zor bir lokmaydı ve ancak keskin bir inanç ile yapılabilecek bir görevdi bu. İnancının pekişmeye ihtiyacı olduğuna tasarımcının kanaat getirdiğine emindi. Bir de karşı taraf konusu var tabi.
Şimdiye dek sadece ona söylenen kadarını bilen Asım devam edebilmek için artık daha fazlasına ihtiyaç duyuyordu ve daha fazlası da ayağına kadar gelmişti. Aslında bizzat kendisi görev ile ve görevdeki rolü ile alakalı ikilemlere düşen bu adam.
‘‘ Sen buraya son geceni yaşamaya geldin ‘‘ dedi Asım elindeki sopayı göstererek. ‘‘ Seni buraya yükünü boşaltıp görevinden azat edilmen için tasarımcı gönderdi. Öyle bana yapacağını söylediğin gibi eziyetlere maruz kalıp öylece yaşamaya devam edemeyecek birisisin. Ölmeyi daha doğru bulacağına eminim, o yüzden sorularıma cevap ver, yapmak üzere gönderildiğin şeyi yap ve bana yardımcı ol ve ben de sana yardımcı olayım. ‘‘ dedi Asım. Karşısındaki adam boşluğa düşmüş şaşkın gözlerle ona bakıyordu. Bu karşısındaki deneyimsiz, çelimsiz ve potansiyel olarak sığ olması gerektiğini düşündüğü adam yaptığı çözümleme ile içindeki tüm binalarını yıkmış, inancını sarsmış ve bir yandan da daha da yükseltmişti.
Başını öne eğdi, ‘‘ ne soracaksan sor ve bitirelim madem, yeter ‘‘ dedi. Sesi yitik ve çaresizdi.
‘‘ Adın ne? ‘‘ diye sordu önce, hitap ederken rahat etmek istiyordu.
Adam ‘‘ Kareem ‘‘ dedi. Bu isme sahip olmak için fazla beyazdı esasında, Asım pek umursamadı zira makine yalan söylediğinde çıkardığı o tıkırtıları çıkarmamıştı.
‘‘ karşı taraf kim Kareem? ‘‘ diye sordu Asım.
‘‘ Demek artık neredeyse hiç bir şey anlatmıyor ‘‘ dedi Kareem. Konunun en özü, çıkış noktası bile…
‘‘ Sen kimleri öldürdüğünü sanıyorsun Allah aşkına? ‘‘ diye çıkıştı dalga geçercesine bir hali tavrı vardı mimiklerinde. ‘’ Neyin ne olduğundan haberin yok, nasıl göreve geldin. Seni gelecekten gelen haberler ile mi ikna ettiler? Basit bir falcı da olabilirdi belki ha? ‘‘ diye dalga geçti devamında da…
Asım ‘‘ karşı taraf kim Kareem ‘‘ diye sordu tekrar.
‘‘ Sen tarihin en eski savaşını veriyorsun genç adam ‘‘ dedi Kareem.
Hayatı boyunca normal bir insan gibi görünmeyi şiar edinip buna göre yaşayan, ne zaman görev gelse sorgulamadan yerine getiren ve hatta yerine getirdiği görevleri beğenmeyip daha fazla efor gerektiren ve önem ihtiva eden görevlere acıkan bu adam şu anda anlatacağı şeyleri asla birilerine anlatacağını düşünmemişti. Ama şimdi ölmeden önceki son gününde demek ki…
Dışarıdan fırlatılan metal bir blok camı kırıp içeriye girdiği anda büyük bir ışık ve dumanımsı bir hava tabakası çıkartarak son derece sessiz bir şekilde patladı. Kareem sandalyede geri savruldu ve Asım’ da yatağa doğru uçtu. Akabinde kapıyı kırıp içeriye giren tamamen siyah giyimli ve kasklı-maskeli tipler önce susturuculu silahları ile Kareem’ e üç el ateş etti. Mermilerden ikisi iman tahtasına, bir tanesi de iki kaşının ortasına denk geldi.
Kareem öldü…
Anlatamadan…
Daha sonra Asım’ a ateş ettiler ama Asım ilk şoku atlatıp yerdeki sopayı öndeki askere fırlattı. Afallayan asker geri savruldu ve arkasındaki askerin de atış menzilini kapatıp dengesini bozdu. O esnada bira şişelerini de düştükleri yerden alıp üstlerine fırlatan Asım devamında birkaç adım atıp iki adamın üstüne çullandı. Bir tanesinin boğazına yumruk atıp elindeki tabancayı aldı ve diğerinin ayaklarına ateş etti. Daha yukarıyı hedeflemişti ama mücadele eden adam doğru bir hedef almasını engelledi.
Tüm gücü ile silahı tutan koluna vuran Asım askerin kolunu kırdı ve o esnada çıkan çığlığını dinledi. Sonra da tabancaya tam hakim olduğu için önce kolunu kırdığı askeri, sonra da ayağından vurulup yerde kıvranmakta olan askeri kurşun yağmuruna tuttu.
Her şey çok hızlı gelişmişti. Kulağındaki çınlamayı ve hiçbir şey duymadığını fark etmesi birkaç saniyesini aldı. Sonrasında henüz ölmemiş askerlerden birisine doğru yerde sürünüp ‘‘ kimsiniz siz, kimsiniz? ‘‘ diye sordu. Ağzında kanlı tükürükler köpüren asker ‘‘ ha… ha… ‘‘ diyebildi sadece ve nefesi sustu…
Asım hınçla bağırdı. Üstlerini aramaya başladı ama hiçbir doküman, bilgi, bir şey yoktu. Kareem’ in de üstünde aynı şekilde. Poligrafı topladı ve toplarken bir not buldu çantanın dibinde. Bir numara vardı sadece. Telefon numarası…
Notu aldı, poligrafı ve eşyalarını da toplayıp oteli terk etti koşar adımlarla personel merdivenlerinden aşağı inerek.
İtalya’ yı iyi anılarla terk etmenin mümkün olmayacağını düşünmeye başladı. Her şey ters gidiyordu.
Arabaya atlayıp şehirden uzaklaşana kadar nereye gittiğini bilmeksizin sürdü ve bulduğu ilk motele farklı bir isim vererek kayıt oldu. Odada telefon olup olmadığını sordu çünkü önemliydi.
Resepsiyondaki kadın ‘‘ var ama ücretleri tuzludur ‘‘ dedi boktan İngilizcesi ile. Asım’ da ‘‘ sorun değil ’’ diyerek bir gecelik ödemeyi yapıp odasına geçti. Kapıyı kapattığı gibi yere çöktü ve neredeyse bir saattir baskılayamadığı ve resepsiyonda zar zor saklamayı başarabildiği o nefes nefese olma halini baskılayıp sakinleşebildi.
Yatağa oturup Kareem’ e geldiği belli olan telefon numarasını çevirdi. Karşısında kimin çıkacağı konusunda hiçbir fikri olmaksızın.
Telefon iki kez çaldı ve üçüncüsünde açıldığında karşıdaki ses alo demeden direk ‘‘ Kareem dahil üç kişi daha öldü değil mi? ‘‘ diye sordu. Asım şaşkınlığını gizleyemeden ‘‘ bunuda mı biliyorsunuz? ‘‘ diye çıkıştı. Aradığı kişinin direk tasarımcı olabileceğini tahmin ediyordu ama sesini duymakla birlikte emin oldu, tanımıştı…
‘‘ Her şey hiç şaşmaksızın olması gerektiği gibi olur, bunun olmasını da biz sağlarız ‘‘ dedi.
Asım bu üstten konuşmalardan sıkılmıştı esasında ama yine de çaktırmadı, sesine bu bıkkınlığın uğramasına izin vermedi. ‘‘ Şimdi ne olacak? ‘‘ dedi. Esasında bir an önce ne olacaksa olsun ve geri Amerika’ ya dönebilsin istiyordu. Kendisine silah doğrultulduğunda ölümden korkmamış, Stacey’ yi düşünmüş ve ona odaklanmıştı. Tabi doğacak kızına da…
‘‘ Ne olacağını bilmek senin işin değil, senin işin olacak olanların olması gerektiği gibi olmasını sağlamakta bize yardımcı olmak. Bu gece Paolo’ ya mutlaka ulaş. Ona ulaştılar ve çocuğun yazgısı değişti. Artık 19 sene sonra değil şimdiden kabiliyeti harekete geçti ve insanlar ölüyor, ölmemesi gereken insanlar. Bu kayıplar tamiri zahmetli hasarlara sebep oluyor.’’ dedi ve telefonu kapattı.
Asım telefonu usulca kapattı ve yatağa uzandı.
‘‘ Bu gece ‘‘ diye nefes verdi, ama nasıl?
***
Tasarımcı telefon görüşmesini bitirdikten sonra kitaplığa yöneldi ve oradan isimsiz, birbirinin aynısı olan pek çok kitabın arasından edinmek istediğini şaşırmaksızın aldı ve tekrar masasına geçti. Oldukça büyük ve kalın olan kitabın kapağını çevirdiğinde ancak içeriği anlaşılabilecek el yazısı bir başlık vardı.
‘‘ Tarihteki rota şaşmaları ve sonuçlarına dair. ‘‘
Bir sonraki sayfayı çevirdiğinde ise karmaşık bir indeks vardı. Sol yapraktaki indeksin başlığı ‘‘ kronolojik ‘‘ ti. Yukarıdan aşağıya minik harflerle yazılmış yüzlerce isim ve tarih vardı. Tasarımcı son yazılmış sayfaya baktı ve sayfa numarasını kontrol edip tekrar indekse döndü.
‘‘ Paolo Baresi 1977 Eylül 27 ‘‘ notunu düştü.
Daha sonra da sağ yapraktaki indeksi çevirdi kendisine. Bu indekste de ana başlıklar altında bölümlenmiş isimler ve yine tarihler vardı. Başlıkları gözden geçirdi;
Görevli İhmali: Bu başlık en az ismin yazılı olduğu başlıktı.
Erken Ölüm: Bu başlıkta da görevli ihmalinden biraz fazla isim vardı.
Görev çakışması: Burada baya bir isim vardı diğerlerine göre.
Asıl kalabalık olan ‘‘ müdahale ‘‘ başlığıydı.
Tasarımcı kaydı düşerken görevli ihmal ile müdahale arasında kaldı. Sonra aklı görev çakışmasına da gitti. Aslında Paolo Baresi olayında Asım görevi ihmal etmişti. Görevi ihmal etmesinin sebebi göreve müdahaleydi. Stacey’ nin vurulması açık bir müdahale olarak okunabilirdi. Asıl müdahale de tabi Paolo’ nun rota noktası olarak belirlenmesinden sonra ona yapılan müdahaleydi. Müdahale çocuğun belki tüm ömrü boyunca insanları etkileyeceği, çıldırtacağı, psikolojilerini bozup şiddete meyilli hale getireceği tüm ‘‘ kabiliyetinin ‘‘ konsantre bir şekilde birkaç güne toplanıp ortaya saçılmasıydı.
Sonuç olarak ismi ‘‘ müdahale ‘‘ başlığının altına not etti ve sayfayı açtı. Sayfaya Paolo’ nun kabiliyetinin ortaya çıkmasından dolayı ölen insanların da ismini yazdı. Bu insanların isimlerini de her birini ayrı notlara yazıp yardımcısına teslim etti. Bu notlar dağılacak ve kişilerin eksikliğinin dünyaya getireceği ve götüreceği şeyleri zamana yaymak üzere gereken müdahaleler yapılacaktı.
‘‘ Ne dağınıklık ‘‘ diye söylendi.
Makama yeni geçtiği için ve elinde de kısmen yeni görevlenmiş birisi ekipte olduğu için zayıf görülmüş ve karşı tarafın müdahalesine maruz kalmıştı. Bu müdahale öyle rotayı bir çıkmaza sokacak, her şeyi bitirecek bir müdahale değildi, olamazdı ama yine de karşı taraf kendini; varlığını ona göstermiş göz dağı vermişti.
Tasarımcı makamda babası olsa ne cevap verirdi diye düşündü. Büyük ihtimalle hiçbir şey yapmaz, göreve odaklanmaya devam ederdi. Çünkü onun tasarımı her zaman için devamlılığı öngören, benimseyen ve tasdikleyen bir tasarımdı. Ama kendisi böyle düşünmüyordu. Böyle gelmiş ve böyle gidecek bir düzeni kabul etmeyecek kadar yenilikçi, bu kabul etmeyişin neticesinde yapacağı eylemleri kurgularken ise bir o kadar da gelenekçiydi.
Göze göz, dişe diş…
Rakibin piyonlarını öne sürdüğü bir satranç oyunu kuruluydu yanındaki sehpada. Başına geçti, önce bir piyona dokundu. Sonra vazgeçti ve veziri fil almak üzere bir fedaya gönderdi oynanabilecek en agresif hamle olarak.
Odayı terk ederken aklında tek bir kelime dönüyordu.
‘‘ Savaş. ‘‘
***
Resepsiyona gözükmeden odasını terk ettikten birkaç saat sonra Asım yine uyuklayan adamın gözleri hiç açılmamış ve geliş gidişini görmemişken gerisin geri odasına doğru süzüldü. Olabildiği kadar sessiz odanın kapısını açtı ve çarpmadan geri kapattı. Üstündeki montu kollarından sıyırıp yere bıraktı. Gömleğinin önü, kolları ve boynu kan içindeydi. Dizlerinin üstüne çöktü. Hıçkırarak ağlamaya başladı.
Bu gece Paolo ile birlikte annesi ve iki görgü tanığı ve bir polis daha yaşamını Asım’ ın ellerinden yitirdiği gece olmuştu. Çocuk boğazı sıkılırken hiç paniklememiş, çırpınıp direnmemiş; öylece gözlerini yumup başını öne eğmişti. Sanki görevini bitirmiş ve sonrasında olacak olanları umursamaz gibi.
Gözünde canlandı Asım’ ın ve gözlerini yumarak sıkıp başını sağa sola salladı yine bu garabete her düştüğünde yaptığı gibi. Sanki bu görüntüyü kafasının içine konan bir sinekmiş gibi kovmak istercesine. Sonra binaya girerken göz göze geldiği kadın, binayı gözetim altında tutan polis memuru. Bunların hiç birisi olsun istememişti. Caddede yaşanan olaylar yüzünden bir binaya girebilmek, sessiz sedasız kimseye bulaşmadan ve kimse ile karşılaşmadan bunu yapabilmek imkansızdı. Asım’ ın da yetişmiş bir ajan, bir casus gibi üstün yetenekleri yoktu. Sadece ne yapması gerektiğini bilen, bunu yapmak için de karşısına çıkan her şeyi hiçe sayıp bunu yapan biriydi. Bu karşısına çıkan vicdanı olsa dahi.
Bu olanların ne sonuçları olabileceğini dahi bilmiyordu. İşini bitirdiklerinin haricinde gören olup olmadığını da. Yakalanmak söz konusu olamazdı. Birkaç saat sonra sözde İtalya’ da yapacağı görüşmeleri yapacak, aslında zaten bağlanmış olan iş anlaşmalarını sanki bu ziyaretler bağlamış gibi manasız ve formaliteden başka bir manası olmayan sözleşmeleri firmalara imzalatacak ve Amerika’ ya geri dönecekti.
Biraz uyku…
Tek ihtiyacı buydu. Uyuyup uyanıp sonra da olan biteni kötü bir kabusmuş gibi düşünerek yaşantısına devam etmek. Stacey’ yi düşündü. O da şu anda saat farkına bakılırsa yeni uykuya dalmak üzere falan olmalıydı.
***
Adımları koşar adım gibiydi. Uykuya doyamamış ve hatta uçakta bile uyuyakalmıştı. İçinde bulunduğu gerçeklikten kaçarcasına uyumuş, uyumazken bile gözlerini açmayı reddetmişti. Dulles Havalimanına vardıklarına dair anonsu duyana kadar böylece kaldı ve düşündü. Bir önceki gece olanların bir kabus olduğunu, bunların hiç yaşanmamış olduğunu zihnine nakşetmeye çalıştı. Bu başarılamayacak bir şey olsa da yalancılıkta gitgide uzmanlaşan Asım kendine de güzel yalanlar sıralamaya başlamıştı.
Stacey…
Hastanenin otoparkına aracını bıraktıktan sonra belki de şimdiye dek hiç bu kadar hızlı adımlarla yürümemiş olan Asım’ ın aklında sadece onu görmek vardı. Onu görünce normale dönebileceğini düşünüyordu. Kendi kabul edebileceği normale. Ayrıca ne yapıp edip her yerde bir not arayan o ‘‘ uyanık ‘‘ halinden de uzaklaşabilmeyi hayal ediyordu. Notun ona ulaşması gerekiyor ise zaten ulaşacaktı. Bundan kaçışı yoktu. O zaman kasmaya da gerek yoktu.
Kalfları bu alışık olmadığı hızlı harekete ağrıyarak tepki vermeye başlasa da Asım yürümeye devam etti hız kesmeden ve kafeteryadan tanıdık bir yüz olup olmadığını kontrol ederek aynı hızla geçti. Stacey’ nin odası ikinciKattaydı ve merdivenleri de ikişer üçer atladıktan sonra odaya vardı.
Oda boştu…
Danışmaya gittiğinde şerifin erken taburcu olduğunu, sağlığının iyi olduğunu ve evde olduğunu öğrenince gülümsedi ve sakinleşti.
Neden…
Bu kadına neden gitgide daha fazla çekildiğini bir miktar kabullense de kaderden dolayı, tam olarak anlayamıyordu.
Artık daha sakin adımlarla arabasına geri döndü ve şerifin evine doğru yola koyuldu. Hastanede olmayacağını az çok tahmin ediyordu zira aldığı hediyeleri bile yanına almamıştı. İtalya dan havalimanından Stacey için bazı hediyelikler, güzel bir şişe Merlot ve camdan bir pizza kulesi satın almıştı. Standart turist hediyelikleri.
Kırmadan da getirmeyi başarmıştı. Şerif’ in evine geldiğinde heyecanı arttı ve farkında değildi ama yüzü bile kızardı. Sorsa biri reddederdi ama, özlemişti…
Kapıyı çaldı elinde hediye poşetleri ve şarap şişesi ile. Kapı elinin teması ile açıldı. İçeride bir sessizlik hakimdi. ‘‘ Stacey ‘‘ diye seslendi. Her şey yolunda değilmiş gibi görünüyordu. Hoşuna gitmedi, bir geri adım attı sadece ve bir gürültü koptu.
‘‘ Fbi, sakın kımıldama, yat yere yat çabuk ‘‘
Bir an içinde hem arkasından hem merdivenlerden hem de koridorun köşesinden bir çok swat görünümlü fbi ajanı çıktı ve arkasından gelen omuzlarından tutup dizinin arkasına bir tekme vurarak yere düşürdü ve üstüne çullandı. Diğerleri de etrafını sardı ve birkaç saniye içinde Asım kolları ve ayakları arkadan kelepçelenmiş bir halde yüzü koyun yatar buldu kendini. Nefesi daralmıştı, nefes alamıyordu.
Koridorun sonundan şerifin geldiğini gördü. Kadın ağır adımlarla yaklaşıyor ve Asım’ a bakıyordu. Yüzündeki ifade üzgün, bitik ve sinirli bir ifadeydi. Gözleri de doluydu.
‘‘ Nasıl yaparsın, nasıl? ‘‘ diye seslendi yaklaşırken.
‘‘ Bir yanlış anlaşılma var, neyi nasıl yaparım ben bir şey yapmadım Stacey, ne olur söyle onlara ‘‘ diye bağırdı Asım.
Şerif daha da yaklaştı ve yüzüne tükürdü. ‘‘ Nasıl? ‘‘
Asım korku, şaşkınlık ve utanç içinde başını öne eğdi. Belli ki biliyorlardı artık, kaç tanesini veya neleri biliyorlardı emin değildi ama, biliyorlardı işte.
‘‘ Ben masumum ‘‘ dedi hakları yüzüne okunurken.
Şerif ‘‘ götürün bu çocuk katilini ‘‘ diye bağırdı. Asım bitmişti.
‘‘ Ben masumum ‘‘ diye bağırdı tekrar…
Gözlerini açtığında uçakta pencereye doğru kıvrılmış, kan ter içinde kalmıştı. Belli ki sayıklıyordu zira herkes en azından göz ucuyla dahi olsa ona bakıyordu. Asım hayatında hiçbir rüyanın gerçek olmadığına bu kadar sevinmemişti. ‘‘ İyi misiniz beyefendi? ‘‘ diye soran hostese başıyla evet gibi bir hareket yaptı ve su istedi.
Demek ki masum olduğuna kendini yeterince inandıramamıştı. Bilinç altı ya da vicdanı aktif bir şekilde işkenceye başlamıştı artık. Nottaki kişiyi öldürmek için, görevini başarabilmek için başkalarını da öldürmek zorunda kalması ve bunun ‘‘ görev ‘‘ için bir sorun teşkil etmiyor olmasını hazmedemiyordu. Görevin yapılmaması ya da gecikmesi halinde ise çok daha kötü sonuçlar ortaya çıkıyordu. İlk defa bu göreve seçilmiş olmaktan bu kadar rahatsızlık duyduğunu fark etti. İçine düştüğü bu hissiyatın tam da ‘‘ karşı tarafın ‘‘ ulaşmaya çalıştığı hedef olduğunu bilmiyordu.
Pilot iniş için anonsları geçmeye başladığında çocuklar gibi sevinmişti. Zaten oldu olası haz etmiyordu bu uçak yolculuklarından. Gitgide daha çekilmez hale geliyordu. Hem artık alıştığı düzene bir ara verilecek olması, hem business uçuyor olsa dahi oturduğu yerde rahat edememesi, hem de kapalı alanda kalması geriyordu. Uçuyor olmak, ölüm korkusu bu rahatsızlıkların hiçbirisinde en ufak bir etki sahibi değildi. Aksi kabuslar görse de, görevi ile vicdanı kapışıyor olsa da yine de görevli olduğu süre içinde bir kazaya kurban gitmeyeceğine emindi.
Belki rüyasında gördüğünden dolayı, belki de tahminlerinden ötürü havalimanından sonra direk Stacey’ nin evine doğru yollandı. Vardığında verandanın önünde kardeşinin arabasının da park etmiş olduğunu gördü. Bu ne olsa Stacey ile baş başa kalmanın yanında iyi değildi. Bir bakıma da iyiydi, karar veremedi. Düşünerek bir sonuca varma konusundaki yeteneksizliğini hatırladı tekrar.
Kapıyı çaldı.
Lizzy gülümseyerek karşıladı çocuğunun katili olan ve kocasının da ölümüne sebep olan Asım’ ı.
Şerif salondaki kanepeye her zamanki artık göçükleşmiş o yerine yerleşmiş, ayaklarını sehpaya uzatmış bir sigara tüttürüyordu. Elindeki siyah kupada alkol ya da alkollü bir şeyler olduğunu tahmin etmesi zor olmadı.
Zaten bir süredir bekliyordu Asım’ ı, hani gözü yollarda kalmışçasına. Ne tv, ne kardeşi, ne başka bir şey tam olarak eğlemiyordu aklını ve şimdi Asım’ ı görünce ayağa kalktı. Öyle hızlı ve kalkarken çektiği sancıyı çaktırmadan neşeli bir şekilde kalktı ki Asım’ da adımlarını hızlandırarak gidip sarılma gereği hissetti.
‘‘ Neredeymiş bakalım benim Türk arkadaşım? ‘‘ dedi Stacey.
‘‘ Hem de yanında İtalyan şarabı getirmiş olan şu Türk arkadaşın mı? ‘‘ diye sordu Asım şımarık şımarık.
Stacey Asım’ ı nazlı bir şekilde itip ‘‘ şarap mı, nerde hani ? ‘‘ diye sağa sola bakındı şakacı şakacı. Paketlerin içindeydi ve Asım kırmadan getirmek için büyük bir özen göstermişti. Değerli bir merlot almıştı zira ve sadece bu şişeyi pahalı olduğu için almıştı. Şaraptan zerre anlamıyordu çünkü.
Ama şarap yine de güzel çıkmıştı tabii ki, hemen içip bitirdiler. Öyle bir akşam yemeğine saklayalım, etle beraber tüketelim gibi bir ortam olmadı. Asım ufak iş yolculuğundan, Stacey hastaneden eve geçerken kıçının ağrısından, Lizzy ise artık ufak ufak eve dönmesi gerekliliğinden bahsetmişti genel olarak ve bu sıcak sohbet ortamında da daha bir içi ısınmıştı Asım’ a. Sanki onun burada olması, ablasına ilgisi, adamın genel enerjisi onun uzakta daha rahat hissetmesine sebep olacak gibiydi. Bundan gayet memnun bir şekilde ayrıldı evden.
Lizzy gittikten sonra Asım birinin kalmasına gerek olmadığını anlamış, bir yandan da Lizzy’ nin onları yalnız bırakmak istemesi gibi bir düşüncesi olduğuna kanaat getirmişti.
Utandı…
‘‘ Ben de artık müsaade isteyeyim Şerif ‘‘ dedi. Stacey ‘‘ neden, gitmene gerek yok daha erken, hadi daha pizza söyleyeceğiz ve film izleyeceğiz. Hem şarap bitti ama dolapta henüz ellenmemiş bir altılı biram var ‘‘ diyerek tutmak istedi Asım’ ı.
Zamanın donduğu o bir salisede Asım ‘‘ yol yorgunuyum ‘‘ bahanesi ile gitmeyi de düşündü, acıkmış karnını pizza ve bira ile doldurup Stacey ile daha da yakınlaşacağı bir akşamı geçirebileceğini de düşündü. Birkaç farklı bahane daha gitmek için ve birkaç farklı bahane daha kalmak için. Bunların tamamını o salisede ölçtü, tarttı, biçti ve ‘‘ biraların hatırına, pizzaya çok hevesli değilim, İtalya’ dan geliyorum ‘‘ dedi. Stacey gülümseyerek ‘‘ dünyanın en iyi pizza ustaları burada, orda kalanlar buraya gelebilecek kadar iyi olmayanlar merak etme ‘‘ diyerek böbürlendi.
Pizza sipariş edildi, biralar açıldı, Stacey doktor tarafından aslında içmemesi gerektiği söylendiğini itiraf etti, Asım buna kızdı ama içmeye devam edildi. Küllük sigara ile, mideler pizza ve bira ile doldu, gecenin müthiş akışını bir cümle durdurdu.
Bir cümle, sanki zamanı yavaşlattı…
Öncesinden yaşanan ve söylenen her şeyi sıfırladı, olayı bambaşka bir yere getirdi.
Cümle hala daha pek alışık olmadığı içkinin verdiği hararetle Asım’ ın dudaklarından döküldü.
‘‘ Özledim seni ben… ‘‘
Stacey dondu kaldı, hiç kimse daha önce onu özlediğini söylememişti kız kardeşi hariç belki, belki o bile.
Elindeki bira şişesini sehpaya bıraktı. Bu dümdüz, akla ilk gelen esprileri anca yapan, pek duygu ve his barındırdığı düşünülmeyecek gibi görünen adam, bu yabancı şimdi belki de bir insanın en içten masum söyleyebileceği bir şeyi söylemişti ona.
‘‘ Özledim seni ben… ‘‘
Adamın gözlerine baktı, karşılaştığı dürüstlüğe aynıyla karşılık verdi. ‘‘ Ben de seni ‘‘ dedi.
Asım verdiği nefesi geri almaya fırsat bulamadan ‘‘ gerçekten mi? ‘‘ diye sordu, laf ağzından yarım yamalak çıktı.
‘‘ Gerçekten ‘‘ dedi Stacey başını sallayarak. ‘‘ Bir sohbetimiz ve samimiyetimiz var, başlamadan önce eksikliğinin farkında olmadığım ama başladıktan sonra eksikliğiyle canımı sıkan bir samimiyet ‘‘ dedi Stacey. Asım’ ın bu alengirli lafı anlaması birkaç saniye sürdü, anladıkça yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Sonra gitti o gülümseme.
‘‘ Sen vurulduğunda ben çok kötü oldum biliyor musun, sana kızdım küfrettim hatta. Görevin bu olduğu için belki bilmiyorum. Sana henüz alışmadım, senle olmaya da, ama alışma fırsatı bulamadan kaybetme korkusu duydum, çok kötüydü. ‘‘
Sarıldılar…
Asım yol tepmekten, poşet taşımaktan, mevsim gereğinin üstünde kalın giyinmekten ve içkiyle sigaradan dolayı pis kokmuştu. Stacey zaten üstünde hasta hali, hasta kokusu vardı ve sorsan şerif olmanın raconudur diyeceği şekilde ayak kokusuna sahipti ve o da iyi kokmuyordu. Yine de sarıldılar ve yüzlerini birbirlerinin boynuna gömüp gerçek manada hasret giderdiler.
‘‘ Başımdan hiç ayrılmadın değil mi ? ‘‘ diye sordu Stacey yüzünü kaldırmadan. Sesi boğuk şekilde duyulmuştu. Asım’ da aynı şekilde cevap verdi. ‘‘ Bir şeyler atıştırmak ve sigara içmek hariç evet, ayrılmadım’’ dedi.
Stacey daha da sıkı sarılıp ‘‘ bana kanını da vermişsin, ne yani ben şimdi yarı Türk mü oldum? ‘‘ diye sordu hınzırca. Asım olayı bu açıdan hiç düşünmemişti. ‘‘ Galiba evet, doğru ‘‘ dedi.
Hayatını öldürmeye adayan Asım ve hayatını Asım gibileri yakalamaya adayan Stacey o gece başka bir cümle kurmadılar, öylece uzanıp uykuya daldılar hissettikleri sıcaklıkla. Kalan biralar da yalan oldu.
***
Tasarımcı gündelik kıyafetlerini en havalı takım elbisesi ile değiştirmiş, ortasında başak olan hanedan yüzüğünü takmış, gelecek yeni yılla alakalı yapılacak olan toplantıya hazırlanıyordu. Bu senede yalnız bir kere gerçekleştirilen bir toplantıydı. Dünya üzerindeki tüm on üç tasarımcı bir araya gelecek, aralarına yeni katılan kardeşleri oldu ise babalarından görev devralan onu takdim ve takdis edecek, sonrasında da geleceğe dair genel öngörülerini görüşeceklerdi. Tabii ki de yeni katılan ailenin başı ev sahipliği yapıyordu gelenek olarak.
‘‘ Dünya başıboş bıraktığında dönmeyi durdurmak istercesine savrularak döner ‘‘ demişti babası daha çocukken. Bunu unutmuyordu. Her şeyin olması gerektiği gibi olduğu, olmazsa ve bundan saparsa ortaya çıkacak olan şeyin sadece kaos olduğunu defalarca anlatmıştı babası.
Kaos…
Babasının kucağında oturacak kadar küçük olduğu bir yaşta ilk defa derinlemesine olan biteni anlatmaya başlamıştı babası. Bir yandan oğlunun saçlarını severken ve bir yandan karısının ölümünü hatırlarken, diğer yandan da oğlunu aynı zamanda da müstakbel celladını geleceğe hazırlıyordu.
‘‘ Bizim ödülümüz de lanetimiz de bu dünya. Bu dünya korunmaya muhtaç aciz minik bir nokta bu koskoca evrende ve öylesine anlamsız ki, asla unutma bunu. Anlamsız. Bu savrulan minik noktaya bir anlam katmak, bilinmezlikten kurtarmak bizim görevimiz. Bugün bu dünya üzerinde olan biten her şey, hatasıyla sevabıyla bizim tasarımımızın ürünü. Her şey çok güzel olmayabilir ama her şey çok kötü de değil. İlham ve ihsan bizimle olduğu sürece de en azından böyle kalmaya devam edecek. Ta ki Tanrı son sözünü söyleyinceye kadar. ‘‘
Sormamıştı ama yine de merak ediyordu daha küçücük bir çocukken bile Tanrı’nın son sözünün ne olacağını. Ne olacaktı da her şey dürülüp toplanıp bitecekti. Hüküm günü gelecek ve teraziler çıkacak, günahlar ve sevaplar çarpışacak. Muazzam bir an. Tüm gerçeklerin ortaya çıktığı muazzam bir an olacaktı elbette ki.
Yardımcısını çağırdı ve son yazdığı notun yollanıp yollanmadığını sordu önce, devamında ise toplantı için tüm hazırlıkların tamam olup olmadığını sordu. Toplantı salonunu dolaştı ve gözleri ile hata aradı her yerde. Bulamadı. Özenli çalışmalarından dolayı yardımcısına ve ekibine teşekkür etti ve gecenin aynı şekilde devam edip sonlanmasını istediğini iletti tekrar odasına çekildi.
Kaos…
Tanrının Son sözü…
Kafasında bunlar dönüp duruyordu.
Not da yola çıkmıştı, Asım’ a doğru…
Davetliler birer ikişer helikopterler ile gelmeye başladılar. Ev gerçekten de araç ile ulaşılamayacak bir yerde gizli ama helikopterlerin ineceği düzlüklere sahip bir alanı ve bahçesi olan büyük görkemli bir evdi.
Gelen ziyaretçiler öncelikle eve bile girmeden mezarlığı ziyaret ediyor ve son emekli tasarımcının mezarına yeni hasat edilmiş başaklarla dolu demetler bırakıyorlardı. Dualarını ettikten sonra da evin toplantı öncesi kokteyl alanı için ayrılan yerde geleneksel olarak biralarını yudumlarken sohbet ediyorlardı.
Genel bir gerginlik hâkimdi ama tasarımcılarda. Hepsi neşesiz ve gayet ciddi görünüyordu. Genelde orta yaşını geçkin ya da direk yaşlı denebilecek tiplerden oluşan bir güruhtu. Bilgelikleri yüzlerinden, pek gülümsemeden bir ömür geçirdikleri ise kırışıksız gözlerinden belli oluyordu.
Bu adamlar değişimi sevmeyen adamlardı işin özünde asıl sorunu teşkil eden de buydu işte. Belki kendi koltuklarını oğullarına devredecek olduklarını sıklıkla unutmaya çalışarak yaşadıklarından dolayı bunun gerçekleştiğini görmek ve bunu takdis etmekti zor olan.
Şimdi değişim söz konusuydu.
Bu değişim onlar için de bir gün gelecekti.
Ev sahibinin nazik daveti ile tasarımcılar toplantı salonuna geçti. Bazıları şimdiden birayı fazla kaçırmışlardı bile. İki tanesi tuvaletten anca yetişti toplantıya ve onların da katılımı ile kapılar kapandı. Oda ortada büyük bir toplantı masası duvarlarında çeşitli tabloların bulunduğu ışıklandırması çok da güçlü olmayan kasvetli bir odaydı. Tablolar hep ilk insanlar Adem ile Havva ve çocukları, Habil ile Kabil, Kabil’ in kardeşini öldürüşünün, kafasını taşla ezişinin resmedildiği tablolardı.
İlk cinayet…
Yeni koltuğa geçen veliaht hepsini selamlayarak ‘‘ hanemize hoş geldiniz, bu cümleyi babamdan duymaya ya da hanenizde babama zikretmeye alışık olduğunuzu biliyorum ama zamanı gelmişti artık. Herkesin ve hepimizin bir gün zamanının geleceği gibi ‘‘ diyerek kadeh kaldırdı.
Diğerleri kadehlerini kaldıracak gücü kollarında bulamamış, nefes alamaz hale gelmiş ve kimisi öksürmeye, kimisi onu da beceremeyip nefessiz kalıp kıpkırmızı olmaya başlamıştı.
‘‘ Sizin de artık zamanınız geldi, babamın gidişi ile artık sizin tasarımlarınıza da, dünya üzerindeki tahakkümünüze de son veriyorum. İçtiğiniz zehirler canınızı alırken adamlarım da teşkilatınızı temizlemekle meşgul olacaklar. Lekeli piçlerinizin ve kadınlarınızın ve en nihayetinde tabii ki de sizin zamanınız artık geldi. Bu günden itibaren sizin soyunuzun hükmünü bitiriyorum, ölmeden bunu da bilmenizi istedim, bunu öngöremezdiniz zira yapmakta kararsızdım, birkaç dakika önce karar verdim ve emri de verdim çünkü. Gördüğünüz gibi zamanınız bitti, ihsan sizi terk etti. Olması gereken bu çünkü engellenmesi için hiçbir şey olmadı ‘‘ diyerek birasından kocaman bir yudum aldı. Onun bardağı tabii ki zehirsiz ve lezzetli olanıydı, diğerlerine kendi sevmediği mahsulün birasını içirmiş ve tasarımcıları da bir güzel zehirlemişti. Tasarımcıların kimisi bu konuşmanın tamamını bilinci açık takip edebildi, kimisi faltaşı gibi açık kalan ve kan çökmüş gözleri ile olduğu yere yığıldı.
Kaosun kapıları açılsın diye…
Böyle gelmiş olan böyle gitmesin diye…
Oğlu celladı olmak zorunda kalmasın diye…
Gecenin devamında adamları diğer tasarımcıların cesetlerini taşırlarken adamları ile tek tek temasa geçip ‘‘ görevli ‘‘ olanların da temizlenip temizlenmediğine dair bilgiler alıyor, yaptığı her görüşme ile biraz daha rahatlıyordu.
İhanet…
Hiç bu kadar keyifli olabileceğini tahmin etmemişti. Dünyanın gidişatına musallat olan ve ezeli insanlıkla beraber başlayan bu örgütün sonunu getirme fikri çocukluktan çıktığından beri aklındaydı. Bu örgüte gelmiş geçmiş en bağlı tasarımcılardan biri olarak gösterilen birinin oğlu olarak dünyaya gelmesi bile bunun önüne geçemedi.
Odasına geçip büyük kara kaplı defteri çıkardı, yazmaya başladı…
Tanrı’ ya Son Not:
Tasarım…
Geleceği kurgulayarak geçmişe yön vermenin, tarihe yön vermenin, tasarlamanın ve iyiye yönlendirmenin sözde enstrümanı cinayet için artık yolun sonuna gelindi.
Cinayeti hanedanımızdan serbest bırakıyor ve tekelinden çıkartıyorum, zaten çoktan çıktı. Bu sadece bir resmiyet kazanma anı. Sokaklar biz olsak da olmasak da kan kokuyor. Yangını söndürmeye elinde meşale ile koşan bu çürümüş şeytan aklı ve zihniyeti de lanetliyorum. Kimin ölüp kimin kalacağına dair ve geleceğe dair tüm kehanetlerin kaynağı şeytanın kendisinden başkası olamaz.
Bunu görmek istemeyen ve babasını dinlemeyen Atamız Kabil’ den beri oluşturulmaya çalışılan rotanın dünyayı ve insanlığı getirdiği nokta durmaksızın akan kan, bitmeksizin süren savaş, doymaksızın yiyen zalimler, ölmeksizin yaşayan tiranlar ve korkmaksızın öldüren katillerle doldurdu taşırdı. Dünya leş kokuyor ve hanedan bin yıllardır bunu olabileceğin en iyisi olarak ilan edip kendiyle böbürleniyor.
Bu gece Kabil’ in saklanmış soyuna son veriyor ve Dünya’ yı serbest bırakıyorum. Umarım suçlarımız bağışlanır.
Yazımını bitirdikten sonra defteri kapatıp bu sefer bir boş sayfayı önüne aldı yeni bir mektup yazmak üzere. Kafasını pencereye doğru çevirip gökyüzüne baktı ve sonra yazmaya koyuldu.
Kardeşe Son Not:
Atamız Kabil atanız Habil’ in canını aldığından beri süregelen bu taraf olma ve savaş olma durumuna son veriyor ve tasarımı bu gece itibarı ile bitiriyorum. Hanedan reisleri huzurumda huzura erdiler. Adamlarım da şu an varislerin sonunu getirmek üzere hareket halindeler. Sözlerim ve yaptıklarım sana küfür gibi gelebilir ama bil ki bu yaptıklarımız şeytana tapmaktan başka bir şey değildi. Tüm bunlar onun iradesini tesbih etmekten başka bir şey değil. Sana tavsiyem yaşım senden az olsa da şudur, yaptığımı yap ve şeytanın esaretinden kurtul. Kabiliyet artık serbest…
Bu mektubu da yardımcısına verdi ve sahadaki hareketliliğin bu gece bitmesini, hayatına son verilmesi gerekenlerin yok edilip, sonra da herkesin büyük toplantı için merkeze dönmelerini emretti ve odasına çekildi.
Kalbi çok hızlı atıyordu. Aldığı kararları almadan önce çok düşünmüş fakat nihai kararı bir anda vererek eyleme geçmişti. Oğlunun odasına uğradı. Çocuk sakin bir şekilde uyuyordu.
Her şey istediği gibi olursa bu gece, geriye sadece kendisi ve oğlu kalacaktı. Çocuğun yatak odasına doğru usulca ilerledi. Alnında terler boncuk boncuk olmuş rahatsız bir his oluşturuyorlardı. Şimdiye dek boğularak ya da duruma istinaden gelişen çözümlerle farklı yöntemler kullanılarak öldürülen çocukları düşündü. Neredeyse tamamı kendi oğlu kadar masumdu en azından o an için.
Şüphe…
Babasından yeteri kadar eğitim ve telkin almış olsa da, sisteme ve hanedana, tasarımın kutsiyetine bağlı olsa da bir yandan içinden hiç eksik olmamıştı.
Şüphe…
Sonunda da bu şüphe önce beyninde bir kızarıklık, sonra bir sivilce, sonra bir çıban olmuş akıttığı irinleri tüm sinapslarına kadar sızdırmış ve iyice şirpençe olup da patladığında da bir gecede Kabil’ in soyundan kalan tüm saf kan hanedanların reislerinin ve veliahtlarının sonunu getirmişti bu şüphe.
Şimdi aynı şüphenin farklı bir versiyonu ile boğuşuyordu. Tasarımın öldüğü bu gecede bu düzenin katili olarak oğlunu bu düzenden tamamen azade yetiştirir ise zaten tasarımı geri hortlatması gibi bir ihtimal olmazdı. Bu ihtimali tamamen sonlandırmanın yolu da oğlunu boğmasıydı. Ama şimdiye dek kabiliyet binlerce belki de on binlerce böyle çocuğun kanını dökmüştü ileride zalim olacak, canlara kıyacak, dünyayı ekseninden oynatacak diye.
Eğer oğlunu öldürürse kendine de acımayacağını düşündü sonrasında. Zaten geriye yaşanacak bir amaç kalmamış olacaktı ya.
***
Asım uyandığında Stacey’nin belki biraz üşümüş olduğundan, belki de çok uzun zamandır ilk kez yalnız yatmamış olduğundan kendisine sarmaşık gibi dolandığını görünce biraz daha uyumaya karar verdi. Tekrar yumdu gözlerini. Kadın bir kolunu başının altından geçirmiş, diğerini göğsüne koymuştu. Bir bacağı da üstündeydi. Yüzünü Stacey’ nin saçlarının arasına gömdü. Öyle harika parfümlü bir şampuan kokusu ya da başka bir şey değil, sadece teninin kokusu vardı. Bu da yeterliydi zaten.
Hissettiği şefkat şehvetin üstüne çıktığı için farklı bir şey hissetmiyor, sadece hayatında ilk defa kendisini bulduğu bu durumun tadını çıkarmaya çalışıyordu.
Gözünün önünde canlanan kurbanlarının, ardında bıraktığı ölülerin yüzleri göz kapaklarının üstündeymiş gibi capcanlı karşısına çıkmaya çalışsa da aldığı her nefeste koku bunu biraz daha gideriyordu ta ki silinip gidene kadar bu devam etti.
Onlar geceyi böyle sarılmış ve birbirlerine sığınmış bir şekilde geçirirken dünyada yer yerinden oynamış, tarih kadar eski bir organizasyon kendi kendinin ipini çekmiş ve yazgıyı; rotayı serbest bırakmıştı. Karşı taraf olarak bilinen organizasyon Şam’ a doğru tüm ekipleri ile yola çıkmış ve kısık sesle dahi olsa zafer şarkıları söylemeye başlamışlardı.
Asım tüm bunlardan habersiz, tek dileği yakın zamanda yeni bir not gelmemesi idi. Hiçbir zaman notların ardının arkasının kesileceğini, bir gün görevden serbest kalabileceğini düşünmemişti. Kabul ettiği kader rahat güzel bir yaşam vaat ettiği gibi, bir yandan da kan ve ölüm vaat ediyordu. Vaat ettiklerinin tamamını da gerçekleştirmişti.
Biri hariç.
Ona giden yol da kollarındaydı işte. Stacey. Kızına ne isim koyacağını düşünmeye başladı. Gözlerini araladı ve yüzünü biraz geri çekip Stacey’i incelemeye başladı. Gergin bir cildi, küçük bir burnu ve çok da kalın olmayan dudakları vardı. Göz kapaklarının ardında gördüğü rüya ile ufak tefek hareketlerde bulunan gözleri mavi yeşil arası bir renkteydi. Yer yer mavi, bazen yeşil. Birden gözlerini açmasından korktu. Sanki gözlerini açınca ‘‘ noluyor ya ‘‘ diyip birden kollarını çekecek ve Asım’ı iterek sonrasında da evden kovacaktı. Soğuk soğuk aktı içinden bu düşünce, yumdu gözlerini. Uzun zaman sonra ilk kez korktu.
Kaybedilmiş bir savaşın son nöbetçisi olarak kaldığını öğrendiğinde ikinci kez ve çok büyük bir korku ile karşılaşacağını bilmeden yumduğu gözleri onu tekrar uykunun yumuşak kollarına doğru refakatçi oldu.
***
Tasarımcı oğlunun odasından ağır adımlarla çıkarken karşısında koridorun başında babasından miras kalan şahsi yardımcısı onu bekliyor gibi duruyordu. Adamın yüzünde en ufak bir his, mimik yoktu. İfade veren tek şey belki biraz kırışıklıklarıydı.
Tasarımcı ‘‘ görev tamamlandı mı, direnen var mı? ‘‘ diye sordu. Yardımcısı çok ufak bir gülümseme ile ‘‘ ben hariç hayır efendim.’’ dedi. Tasarımcı bunu neden bu şekilde söylediğini biliyordu. ‘‘ Senin direnişin sona kalma direnişi olsa gerek’’ dedi.
Yardımcısı tasarımcının oğlunun odasına doğru ilerlerken ‘‘ olmasına izin verilmiş her şey Tanrı’nın takdiridir.’’ dedi. Çocuğun odasına girip tasarımcının oğlunun naaşını alıp geleneklerine göre cenazesini yapacak ve son görevini de öyle ifa edecekti. Tasarımcının yüzüne baktı. Adam onaylarcasına başını salladı. Yardımcısının yüzündeki o minik ve sahtekar gülümseme gitti ve yerini o betonarme ifadeye bıraktı. Sessiz olmasına özen gösterdiği adımları ile odaya girdiğinde tasarımcının oğlunun, son veliahdın huzur içinde uyumakta olduğunu fark etmesi ile kafasının arkasında tarifsiz bir acı hissetmesi bir oldu. Tasarımcı birkaç darbe daha üst üste vurdu. Babasına yaptığı gibi, babasının da dedesine, atası Kabil’in Habil’e vurduğu gibi vurdu ve işi bitirdi.
Oğlu biraz uyanır gibi oldu gözlerini açtı fakat Tasarımcı hemen onun görüş alanını bedeni ile kapatıp ‘‘ tamam yok bişey ‘‘ diyerek öptü ve tekrar uyuttu.
Gece kan almaya devam ediyordu.
Kasyun Dağı – Şam / Suriye
Habil’in soyunun hanedan sahipleri Nebi Habil camiinde, Habil’ in mezarı başında toplanmış hepsi kendi yerel dilleri ile şükür hali içinde ona, atalarına dualar ediyorlardı. Bin yıllardır süre gelen kan davası sona ermişti. Aralarında en yaşlı en bilge olanı bile, en ihtiyatlı davranması gerekeni bile kendini zafer sarhoşluğuna bırakmıştı.
Tanrı’ nın eliyle bitmek bilmeyen, tufanların bile lekesini silip atamadığı bu kurumuş kan nihayet bulmuş ve tasarım sona ermişti. Kabil’ in soyu tükendi ise ki son geçen 24 saat içerisinde tüm hanedan sahipleri cinayete kurban gitmiş ve kendi kendisinin ipini çekmişti görünüşe göre, son yakındı.
‘‘ Bir gün böyle olacağı belliydi ‘‘ demişti bilge olan yolda diğerlerine. ‘‘ Kandırmaktan başka zanaatı olmayanlar bir gün elbet kendini de kandırmayı başarır, öldürmek tek hüneri olanlar da kendi kendilerini öldürmeyi başarır ‘‘ diyip hayatında hiç olmadığı kadar neşeli bir şekilde belki de sigarasını yakmıştı.
Bundan sonra olacakları, olabilecekleri düşündü. Müdahale görmeden kaderin dünya üzerinde serpilip gelişeceği yeni bir yüzyıl başlayacaktı. Tarih boyunca dini metinlerin içine gizledikleri, bozulmasını sağlayamadıkları metinlerin ise en mazhar yorumcularının dudaklarından dökülerek geleceğini müjdeledikleri kıyamet ve alametleri artık serbest kalacaktı. Atalarının kanı döküldüğünden beri dökülen hiçbir kanla susuzluğu doymayan, intikam hırsı bitmeyen ve daha fazlasını isteyen, dünyada olmaktan ve dünyanın kendisinden nefret eden bu oluşum bu kutlu geceyi neşe ile geçirip sonrasında da özgürlüğün tadını çıkaracak ve dünyanın kendi kendisini yok edişini izleyecekti.
Ama…
Gece kiralık katillerin, bir isim bir resim ile ve hesabına yüklü bir paranın yattığına dair görselin sahibi olmasıyla birlikte ava çıkan canilerin gecesiydi. Kaderi birbirine bağlı olanlar biraz öngörü sahibi olabilseydi düşmanları gibi, onların çektiği ipin sadece kendi ipleri olmadığını anlarlardı. Zamansız ve hesapsız yapılan kutlamalar, erken girilen rehavetler pişmanlıkla sonuçlanır, bunu bilemediler.
Aynı Kabil’ in kıskançlığından kendisine neler yapabileceğini bilemeyen Habil gibi.
Habil’ in soyunun asil çocukları, ağacın kurtarılmış dallarından türeyen hanedanlar, tasarımın düşmanları, ezeli mazlumlar…
Kutlamanın neşesini bir anda hiçliğe katan, gülücükleri yok eden, mazlumları yine mazlum eden şey patlayan bir bomba oldu. Ama bu herhangi bir unsurun, o coğrafyadaki çetelerin ya da başka bir şeyin değil, bizzat Tasarımcı’ nın bombasıydı camiyi, kabri ve oradaki herkesi yerle bir eden. Zafer çığlıkları atıp kendilerince ayin yapacak olan ‘‘ karşı taraf ‘‘ bir tarafın yok olması ile zaten etkisiz eleman olacaktı belki de bu kadim savaşta fakat tasarımcı son sözünü yazarken kendince bir son onlar için de düşünmüştü.
Patlamaya işi şansa bırakmayacak kadar büyük bir bomba sebep olmuştu. Habil’ in hanedanının aile reislerinden geriye kopan uzunlar, ortalığa saçılan organlar ve ardından da derin bir sessizlik kaldı. Bir de görevin tamamlandığından emin olmak üzere görevlendirilmiş bir fanatik. Herkesin öldüğünden emin olduktan sonra silahını çıkartıp çenesinin altına dayadı ve ateş etti.
Gökteki kanlı ay Habil’in soyuna mı, kabilin soyuna mı kan ağlıyordu bilinmez ama bu gece bir kişinin kararı ile insanlık tarihi kadar eski bir savaş ve kadim bir organizasyon hem düşmanını hem de kendini yok etmişti.
***
Stacey uyandığında büyük bir pişmanlık hissi ile doldu.
Uyandığına…
Başında korkunç bir ağrı vardı çünkü. İçkiyi umarsızca içmiş, uykusu bölük pörçük olmuştu. Her uyandığında yanı başında Asım’ı görmek içinde hiç tanımadığı hislerle tanışmasına sebep olmuştu. Kaderin ne kadar tuhaf çalıştığını sorgulamış, sorgu defalarca uykuyla bölünmüş, her seferinde de kaldığı yerden devam etmeye çalışmıştı.
Elleriyle gözlerini ovuştururken Asım’ da açtı gözlerini. Gözleri kan çanağı gibi ve çapaklıydı. ‘‘ Günaydın.’’ dedi Asım, uyandıkları günün ne kadar karanlık olduğunun farkında olmaksızın.
‘‘ Günaydın ‘‘
Stacey biraz hızlı hareketlerle ayaklanıp lavaboya koştu. Mesanesini bahane edip o andan kurtulmak istemişti nedense. Geceyi çok çok uzun zamandır ilk defa bir erkeğin kollarında geçirmişti, hem de yaramazlık yapmadan.
Asım düşünürken bir yandan tuvaletten gelip sessiz evin salonundan bile rahatça duyulan şırıltıları ve sifon sesini dinlemiş, bir yandan da ellerini başının arasına sıkıştırıp ‘‘ şimdi ne olacak ‘‘ diye düşünmüştü.
Dün gece yaşananlar sanki kaldığı yerden devam etmeyecek, arada bir soğukluk olacak gibi gelmişti. Çok tatsız, yüzünün bile ekşimesine sebep olan bir düşünceydi bu.
Stacey geldi ve çok yakınına olmasa da yanına oturdu. Yüzünü yıkamış ama pek de iyi kurulayamamıştı. Saç dipleri biraz ıslak kalmış ama soğuk suyu yiyince yüzü canlanmıştı en azından.
‘‘ Başım çok kötü ‘‘ dedi gözlerini kapatıp kaşlarını da yukarı kaldırarak. Cümlesi biter bitmez başını asımın ellerinin arasında buldu ve alnında bir öpücük hissetti. Şakaklarını ovmaya hazırlanan eli öylece dizlerinin üzerine geri döndü.
‘‘ Annem baş ağrımı hep böyle geçirirdi ‘‘ dedi Asım. Bunu nasıl, hangi cesaretle, hangi özgüvenle yaptığına tam olarak emin olamasa da içinden kadına olan şefkati sanki istemsizce bunu yapmasına sebep olmuştu.
Şerif gözlerini açma gereği duymadı, içinden akan sıcaklığa kendini kaptırdı ve zonklayan şakağını unuttu bile.
Pek fazla konuşmadan akşam tekrar buluşmak üzere sözleşerek ayrıldılar. Asım bir eve uğrayıp şirkete gitmesi gerektiğini söylemişti. Stacey’ de Asım’ a söylese kesin aksini yapması gerektiğine dair telkinler geleceği için hiç bahsetmemiş ama ofise gitmeye karar vermişti.
Yardımcılarına güveniyor olsa da kendine güvenmiyordu. Kendini hep işi ile özdeşleştirmiş ve böyle yatmaya alışırsa kendinde kendini kaybedeceğini düşünmüştü o parlak zekâsı ile.
Kimseye çaktırmak istemediği ve bu yüzden de kendine itiraf etmeyi beceremediği korkuları olan bir kadındı.
Stacey tüm bunları düşünürken Asım ise direksiyonuna yapıştırılmış post it notta yazanları okumak istemezcesine elini yüzüne kapatmış başını iki yana sallıyordu.
Yeni bir not…
Yeni bir görev mi?
Nefret etse de, yine de baktı.
Bir adres ve iki gün sonrasına ait bir tarih ile saat vardı. Gece 00.00 da çok da uzak olmayan bir adreste 24 saat hizmet veren bir kafede.
Bunun daha önce aldığı görevlerden farklı bir şey çıkacağı notun kendisinden de belliydi. İsim ve adres değil, sadece yakınında bir adres, bir buluşma noktası ve saati vardı. Daha önceki buluşmalarını düşündüğünde onlardan da farklıydı.
Sevgi korkuyu doğuruyor. Kendisini ve hiç kimseyi sevmezken her göreve korkusuzca atılan, ne olacağını merak etmesi ve doğruya hizmet ettiğini düşünmenin verdiği tatmin en güçlü hissi olan Asım şimdi korku duyuyordu. Stacey’di sevdiği için mi? Yoksa Stacey’nin de içinde olduğu bu yeni hayatıyla birlikte kendisini sevdiği için mi? Belki de başka bir sebepten, ama notu aldığında dünden biriken tüm yaşam enerjisi ve neşe yerini kaygıya bırakmıştı.
İş yerine doğru huzursuz bir yolculuğa çıktı.
Asım’ ın gidişinin ardından da Stacey yarım kutu süt içip üstüne de iki tane ağrı kesici yuvarladıktan sonra bir duş alıp üniformasını üstüne geçirdiği gibi ofisine doğru yola çıktı. Asım’ın aksine keyfi yerindeydi. Ağrı kesiciler etkisini göstermeye başladığında keyfi daha da yerine geldi. Sanki şakaklarındaki kan akışı rahatlamış kafası hafif güzel olmuştu. Ofisteki çekmecesinde burbon kalıp kalmadığını düşünerek yola devam etti.
***
Tasarımcı Dulles havalimanına inen uçaktan ekonomi koltuklarında herkesle beraber elinden tuttuğu oğlu ile beraber indi. Üzerinde sade ve gri renkli kıyafetler, başında da bir kasket vardı. Oğlu uzun uçak yolculuğu yüzünden yorgun düşmüş, belli ki uçak indiği için uykusundan uyanmış ve şaşkındı.
Pasaport sırasından diplomatik pasaportu sayesinde vip kısmından geçerek pek beklemeden yoluna devam etti ve çıkışta onları bekleyen araca sanki daha önce çalışılmış da tekrar ediliyormuş gibi son derece otomatik hareket ederek geçti.
Elindeki notu şoföre uzattı ve araç sakin bir şekilde yola koyuldu.
Adres Fairfax’ de Best Western isminde bir motele aitti. Asım’ a giden nottaki adresin oldukça yakınında olan motel orta kalite, alelade bir yerdi. Tam da tasarımcının istediği gibi.
Yolculuk bitip motele yerleştiklerinde tasarımcı odaya yiyecek bir şeyler sipariş etti ve oğluyla neşeli bir şekilde yediler. Sonrasında oğlu kıvrılıp uyuduğu anda ancak Tasarımcı kendisini serbest bırakabildi.
Çektiği acıyı yüzüne yansıtmamak ve oğlunu korkutmamak için büyük bir mücadele veriyordu. Tek saklayamadığı belki de gözlerinin kan çanağı gibi olmasıydı. Banyoya gidip kapıyı kapattı. Alnında damarlar şişmiş, yüzü kızarmış ve gözleri hafiften morarmış gibiydi. Kafasını ellerinin arasına alıp bir mengene gibi sıkmaya başladı. Küvetin dibine çöktü. Hıçkırmıyordu ama motel odasındaki ölüm sessizliğinde gözlerinden süzülüp dökülen yaşların yerin soğuk parkesine düşüşü bile duyulabiliyordu.
Tasarımcı gözlerini kapatamıyordu.
Kapattığı anda katlanamadığı bir döngünün içine giriyor ve bundan çıkmakta da son birkaç seferdir ciddi oranda zorlanıyordu. Cebinden bir göz damlası çıkartıp bir dolu damlalık bir gözüne, bir dolu damlalık da diğerine boca etti. Gözyaşlarına karışan sıvının çektiği ıstırabı bir miktar olsun dindirmesine ihtiyacı vardı, fazlasıyla.
Gözlerine dolan sıvının fazlasından kurtulmak için istemsizce gözlerini kapattığında beyninden elektriğe tutulmuşa döndü.
Birbiri ardına devam eden sanrılar kapladı kafasının içini. Korkunç gelecek tasvirleri, insan leşlerinden oluşan dağlar, birbirini fütursuzca öldüren insanlar, sokaklarda delirmiş gibi koşturan tipler, yok olmuş şehirlere ve yıkıntılara dair görüntüler, gökyüzünden olan biteni izleyen kem bir çift mavi göz.Hepsini kan kırmızısı bir perdeye yansıyan projeksiyondan izler gibi izliyordu ve hatta kan kokusu pislik kokusu geliyordu burnuna. Görüntüler birbiri ardına dürülüp ardından yeni bir tanesine bırakıyordu.
Bazısı bir masanın etrafında sinirli sinirli konuşan takım elbiseli insanların sözleri ile başlıyordu. Bazıları küçük bir kız çocuğunun yaşlı gözlerinde ve yüzündeki intikam ateşinde. Bir tanesi aynanın karşısında kendisini tokatlayan kel bir adamın sapık bakışları ile başladı, bir tanesi ise mikroskopta gördüğü şeyden şeytani bir zevk alan 100 yaşından da geçkin bir ihtiyarın çürük sarı dişlerinden, bir tanesi şömine ateşini izleyen korkunç bir suretten.
Bir diğeri sarışın bir adamın karşısındaki binlerce insana ağzından salyalar saçarak hevesli hevesli konuşmalar yapmasıyla başlayıp yıkıma gidiyordu, diğeri ise ağlamadan doğan ve hatta rahatsız edici bir gülücükle kıçına ilk şaplakları yiyen bir bebeğin dişsiz ıslak damaklarının içinden çıkıp her yeri yutan bir karanlıkla başlıyordu.
Ama başlangıçlar fark ihtiva etse de, devamında olanlar birbirinin aynısı oluyordu. Ölümler, yıkımlar, yangınlar, ceset taşıyan akarsular, ölü bebeğine sarılıp ağlayan kadınlar, kurtlanmış cesetler, cesetler ve cesetler…
Sonrasında ise karanlık, soğuk buz gibi bir karanlık hem de. Tasarımcı bu karanlığın soğuğunu ciğerlerinde hissediyordu ve içten bir irkilme ile silkeleniyordu.
Artık hıçkırmamaya çalışmaktan vazgeçmiş ve çocuklar gibi ağlamaya başlamıştı. Hanedanın önlemesi gereken tüm alternatif gelecekler geriye tek başına kalan tasarımcının zihnine hücum ediyor ve yalvarıyorlardı hatta engellenmek, bertaraf edilmek için.
***
Ofis çekmecesinde burbon kalmadığını görmenin verdiği sıkıntı Mark’ın kapıdan içeri girdiğinde başlayıp bitmek bilmeyen kafa ütülemesinden daha fazlaydı.
‘‘ Neden geldin, en az bir hafta daha yatman lazım en az bir hafta diyorum. Doktorun söylediklerini dinlemek bu kadar mı zor şerif? ‘‘
Stacey çekmeceyi kapattı, Mark’ın yüzüne ifadesiz bir bakış attı girdiğinden beri yaptığı gibi. ‘‘ Ben iyiyim, ne var ne yok sen ondan haber ver’’ dedi. Gözü dışarıya gidip gelmesini gerektirecek bir iş aranıyordu. Yol üstü olduğu için Dennis’e bir selam verir ve likör dükkânından da hazır uğramışken bir şeyler alabilirdi bu sayede.
‘‘ Bir şey yok, her şey yolunda. Yolunda olmayanları da hallederiz Stacey biraz kendine acı yaraların açılacak.’‘
Şerif bu sefer sert ve pis bir bakış attı. ‘‘Kendine acı’’ ifadesinden kaynaklı bu bakış Mark’a da geri adım attırdı.’’ Sen bilirsin’’ diyip çıktı.
Stacey masaya bacaklarını uzatıp önündeki birikmiş notlara şöyle bir göz gezdirdi. Geçmiş olsun mesajları, iyi niyet bildirileri, olayı yaşayan öğrencilerin ailelerinden gelen teşekkür mektupları, hayır duaları vs…
Bir de belediye başkanından not vardı. Takdim edilecek kahramanlık madalyası ile alakalı gün teyidi bekleyen. Belediye başkanının sekreterini arayıp istenen günde orada olacağını söyledi.
Bir sigara yaktı ve gözlerini kapayıp düşünmeye başladı. Kalabalık önünde takdim edilip bir de herkesin bakışları altında madalya almak düşüncesi, o alkışlar, insanlar…
Midesi bulanır gibi oldu. Mahcubiyet düşüncesi bile bir garip olmasına sebep olmuştu. ‘‘Ben sadece görevimi yaptım’’ diye düşündü. Burbon öncesi bir miktar kahvenin fena olmayacağına karar verip makinenin başına gitti.
Geldiğine de bir miktar pişman olmuştu zira yapacak bir şey bulamıyordu ve zaman geçmesini istediğinden pek yavaş geçiyordu. Ağzı teneke kaplıymış gibi kahveyi hızlı hızlı içti ve araba ile turlamak üzere ofisten çıktı. Mark ‘’ iflah olmaz bu’’ der gibi başını iki yana sallıyordu.
***
Asım iş yerinde imzalaması gereken evrakları seri olarak bakmadan paraflıyordu. Bilanço, kârlılık, personel alımları, yeni tesisler için arazi alımları gibi normalde bir patronun içine gömüleceği raporlar önünden vızır vızır gelip geçiyordu. Hiç birisi hiçbir şekilde umurunda bile değildi. Kar dağıtımından hesabına geçen ödemelerle hesap 8 haneli rakamları çoktan görmüştü ve gidişat 9 haneli rakamların yeni yılda çok yakın olduğunu gösteriyordu. Ama görene, bakana…
Bakmadı bile.
Tek ilgilendiği çocuk esirgeme kurumlarına yapılan bağışlardı. Hatırı sayılır miktarda düzenli bağışlar yapılıyordu kişisel hesabından fonlara. Bunlarda aksama olup olmadığına baktı. Verdiği talimatlara göre yapılan bağışların karlılık oranıyla doğru oranla artıp artmadığını kontrol etti.
İs bağlayan kalbini böyle yıkamaya çalışıyordu. Kötüleri ayıklarken iyilerin de hayatta bir şansı olmasını sağlaması gerektiğini düşünüyordu çünkü Asım. Paraya ihtiyacı ya da bir hevesi yoktu, ölene kadar da olmayacaktı.
İmzalar bitince asistanı ofisten ayrıldı. Kapı kapanır kapanmaz cüzdanının arasına koyduğu notu çıkardı.
Her şeyin sadece biraz, bir süre durağan gitmesini istemişti sadece. Ama olmayacağı belliydi.
***
Oğlu uyanmış içerden babasına sesleniyordu. Tasarımcı ‘’ banyodayım geliyorum bekle’’ diye seslendi. Ayaklandı ve aynada yüzüne baktı. Berbat görünüyordu. Kırçıl saçları parmaklarının arasına dolup çekilmekten dikelmiş, gözleri kan çanağına dönmüş, alnında damarları şişmiş ve yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Defalarca su vurdu yüzüne ama ferahlamadı. Dışarı çıkmak en iyisi diye düşündü. Oğlunu alıp bir şeyler yiyip sonra da adamlarından birine emanet edip saati geldiğinde buluşma yerinde olmaktı planı. Ama gördükleri, yaşadıkları işini hiç kolaylaştırmıyordu.
Kendini toparlayıp oğlunu aldı ve ucuz Amerikan kahvaltıları, çörekler ve paylar satan dandik bir restorana girdiler.
Oğlu için omlet ve sandviç, kendisi için de sadece kahve söyledi. Garson klasik canından bezmiş, yüzünde gülümseme en son ne zaman görüldüğü şüpheli, bir zamanların sarışını yaşlı bir kadındı. Tasarımcı kadının yüzündeki meymenetsizliğe odaklandı ve çektiği acıya rağmen kupasını dolduran garsona gülümsedi.
Herhangi bir geri dönüş alamadı. Kadın arkasını dönüp gitti. Beklenen gülümsemeyi yarım saat sonra bahşiş olarak aldığı 500 doları gördüğünde gösterecek ve bu seferde meymenetsiz bakışları karşısındakinden görecekti.
Tasarımcı insanların iğrenç yaratıklar olduğunu düşünüyordu. Tanrının ucube çocukları. Tanrıyla bahse tutuşan şeytanı haklı çıkarmak için, onu kazandırmak için sanki ellerinden gelen her şeyi yapan, Tanrı’yı kıyamete zorlayan tiplerdi. Tuhaf olan ise Tanrı’nın tüm bunlara seyirci kalmasıydı. Eğer tasarımcılar seyirci kalmama adına bir organizasyon idiyse, o zaman içlerinden çıkan bir çürük elmanın, yani kendisinin bunu nasıl yok etmesine izin verdiğini de anlayamamıştı.
Tarih onun kadar insanlardan nefret eden hiçbir tasarımcı görmemişti. Belki haberleşme ağının güçlenmesi ile artık televizyon her şeyi gösterdiğinden, eskiden de olan ama artık saklanamayan ve gösterilen tüm o zalimlikler, amaçsızca zevk için cinayet işleyen katiller, savaşlar, yıkımlar…
‘’İnsanlık hep böyleydi, sadece artık daha çok haberdarız’’ diyip bardağı dipledi ve garsona boşunu gösterdi sallayarak.
‘’Ne dedin baba anlamadım’’ diyen oğlunun saçlarını okşayıp ‘’ bişey yok’’ dedi tasarımcı…
Bişey yok…
***
İş yerinden kaçta çıkacağını bilmediğini, işlerin biriktiğini ve bugün için müsaade istediğini telefonda Stacey’e sakince belirten Asım gerçekten de gece geç saate kadar ofisinde öylece takıldı kaldı. Stacey bunu duyduğuna fark ettirdiğinden çok daha fazla sıkılmış ama ses etmemiş, birkaç espri ile konuşmayı sonlandırmışlardı.
Yapacağı işler, bakacağı evraklar, inceleyeceği numuneler, tüm o ıvır zıvır işler biteli çok olmuş, binada bir tek o kalmıştı uyanık olarak. Güvenlik sorumlusu tembel teneke Henry de binadaydı ama bankonun ardındaki sandalyesinde kafayı dayayıp çoktan uyuyup gitmişti. Para kazanmak için harika bir yöntemi ve bulduğu güzel bir işi olduğu için eyaletin en mutlu adamlarından biriydi Henry. Bu rahatsız pozisyonda hırıltı dolu bir uykuda iken bile sanki yüzünde bir gülümseme vardı. Oysa şu an eyaletin en mutsuz adamlarından biri saat yaklaştığı için ofisinden ayrılmış ve çıkış kapısına yönelmişti.
Usulca dürteledi Asım güvenlikçiyi. Henry uyandı ve şaşkın, pişman ve mahcup bir ifade ile ‘’ Üzgünüm Bay Asım, çok üzgünüm, biraz rahatsızdım da ‘’ dedi. Ağzının suyunu da kapıyı açmak üzere ilerlerken elinin tersi ile sildi. Asım ‘’ Sorun değil Henry, en azından birileri huzurla uyuyabiliyor, bunu görmek güzel. ‘’ diyip daha da ardına bakmadan arabasına geçti. Henry adamın adını biliyor olmasına ayrı, neden bu saate kadar ofiste kaldığına ayrı şaşırdı ama en azından fırça yemediği için işinden tekrar memnun bir şekilde Asım’ın ardından kapıyı kilitledi ve uykusuna geri döndü.
Huzurlu olanlar için güzel bir geceydi, huzursuzlar için ise karanlık. Henry’nin okumayıp kafasını üstüne koyduğu gazetede önceki gün ölenler, patlayan bombalar ve gizli bir teşkilatın, uluslararası bir suç organizasyonunun olası iç hesaplaşması ile alakalı komplo teorileri ile dolu haberler ve makaleler doluydu.
Asım buluşma noktasına doğru giderken kaygılarından kurtulmaya ve kafasını boşaltmaya çalışıyordu. Hatta artık bu buluşma için hevesliydi bile. Kafasındaki soruları belki de eksik kalan noktaları tamamlayabilecek, belki de artık cinayet işlemesine gerek kalmayacağı bir statüye kavuşacak, belki not dağıtacaktı.
Belki de…
Belki de artık dünyanın kaderi müdahale etmeye gerek kalmayacak bir rotaya oturmuştu ve hizmetlerinden dolayı teşekkür edip hayatta başarılar dileyeceklerdi.
Belkiler ile boğuşa boğuşa yola devam etti.
Tasarımcı ise çoktan buluşma adresine gelmiş, ön kapıdan girince en karşı dipteki masaya oturmuş ve leş gibi kapkara bir kahve söylemiş yudumluyordu. Tüm gün dünyanın çeşitli yerlerindeki gelişmelerden haberdar eden bir adamı son görüşmelerinde temizliğin devam ettiğini, sona yaklaşıldığını söylemişti.
Tasarımcının emriyle birbirinden habersiz çalışan katiller önce sahadakileri, sonra birbirlerini öldürüyorlardı. İşi alan işi yerine getirdiğini bildirdiği anda ona parasının kalanı ödenip teşekkür ediliyor ve akabinde de başka bir temizlikçiye ismi, eşkâli ve konumu bildirilerek öldürülüyordu.
Temizlik…
Asım, aracını restoranın önünde araçlar için belirlenen köşede boş bir yere park etti. Diğer park eden gündelik araçlara göre arabası havalı kalmıştı ama o böyle şeylere dikkat edip etmemesi gerektiğini bile bilmeyen biriydi.
İki şeyin farkında değildi.
Birincisi bu gece bu restoranda iki kişinin öleceğiydi. İkincisi ise saatlerce şirketin önünde bekleyip sonra da şirketten çıktığından beri çaktırmadan onu takip eden Stacey’nin varlığı.
Stacey Asım’ın tanıyıp görüp bildiğinden fazlası olduğunu düşünüyor ve kendince içindeki polis içgüdüsü ile bugünden itibaren Asım’ı daha çok tanımaya karar vermiş bulunuyordu.
Asım kapıdan içeri girdi.
Restoranda fazla bir müşteri olmamasına rağmen tasarımcıyı hemen gözü seçmedi. Çünkü sadece bir kez görmüştü adamı ve o gördüğü halindeki görkeminden eser kalmamış, adam resmen eksilmiş ve eskimişti. Oturduğu masanın pencereye yakın tarafına doğru sanki sinmiş gibi duruyordu.
Asım’ ın içeriye girdiğini gördü ve elini havaya kaldırdı. Asım yavaş ya da hızlı olmayan sakin adımlarla masaya doğru ilerledi ve tasarımcının el hareketi ile oturdu.
Stacey uzaktan dürbünle Asım’ ın adamın biri ile buluştuğunu ancak seçebiliyordu ama kim olduğunu tanısa bile anlayamayacağı bir görüntü alabiliyordu ancak durduğu mesafeden.
Görüşmeyi başından sonuna kadar takip etti, karşılıklı konuşuyorlardı ve hatta bir süre sonra görüşmeye birisi daha katıldı. Adam Asım’ ın yanına oturmuştu ama genelde dinliyordu.
Görüşmenin sonunda Asım’ ın karşısındaki adamın ayaklarının arasındaki çantadan bir tabanca çıkardığını gördüğü anda dürbünü fırlatıp arabadan kendisini dışarıya fırlattığı gibi silahını çekerek restorana doğru koşmaya başladı.
İki el silah sesi duyuldu ve çığlıklar…
İki kişi oracıkta öldü gitti…
***
Asım karşısında oturan adamı gözleriyle detaylı bir şekilde inceliyordu. Belki fark edilmemek için böyle bir görünüme bürünmüştür diye düşündü. Üstü başı, kıyafetleri, duruşu o kadar sıradandı ki bu adamın dünyanın kaderine yön veren, yolculuğunun rotasını çizen adam olduğuna inanması ilk elden bilmiyor olsa imkânsız olurdu.
Ama biliyordu…
‘’ Her şey yolunda mı bakalım? ‘’ diye sordu tasarımcı. Bunu sorarken bir yandan da garsona boş kupasını gösteriyordu elinde sallayarak.
‘’ Bunu siz söyleyeceksiniz, neden buradasınız ve ben neden buradayım? ‘’ diye sordu Asım. Aslında cevabını öğrenmek dahi istemediği bir soruydu bu. Keşke burada olmasa, keşke bu not gelmese, keşke tasarımcı ile bir daha yüzleşmek zorunda kalmasaydı vs, vs…
‘’ Bana göre yolunda ‘’ dedi tasarımcı bardağı doldurulurken. Kadının gitmesini bekledi konuşmaya devam etmek için.
‘’ Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Asım.’’ dedi ve bir de sigara yaktı. Bu cümleyi duymak Asım için hiç hoş olmamıştı. Tam her şey yoluna girerken, hayattan keyif bile almaya başlamışken bunun eskide kalacağını ve değişmek zorunda olduğunu duymak iğrenç bir histi.
‘’ Sana bazı şeyleri açıklamaya geldim, bu beni son görüşün olacak ve kaderlerimiz bana vereceğin cevaplara göre belirlenecek.‘’
Tasarımcı anlattı, Asım dinledi…
Duyduklarına inanamadığı da oldu, duyduklarına pişman olduğu da oldu, duyduklarına sevindiği de oldu. Arada birkaç soru da sordu ve Tasarımcı da bu sorulara dürüstçe cevaplar verdi. En sonunda da bir teklifte bulundu Asım’a. Bu teklifle alakalı en kötü şey düşünecek zamanı olmaması, ilk aklından geçeni söylemek zorunda olmasıydı.
‘’Kabul ediyorum’’ dedi Asım. Gönülsüzce değil ama hevesli de değil, öylece…
Tasarımcının yüzü aydınlandı, üstündeki ağırlık kalktı sanki. Duruşu değişti hatta oturduğu yerde şöyle bir doğruldu. Yardımcısı geldi yanlarına bir süre sonra ve ‘’otur’’ dedi Tasarımcı. Adam ne olduğunu anlamaksızın Asım’ ın yanına oturdu. Tasarımcı adresi söyle dedi. Yardımcı da kaldıkları motelin adını ve adresini söyledi. Asım bunu zihnine not etti ve Tasarımcı cebinden bir zarf çıkartıp Asım’a verdi.
‘’ Tamam mı?’’ diye sordu.
‘’ Tamam’’ dedi Asım.
Tasarımcı belinden silahı çıkardı ve Asım’ ın yanında oturan yardımcısının kafasına hizaladığı gibi ateş etti. Silah büyük bir gürültü ile patladı ve adamın parçalanan kafasından Asım ın suratına beyin ve kemik parçaları sıçradı. Asım öylece kalakaldı. Tek tepkisi gözlerini kocaman açıp kulağındaki çınlamaya odaklanıp öylece kalmak oldu.
Restoranda herkes silah sesinin ardından ne olduğunu anlamaya çalışmaksızın panikle kaçışmaya başladı sağa sola ve en nihayetinde de kapıya. Masanın altına girenler de usul usul kaçtı.
Tasarımcı Asım’a baktı, gözlerinin içine ve usulca gülümsedi…
‘’ Sana güvenebileceğimi biliyorum. Teşekkür ederim, her şey için’’ dedi.
Silahı çenesinin altına koydu ve gözlerini kapatıp tetiği çekti. Bu seferde tavan kemik ve beyin parçalarına sıvandı. Tasarımcının tepesi patlamış kafası masaya yığıldı. Suratının insicamı içinden geçen mermi yüzünden bozulmuş canı giden gözleri öylece Asım’a bakakalmıştı.
Asım da öylece kalmış, tepkisiz donuk bir halde masanın üstünde duran ellerine tasarımcının kafasından ve ağzından sızan kanların süzülüp bulaşmasını izledi. Kan parmaklarını ıslatmaya başladığında içeride sadece o kalmıştı. Bir de içeriye canhıraş bir şekilde dalan Stacey.
Asım’ ın yanına koştu. Silahını çekmiş etrafta bir saldırgan olup olmadığına bakıyordu. Kimsenin olmadığına emin olunca silahını kılıfına taktı ve telsizden anons geçti. Asım’ı dürteliyor ve ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Adam tepkisizdi.
Öylece kalakalmıştı ve kendine geldiğinde de aslında bu şekilde davranmaya devam etmeye karar verdi. Bu rol iyiydi.
Ambulans ve şerif yardımcıları da geldi. Asım’ı ambulansa taşıyıp arkasına oturttular ve nabız, tansiyon kontrolleri ile göz bebeği kontrollerini yaptılar. Doktor ‘’ şoka girmiş’’ dedi ve Stacey’ e teskin edici bir iğne yapacaklarının bilgisini verdi.
‘’Uyutacak mısınız?’’ diye sordu şerif.
‘’ Evet, tamamen kasılmış durumda, baksana ‘’ diyip adamın ellerini gösterdi. Asım yumruk sıkmaktan tırnaklarını avcuna saplamış, ellerinden kanlar akıyordu.
Ölenler ceset torbaları ile taşındı, Asım’ da iğne yapılıp sedyeye yatırıldı. Stacey yatmakta olan adama baktı, bir gün önce kollarında yatan adamla aynıydı, yüzündeki o uyurken ki ifade…
‘’ Sen kimsin?’’ dedi adamın yüzüne bakıp. Elini tuttuğunu ise ancak tuttuktan sonra fark etti.
‘’Sen kimsin?’’
Olay yerini Mark ve diğer çömezlere bırakıp o da ambulans ile birlikte hastaneye doğru yola çıktı. Uyanıp kendine gelip ne olup bittiğini anlatması için sabırsızlanıyordu.
***
Yapılan sakinleştiricinin etkisi geçmeye başlayıp gözlerini açtığında Asım ellerini ve ayaklarını hastanedeki yatağın yanlarındaki demir kolçaklara kayışla sabitlenmiş ve başında da Stacey ile bir hemşirenin meraklı bakışlarla beklediğini gördü. Sakinliğini koruyup öylece boş boş bakmaya başladı ona bakanlara karşı.
Hemşire oldukça şişman ve kızıl saçlı bir hemşireydi ve Asım’ ın göz bebeklerinin ışığa tepkisini kontrol ettikten sonra Stacey’e başı ile ‘’tamamdır’’ gibisinden bir hareket yaptı ve odayı ağır adımlarla terk etti. Stacey kapıyı hemşirenin hemen ardından kapattı ve Asım’ ın yanına geri geldi. Asım yattığı yerde el ve ayaklarının bağlı olmasına bir tepki göstermeksizin öylece duruyordu. Bakışları Stacey ile birleştiğinde karşısında pek az zaman önce sarılıp uyuduğu kadını göremedi, karşısında Fairfax County şerifi Stacey Rosenbaum vardı.
‘’ Neler olduğunu anlatacak mısın, kimdi onlar, senin ne işin vardı bu adamlarla, o masada ne yaşandı? ‘’ diye sordu şerif. Asım gözlerini kapadı birkaç saniyeliğine, akmayı bekleyen yaşlar göz kapağını fırsat bilip yüzünün yanlarından aşağıya döküldü. Bu gözyaşları ölenlerin ardından değil ya da yaşadığı anın vahşetinden de değildi. Stacey’nin gözlerinde görmeye alışmaya başladığı ve sevdiği o ilgi ve şefkatin yerinde yeller esmesinden dolayıydı. Bir kez daha hayallerini kurduğu geleceği yitirdiğine dair korku bedenini sardı. Odanın soğukluğunu da tam bu anda hissetti. Ne söyleyeceğini, bu durumdan nasıl sıyrılıp normale dönebileceğini asla kestiremiyordu. Tekrar açtı gözlerini.
‘’ Hatırlamıyorum ‘’ dedi. ‘’Hiçbir şey hatırlamıyorum’’
Tekrar gözlerini kapadı ve başını sağına doğru devirdi. Düşünmesi ve bir cevap hazırlaması gerekiyordu. Düşünmek, yapacağı şeyleri kurgulamak pek başarabildiği bir şey değildi. Akışına göre hareket gidip şansının yaver gideceğine güvenmek alıştığı bir yaşam tarzıydı bir süredir. Tasarımın bir parçası olduğu günden beriydi bu süre ama artık ne tasarım ne tasarımcı ne diğerleri, hiçbir şey kalmamıştı.
Geriye vermesi gereken tek bir karar vardı ve bu karar doğrultusunda işlemesi gereken bir cinayet ve fazla da zaman yoktu bunun için.
‘’ Lanet olsun, ne demek hatırlamıyorum daha bir saat önce yaşandı bunlar, oraya neden gittin, ne konuştun o adamlarla? ‘’ diye tekrar sordu Stacey.
Takip ettiğini açık etmek istemiyordu. Asım’ı suçlamak da istemiyordu aslında çünkü karşısındaki adam birisini öldürmüş ve sonra da intihar etmişti. Asım orada konu mankeni gibi durmuş sadece ve olanları izlemişti. Bu infazların emrini veren kişi olup olmadığından başlayıp Asım’ ın bir çeşit etnik bir mafyanın lideri olabileceğinden başlayıp türlü türlü ihtimalleri kafasında döndürüp döndürüp durmuştu. Ama tüm ihtimaller tanıdığı, ya da tanıdığını sandığı adamla muazzam bir çelişki ile çarpışıp silinip gidiyordu.
İnsanlara şerif olarak değil de Stacey olarak baktığında nasıl birisi olabileceğini göremediğini eniştesi Andy’de çok acı bir şekilde deneyimlemişti ve tekrar aynı hataya düşüp düşmediği korkusu sarmıştı bu gece olanlardan sonra. O yüzden silinip giden tüm ihtimalleri de zihninin duvarlarına bir gazetenin kesilmiş küpürleri gibi yapıştırdı.
‘’ Türk mafya hesaplaşması, mafya babası Asım bir sözü ile lider kadrosunda temizliği başlattı ‘’ Manşet ve sürmanşetin altında Asım’ ın restorana girdiğinde gördüğü yüzünün yarısı kan ve beyin parçaları ile yıkanmış halinin resmi vardı.
‘’ Sapık ve kült tarikat sözde peygamberleri için kan akıtmaya devam ediyor.’’ başka bir manşetti.
Asım’ın insanları hipnotize edip birbirlerini öldürttüğü, Asım’ ın uyuşturucu baronu olduğu, kiralık katillerden oluşan bir tarikatın üyesi ya da lideri olduğu türlü çeşitli senaryolara ait başlıklar zihnine kazınmıştı.
‘’ Hatırlamıyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum. Tek bildiğim şey geç saate kadar ofisimde çalıştığım ve sonrasında da eve gitmeden önce bir şeyler yemek üzere evimin yol üstü bir yerde restorana uğradığım, sonrası tamamen yok bende Stacey ‘’ diye çıkıştı Asım. Stacey zihindeki sorgu odasından ve duvarlardaki manşetlerden gerçek dünyaya geri döndü.
‘’ Şunları çözer misin, beni çözer misin lütfen?’’ diye sesini biraz yükseltti Asım. Gerçekten de içinde tarifsiz bir sıkıntı kuyruk sokumundan ensesine kadar yürüyordu. Bu şekilde sabit kalmanın asla katlanabileceği bir şey olmadığını deneyimliyordu zira.
Stacey hareketsiz ve tepkisiz bir şekilde tekrar sordu ‘’ O adamlar kimdi?’’
Asım ellerini ayaklarını sallamaya başladı kurtulmak istercesine. ‘’ Beni neyle suçluyorsun, hatırlamıyorum bir şey, suçluysam çıkart hapse at beni ama ellerimi çöz ben duramıyorum anlamıyor musun? ‘’ diye bağırdı. Bileklerini istemsizce çekiştiriyor, canının yanmasına ise hiç aldırmıyordu. Adamın gözlerinin hala yaşlı olduğunu fark etti Stacey ve önüne geçemediği empati duygusu kapladı benliğini.
Tüm o suç baronu olduğu, mafya tarikat sahte peygamber gibi ihtimallerin dışında karşısında pekâlâ hayatında hiçbir suça şiddete karışmamış, sakin bir yaşantı süren vergisini düzgün ödeyen ve yanlış zamanda yanlış yerde olan kibar bir adam olduğu ihtimalini düşündü.
Hem de sarıldığında içini sıcacık yapan.
Şimdi işte bu adam hayatında görmediği, şahit olmadığı tür bir şiddete şahit olmuş, şoka girmiş, üstüne bayıltılıp hastanede el ve ayaklarından tehlikeli bir deliymiş gibi zincirlenmişti.
Üzerindeki üniforma hariç o an Stacey’ de şerifliğe dair hiçbir şey kalmadı.
Yine gönlüne yenildi Stacey.
‘’ Tamam, sakin ol’’ diyip Asım’a doğru yanaştı. Önce ayaklarındaki sonra da ellerindeki kayışları çözdü ve geri çekilip sandalyeyi çekti yanına ve oturdu. Asım kurtulan bileklerini ovalayıp yatakta oturur pozisyona geçti. Kendine doğru çektiği dizlerinin üstüne kafasını koyup gözlerini kapattı.
‘’ Başımda korkunç bir ağrı var şu anda’’ dedi. Sanki kafasını elleri arasında sıkıştırıyor gibi bastırdı ve ‘’ lanet olsun ya gerçekten hatırlamıyorum ne oldu nasıl oldu ‘’ diye bağırdı. Kendi sesini de oldukça boğuk duyduğunu fark etti. Kulağının hemen dibinde gelen silah sesleri yüzünden bir kulağı geçici duyma kaybı yaşıyordu zira. Stacey’ de tam o tarafından Asım’la konuşuyordu.
‘’ Doktorla konuşalım, geçici bir durum olabilir. Böyle vakalar duymuştum, elbet hafızan yerine gelecektir. Hatırlamadığına inanıyorum beni yanlış anlama ‘’ dedi ama lafını bitiremedi.
‘’İmzalamam gereken bir kayıt belge var mı, varsa imzalayıp artık gidebilir miyim? ‘’ dedi Asım. Oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu.
‘’ Evime gitmek istiyorum.’’ dedi. Stacey başıyla onayladı. ‘’ Git, sabah uğrar yazılı ifadeyi getirir imzalatırım, burada tutmaya gerek yok seni. Yalnız, yakın zamanda iş seyahatlerin var ise ertelemeni ya da iptal etmeni istemek durumundayım. Hafızan yerine gelebilir ya da başka bir sebeple tekrar ifadene başvurma gereği duyabiliriz.’’ dedi.
Asım kırgın bir ses tonu ile ‘’ bu kadar resmi olarak bunları söylemek zorunda mısın?’’ diye sordu. Stacey Asım’ın elini tuttu ve ‘’ evet, zorundayım. Hadi gel seni eve bırakayım, araban nerde?’’ diye sordu. Asım ayaklanıp üst başını toparlarken arabanın olayın yaşandığı restoranın orada olduğunu söyledi. Şerif anahtarlarını isteyip aldı ve sabah yardımcılarıyla arabayı eve gönderebileceğini söyledi. Amacı arabayı da kontrol etmekten başka bir şey değildi.
Yol boyunca neredeyse hiçbir şey konuşmadılar. Asım şakaklarını ovuşturup bir an önce yatağına yatıp uyumak istediğini söyledi, Stacey ise sabah çok erken gelmese de olacağını söyledi. Asım’ ın dinlenmesine izin verecekti.
Kapıda Asım ‘’içeri gelmek ister misin, insan gibi bir kahve içip geceye öyle devam etmek istersin belki diye düşündüm ‘’ dedi ama şerif pek oralı değildi. Sakince başını salladı ‘’yapılması gereken çok fazla iş var’’ dedi ve pek de samimi olmayan bir ayrılış çeşidi olarak hızlı bir el sallayıp arabanın yolunu tuttu.
İlk yapacağı iş olay mahalline geri dönüp Asım’ın arabasını kurcalamaktı. Asım’ın ilk yapacağı şey ise çamaşırının içine sakladığı zarfı çıkartıp içindekileri okumak ve sonra da zarfı yakmak olacaktı.
Kanepenin önüne geçti ve yine dizlerini göğsüne doğru çekerek yere oturdu. Zarfı açtı…
Tasarımcının el yazısından bir mektup vardı karşısında.
‘’ Son Talimatname’’ başlığı atılmıştı kırmızı bir kalemle. İster istemez içli dışlı olduğu kalem sektörü bazı gereksiz bilgilere de sahip olmasına sebep olmuştu tabi. Kırmızının renginden ‘’ vermillion kırmızı ‘’ olduğunu düşündü. Bu gereksiz detay farkındalığı zihninin mektubun devamını okumak istemeyip onu oyalamasından, yavaşlatmasından ibaret olan oynadığı bir oyundu, başka bir şey değildi.
‘’ Bu mektubu okuyorsan teklifimi kabul etmişsin demektir. Ama yine de mektubu aldığın andan açıp okuduğun ana kadar geçen sürede ortaya çıkan herhangi bir pişmanlık var ise teklifimi geriye çekerek sadece tek bir isim ile hak ettiğin çıkışı yapmanı sağlayabilirim. Onu öldür ve özgür kal, bu kadar basit işte.
‘’Stacey Rosenbaum… ‘’
Asım mektubu lanetli pislik bir şeymiş gibi yere fırlattı ve eliyle ağzını kapattı.
Stacey…
Stacey’ i öldürmek zorunda kalacağı hiçbir senaryonun başrolünde oynamayacağını bilecek kadar sevmişti artık onu. Başka seçim şansı vardı ama ucunda da başka cinayetler vardı. Masada söylenen…
Kızını düşündü, renkli gözleri pembe yanakları ve şapşal bir gülüşü ile Stacey’nin kollarında ona bakıyor ve gülümsüyordu. Daha böyle bir geleceğe ulaşabilecekse bile uzun bir süre vardı ve şimdiden kızını özlüyordu resmen. Sinirle yumruğunu sıktı çaresizce nefes verdi. Mektubu fırlattığı yerden geri aldı ve okumaya devam etti.
Öldürmesi gereken isimler ve adresler mektubun sonuna sıralanmıştı, ama hepsinden önce gelen bir adres ve bir isim vardı.
‘’ Stacey Rosenbaum’ un ölmediği alternatif tek bir geçerli tasarım var, bunun yolu da aşağıdaki isimlerin değişkenler arasından elimine edilmesinden geçiyor. İlk isim hemen bu gece tasarımdan çıkmak zorunda hiçbir gecikme ihtimalini düşünme yahut eğer Stacey’ yi öldürmediğin gibi bu isimleri de öldürmemeyi düşünüyor isen, düşünme. Sana hiç yalan söylemedim, şimdi de söylemiyorum. Her şey çok daha kötü olur ve önüne geçilemez bir yıkım insanlığı yok eder. İki yoldan birini seçmek zorundasın bu yüzden.
Karar senin…’’
Mektup çok ağır gelmişti. Beraberken konuştuklarından pek daha ağır hem de.
‘’ Bir kıyamet geliyor ve merkezinde sen varsın’’ demişti tasarımcı sohbete başladıklarında. ‘’Bu benim tasarımım ve benim tasarrufum. Bir sonu elbet olacak bu dünyanın ve bunu engellemek şimdiye kadar mümkün olmadı. Ancak geciktirildi ve ötelendi ama bunun için oluşan şartlar da insanların çoğu için yaşanması zulüm olan bir dünyayı kurdu. Dünya artık o susadığı ölümüne kavuşmalı. Sen tasarımın görevlendirdiği son kişisin. Diğer her şey ve herkes sona erdi. Noktayı koymak da sana kaldı üzgünüm. ‘’
Asım insan olma melekeleri oldukça düşük birisi olarak pek ağlamayan biriydi. İçindeki duyguları, pişmanlıkları, sevinçleri genelde hakkını vere vere yaşayamayan biriydi. Böyle birine göre bu mektup, bu son birkaç saattir yaşadıkları ağır gelmişti. Hıçkırmadığı ve yüzünde acı ifadesi olmadığı halde gözleri doldu ve gözyaşları yüzünden kaçmak istercesine aşağı akmak için birbirleri ile yarış içerisine girdiler.
Şimdiye dek işlediği cinayetler için seçme şansı yoktu ve yaptığından pek de şüphesi yoktu ama şimdi kimin ölüp kimin kalacağına dair karar vermesi gerekiyordu ve acımasızca bir tarafta kendi hayatı diğer tarafında başkaları vardı. Bir kişiyi yaşatmak için başka birçok insanı öldürmesi gerekiyordu ama Stacey onun için bir kişi değildi. Onun hayatıydı, onun ve kuracaklarına inandığı, hatta ona kuracakları tasarımcı tarafından da söylenen ailesiydi.
Aile hayaline sırt dönmeyi seçerse Stacey’ yi öldürecek ve kızları hiç olmayacak, dünya bu tasarım üzerinden gelen lanetten bertaraf olacaktı. Yok onu yaşatırsa birçok kişiyi öldürmesi gerekiyordu.
Pencereye doğru yürüdü Asım. Dışarıyı şöyle bir kolaçan etti. Sonra da evin diğer pencerelerini dolaştı. Artık Stacey ona sadece ‘’Asım’’ olarak değil bir şüpheli olarak da bakacaktı ister istemez bu son yaşanan olaydaki sır perdesi aralanana kadar. Asım Tasarımcı’nın kim olduğunu, hangi milletten olduğunu, adını sanını hiçbir şeyini bilmiyordu. Polis araştırmasında belki de bunlar da ortaya çıkacaktı ve o da öğrenebilecekti.
Mektubun tamamını okudu ve ezberlemesi gerekenleri ezberledi.
İsimler…
Adresler…
Bu saatten sonra alacakları nefes sayılı olan kıyamet neferleriydi gözünde. ‘’ Masum da olsalar, masum değiller artık’’ dedi içinden.
Evden usulca çıktı.
Ne olursa olsun öldürmeye devam edecekti ve bunu yaparken hem kendini hem de dünyayı yaşatıyor olduğuna inanmaya devam etmek istiyordu.
Dünyayı belki son kez, kendini ise belki de ilk defa…
Arabası olmadığı için yürüyerek mesafe kat etmesi gerekiyordu. Bir taksi bile tutmanın ardında delil bırakacağını artık biliyor olması ufak bir süre için içinde bir rahatsızlık hissetmesine sebep oldu ama bunu çabuk savuşturdu. Yapması gerekeni yapıyor, bilmesi gerekeni öğreniyor ve alışması gerekene alışıyordu acımasızca.
Son talimatname yürürlüğe girdi.
***
‘’ İnanmıyorum ‘’ dedi Stacey arabada son hız olay yerine doğru giderken. O restoranda ne olup bittiğini tam olarak anlamadığı sürece asla ama asla rahat edemeyeceğini bildiği için tamamen polislik iç güdüleri ile sarılıp sarmalanmış durumdaydı. Algıları sonuna kadar açılmış, duyu organları alarmlar veriyordu etrafında olup bitenlere ve Asım ile yaptıkları konuşmayı irdelediği zaman, gözleri, hareketleri ve hiçbir şeyi hatırlamıyorum zırvalığı.
Hayır, bunu yutmamıştı.
Ama itiraf ettiremeyeceğine de emindi bir şekilde. Asım ne yapıp edecek ve eğer bir oyun oynuyorsa bile söylediğinden geri dönmeyecekti. Bunu Stacey’nin polisliğe dair olan tüm sinyalleri bas bas bağırıyordu. O yüzden çözmesi lazımdı bir an önce.
Torpidodan yeni stokladığı şişelerden birini aldı dikkatli bir şekilde uzanıp ve artık ustası olduğu şekilde tek elle şişenin kapağını açıp büyük iki yudum burbon yuvarladı. Bu iki yudum boğazını yakarak midesine inerken bir yandan da gözlerini daha bir açtı. Yorgunluğuna rağmen uykusunun yerinde yeller esiyordu.
Restorana geldiğinde Asım’ın arabasından başka park eden başka araç kalmamıştı zaten. Anahtarla kapıyı açıp şoför mahalline geçti ve önce yan yolcu koltuğunu sonra arkayı şöyle bir fener tutarak inceledi. Torpidoyu ve ön aynalığı kontrol etti sonrasında.
Hiçbir şey…
Arabadan inip bu sefer içine uzanarak yerlere baktı. Önce ön sonra da arka koltuğun yerlerine baktı.
Hiçbir şey…
Arabada ruhsat bilgilerinden başka hiçbir şey yoktu. Sanki bir kiralık arabaymış gibi, bir sahibi yokmuş gibiydi. İçinde sonradan kullanmak üzere lazım olabilecek bir şey, yarısı yenmiş bir atıştırmalık, çiklet, bir not bişey arıyordu ama hiçbir şey yoktu.
Öylece oturup kaldı. Asım’ın evini düşündü. Duvarlarda hiçbir tablo yoktu. Evde hiçbir dekoratif zevk, hiçbir özel eşya, hiçbir lisanslı ürün yoktu. Sahibinin kişiliğini, zevkini, tercihlerini gösterebilecek olan hiçbir şey.
‘’Kimsin sen’’ dedi tekrar içinden.
***
Gecenin karanlığı saklanmak için harika bir örtüdür. Mazlumları zalimlerden saklar bazen ve hak etmedikleri halde kurtarılmayı, kurtarır. Bazen katilleri saklar kötülüklerini yapıp yakalanmasınlar diye. Hırsızların da en güzel kamuflajıdır. Gece yargılamaz, sorgulamaz sadece gizlenmesi gerekenlere yardım eden sinsi bir işbirlikçidir.
Bu gece Asım bu yardıma sığınmış gecenin içinde sessiz adımlarla ilerliyordu.
Hem bir mazlum, hem bir zalim, hem de bir hırsız olarak gecenin içinde saklanarak hedefine doğru yürüyordu. Yapmayı artık istemediği ama zorunda kaldığı şeyleri yapan bir mazlum, can almış ve almaya da devam edecek olan bir zalim, dünyanın da meçhul istikbalini çalmakta olan bir hırsız. Hem de kendi çıkarları için.
‘’ Bu sefer farklı…’’
Bu sefer o adrese giderken şimdiye kadar yaptığı görevlerde arkasında olan uğurun yine orada olup olmayacağından emin değildi. Şimdiye dek işlediği tüm ‘’suçlarda’’ ilahi adalete hizmet ettiğini düşündüğü için tam bir özgüvenle hareket etmiş, yapması gerekeni yapmayı başaracağından da genelde şüphe etmemişti.
Bu sefer içi şüphe doluydu.
Yürüyerek pek kimsenin ulaşmayı düşünmeyeceği bir moteldi hedefi. O yüzden bu içindeki hesaplaşmayla birlikte kat ettiği mesafe, saatler sürmüş olmalıydı ve sürdüğünden de pek fazla sürmüş gibi hissettirmişti en nihayetinde. Motelin tabelasını uzaktan seçebilir hale geldiğinde adımları daha da yavaşladı.
‘’ Ya ben evden çıktığımdan itibaren Stacey tekrar beni kontrole geldiyse? ‘’
Bu düşünce aklını terk etmek bilmedi yol boyunca. Olası bir durumda neden evde olmadığı ile alakalı bir cevap verebiliyor olmalıydı ama bunu da düşünüp kurgulayacak enerjiyi bulamadı kendinde. Bunu düşünmeyi dönüş yoluna saklamaya karar verdi.
Eline bulaşacak yeni kanın yükünü hissetmektense bunu düşünerek unutmaya kendini oyalamaya çalışacaktı.
Motel’e iyice yaklaştı.
13 numaralı oda…
Kurbanı orada onu bekliyor olacaktı.
Kapının önündeki saksının altında da anahtar olacaktı.
Asım tek katlı resepsiyon binasının arkasından dolaşarak yan yana odaların olduğu yerleşkeye geldi. Arkadan dolaştığı için ilk karşısına çıkan oda numarası 20 idi.
Odaların önünden usulca adımlarla ilerledi. Kimisinden sessizliğin, kimisinden televizyonun, kimisinden ise seks yapanların inleme sesleri geliyordu.
13 numaralı oda sessizdi.
Cebinden eldivenlerini çıkartıp dikkatli bir şekilde ellerine geçirdi. Anahtarı olacağı söylenen yerde bulup aldı ve kapının anahtar deliğine usulca yerleştirdi.
Çevirdi…
İçerisi karanlıktı ama kapı açıkken dışarıdan motelin tabelasının ışığı vurduğu için aydınlanmıştı. İçeride iki ayrı tek kişilik yatak vardı ve bunlardan birisinde bir çocuk uyuyordu. Kapı sesi ya da içeriye vuran ışık çocuğu uyandırmadı.
Asım’ın içeriye girip kapıyı kapatması ve yakınına kadar yürümesi de.
Asım gözleri karanlığa alışsın diye ve göğüs kafesini kırmak isteyen kalbinin atışı sakinleşir belki diye çocuğun başında öylece beklemeye başladı. Boğarak öldürecekti.
Alıp verdiği nefes zor gelmeye, zoruna gitmeye başladı. O nefes alıp vermeye devam etsin diye az sonra bu masum görünen melekler gibi uyuyan çocuk son nefesini verecekti.
‘’ senden nefret ediyorum ‘’ dedi içinden.
Kızını kastediyordu. Daha doğmadan, daha sevmeye başlamadan bu gece ondan nefret etmeye başlamıştı.
Çocuğun üstüne bir kabus gibi çöktü gölgesi Asım çocuğa yakınlaştıkça. Hala kafasında düşünceler çarpışıyordu.
‘’ Baba? ‘’
Çocuk sayıkladı ve gözlerini açtı. Uykulu mahmur gözleri tam açılmamış çapaklı göz kapakları birbirine yapışmıştı. Asım panikle çocuğun boğazına sarıldı ve sıkmaya başladı. Çocuğun yüzüne bakabilecek hali yoktu bunu yaparken. Hem gözlerini kapattı hem de kafasını yana çevirdi ve nefretle sıkmaya devam etti. Nefretin içinde onu bu eyleme iten tüm dinamikler vardı. Tasarımcı, Stacey, kızı, dünyanın kaderi…
Sıkmaya devam etti. Çıkan sesleri duymak istemese de çaresizce duyuyordu. Tüm o hırıltılar…
Çocuk pek debelenmedi, direnmedi de zaten direnecek bir gücü yoktu. Öylesine verdi son nefesini ve dünyanın kaderindeki rolünü terk etti Asım’ın ellerinde.
Köpek uluma sesleri bozdu Asım’ın kulağındaki sessiz çınlamayı. Önce bir ya da iki köpek belki de kurt, sonrasında ise kulaklarının seçebildiği kadarıyla çok farklı yerlerden, uzaklardan ve yakından bir sürü uluma sesi duyuyordu.
Ardından kuş sesleri takip etti bu çığlığı.
Kümelendikleri yerden toplu toplu havalanmış gürültüler çıkartarak uzaklaşıyordu kargalar ve saksağanlar, güvercinler ve envai çeşit kuş bir arada.
Asım panikle odadan dışarı çıkmak üzere hareketlendi. Yaptığına bin pişman olduğu bir şeyi istemsizce yaparak çocuğa baktı. Yüzü mosmor olmuş, gözleri yuvalarından akmaya yüz tutmuş dili şişmiş ağzının içinde büyüyüp dudaklarını aralamıştı.
Ölümün güzelliğe neler yaptığına çok acı bir şekilde şahit oldu ve öyle acı ki son nefesini verirken dahi bu sahne gözünde canlanacaktı, bunu o panikle motel odasını terk ettiği anda biliyordu. Odadan çıktı ve yerleşkenin hemen arkasına kıvrılıp karanlığın içinde yok oldu. Ondan birkaç saniye sonra diğer odalardan motelin sakinleri kafayı ya da kendilerini çıkartıp merakla etrafı gözlemlediler birden ne oldu da bu hayvanlar çığırtmaya başladılar diye.
Asım’ın gözlerinin önünde çocuğun korkunç ifadesi ile hızlı adımlarla evine doğru yola düştü.
Öldürdüğü tasarımcının oğluydu, soy sona erdi ve dünya buna çok üzüldü…
***
Asım gidiş yolundan daha zorlu ve daha da uzun gelen dönüş yolculuğunun ardından kendi müstakil evine neredeyse hırsız gibi yanaştı. Etrafı defalarca yoklayıp, alakasız gürültüler ve çıtırtılar çıkartıp buna tepki olarak ortaya çıkabilecek birileri olup olmadığını gözledikten sonra ortalığın müsait olduğuna anca ikna oldu. Eskisine nazaran son derece özgüvensiz, son derece ürkek hareket ediyordu. Eve girdikten sonra kapıya sırtını yaslayıp öylece durduğu yere düşer gibi çöktü. Kalp atışları kulağında zonkluyor, midesi bulanıyordu. Başını biraz aşağı eğmesi ile boş midesinin safralarının boğazını yakarak ağzından asit gibi yere seri damlalar halinde akması bir oldu. Yanan boğazı ancak defalarca öksürdüğünde ve zoraki kalkıp biraz su içebildiğinde kendine geldi.
Işıkları açmadan banyoya gitti ve yüzüne su vurdu. Aynada kendine bakmaya başladı ardından. Gözlerini kendinden alamıyordu. Baktıkça sanki yüzü değişiyor, değiştikçe yüzündeki ifade kinle ve suçlayıcı bakışlarla bakan birine dönüşüyordu ve hissizleşen Asım bu yüzün kendine ait mi, yoksa aynada gördüğü bir halüsinasyona mı ait olduğuna emin olamıyordu. Görüntü yaşaran gözleri ile iyice buğulandı ve hıçkırıklarla ağlamaya başladığında ancak gözlerini kapatabildi. Titreyen elleri yüzünde birleştiğinde gözleri kapanır kapanmaz çocuğun yüz ifadesi karşısında beliriyordu.
‘’ Baba?’’
Kulağında tekrar tekrar yankılanan sesle de mücadele edemiyordu. Mutfağa zor attı kendini ve Stacey’nin favorilerinden zamanında gelecek günlerde neşe ile beraber içileceği hayalleri ile alınmış burbon şişelerinden birini açıp kafaya dikledi.
‘’Allah kahretsin’’ diyip tekrar kusmamak için kendini zor tuttu. Sıcak burbon boğazını daha da bir yakmıştı. ‘’ Bu boku nasıl içiyor ki bu kadar’’ dedi. Koltuğa geçti ve uzandı. Burbon Stacey’nin neden ve nasıl bu kadar içtiği ile alakalı düşüncelere sebep olması ile bile aslında işe yaramıştı. İçmeye devam ettikçe ‘’bu bokun’’ gerçekten de işe yaradığını gördü. Sonra da Stacey’nin bu kadar içme sebeplerinden biri ve belki de en önemlilerinden birinin kendisi olduğunu hatırladı. Yeğenini öldürmüş, eniştesinin ölmesine sebep olmuş bir aileyi yok etmese de perişan etmişti.
Bu aklına gelen bağlantıya ait kötü hatıraları da büyük bir yudum burbona boğdu. ‘’ Anlaşılan artık Stacey’e daha münasip bir içki arkadaşı olucam’’ dedi kendi kendine ve şişeyi yarıladı üstüne. Gece bittiğinde şişe de, Asım’da bitecek ve elinde içinde bir yudum içilmemiş burbon ile sızıp kalacak ve yeni güne başladığına da pişman olacaktı tabi baş ağrısından.
***
Stacey önüne gelen raporları inceliyordu. Ölenlere ait kimlik bilgileri edinilmiş ve konsolosluklara bilgi geçilmişti. Maktul ve onu öldürüp intihar eden katil; ikisi de Lübnan vatandaşıydı fakat Amerika’ya İstanbul’dan gelmişlerdi. Maktul Farhad el Khadima kayıtlarda katil Abdullah Bin Haris’ in şoförü olarak geçiyordu. Abdullah Bin Haris ise ‘’Malik inc’’ ve ‘’Mizala Corp’’ gibi uluslararası birçok şirketin sahibi olarak görünüyordu.
Mizala corp tarım, tarım sanayi, tohum ve gübreleme, ilaç sanayii gibi pek çok alanda faaliyet gösteren, bu alanlarda marka olmuş neredeyse tüm şirketlerin büyük hissedarı olan bir şirketti.
Malik Inc ise sanayi, silah sanayisi, teknoloji gibi alanlarda benzer bir yapılanmaya sahipti.
‘’Bu adam multi milyarder‘’ dedi Stacey elindeki raporları masaya vurup. Mark ve diğer şerif yardımcıları da Stacey’nin karşısında ayakta bekliyorlardı.
‘’Çok tuhaf, tuhaf ve saçma’’ dedi Mark.
‘’ Hem de ne saçma. Sen multi milyarder bir adam olacaksın, geleceksin Amerika’da kıytırık bir restoranda üstün başın pejmürde bir giyimde gelip benim…’’ duraksadı bir an Stacey. Asım’ı ne diye sıfatlandıracağını bilemedi. Anlık verdiği esin uzamasına izin vermeden devam etti ‘’ arkadaşımla yemek yiyip sonra da şoförünün ve kendinin beynini havaya uçuracaksın.’’
Kahve bardağından büyük bir yudum aldı. Bardağın içi sabah sabah içilmesi hiç tavsiye edilmeyecek oranda leş gibi koyu kahve ve bu kahveye biraz heyecan katmak maksatlı ilave edilmiş burbon doluydu.
‘’Haber duyuldu, basın etrafa üşüşmeye başladı. Bu iş çok ses getirecek, al başına belayı’’ dedi Mark.
Stacey koltuğuna iyice kurulup ayaklarını bir güzel masaya uzattı. Fairfax Fairfax olalı bu kadar tuhaf suçlar, cinayetler hiç yaşanmamıştı. Lake burke ve civarı sakin insanların yaşadığı, genelde yarım saat sürüş mesafesinde olan Washington Dc’ de çalışıp sonra County’ye geri dönen insanlardan oluşan, küçük kermesleri ve festivalleri, yapay gölleri ile meşhur olaysız bir bölgeydi. Quantico’daki Fbi merkezinin yakında olmasının da psikolojik bir kalkan olduğu düşünülebilirdi bunda tabi. Ama şimdi silahlı okul baskınları, cinayetler, cinnet geçirip şoförünü öldürüp intihar eden milyarder Araplar.
Araplar?
Telefon çalıyordu, çömezlerden biri şerifin ofisinden ayrılıp telefona cevap vermek için bankonun önüne gitti.
Stacey kafasında bunları düşünürken adamların orijini ve isimleri Arap ismi olduğu halde kendilerinin tamamen Avrupalı veya Amerikalı gibi göründüğünü fark etti. Dosyalardaki resimleri tekrar inceledi. Kimlik ve pasaportta görülen resimler gayet beyaz tenli, yumuşak kemik yapısına sahip, kumral ve hatta şoförün renkli gözlü olduğunu gördü.
‘’ Otopsi raporlarını çıkar çıkmaz istiyorum, adam ülkeye girdiğinde oğlu da yanındaymış bir an önce bulmamız lazım’’ dedi Stacey ve lafına tam da ayağa kalkıp gün içinde yapılacak diğer şeyleri sayarak devam edecekti ki çömez içeri apar topar dönerek yanıtladığı telefonun 911’den yönlendirilen bir çağrı olduğunu ve otel odasında ölü bulunan bir çocuk ile alakalı olduğunu söylemesi ile koltuğa geri yığıldı.
‘’ Bir cinayet daha mı?’’
***
Şerif cinayet mahalline vardığında ambulans gelmiş ve otelin çevresi birimler tarafından çevrilmişti. Kapıya çekilen sarı şeridin altından geçen Stacey olay yerine gelip ilk müdahaleyi yapan sağlıkçılardan bilgi aldı. Geldiklerinde çocuğun birkaç saattir ölü olduğunu, yapılacak bir şey olmadığını öğrendi. İhbarı odaya temizlik için giren motelin sahibinin yaptığını da. Onu kısa bir sorgulamanın ardından ofise gelip yazılı ifade imzalaması gerektiğini ve bir yere gitmemesini, tekrar şahitliğine başvurulacağını bildirmeyi de ihmal etmedi Şerif.
Çocuğun boyun ve boğaz kısımlarındaki morluklar boğularak öldürüldüğünü gösteriyordu. Stacey yine de kendisi görüp incelemek istedi ve ceset torbasının fermuarını açtırdı. Ellerine eldivenlerini taktı ve çocuğun ağzının içine, ensesine, saçlarının altına baktı. İncelemesini sürdürürken son iki gündür yaşadıklarından dolayı ve bu kadar küçük bir çocuğun hunharca öldürülmesinden dolayı biriken öfkesinin içinde dönüştüğü rahatsızlık hissine kapıldı. Bu his içinde git gide büyüyordu.
Fermuarı geri çekip kapattı ve olay yeri ekiplerine dönüp ‘’ parmak izlerinden ne haber? ’’ diye sordu. Kapılardan, yatağın yanındaki sehpalardan ve diğer muhtelif yerlerden parmak izi toplayan genç yetkili ‘’ üç ayrı kişiye ait parmak izine rastladık, kayıtlarımız ile karşılaştırıp iki gün içerisinde size bilgi geçeriz ‘’ dedi ve hemen elindeki işe geri döndü. Elinde bir sekreterlik üzerinde formlar vardı ve onları elindeki ‘’ Desiger’s Pen ‘’ marka kalemle dolduruyordu. Stacey herkesin duyabileceği bir yükseklikte ‘’ raporları akşama kadar masamda istiyorum ‘’ diyerek çıktı olay mahallinden.
Arabasına geçti ve cebinden bir matara çıkartıp kafaya dikti. Bitirene kadar dikti ve hatta matara bittiğinde son damlaları da ağzına damlasınlar diye iyice salladı matarayı. Kendinden nefret ederek arabayı çalıştırdı ve yola koyuldu.
***
Asım gece yaşadıkları düşünülünce hiç sürpriz olmayacak bir şekilde berbat bir baş ağrısı ile uyandı. Gözlerini çok ihtiyaç duymadıkça açmayarak banyoya doğru ilerledi ve buz gibi suyu yüzüne vurarak açılmaya çalıştı. Oradan mutfağa geçip makineyi kahve ile doldurup suyunu da ekleyerek kanepeye geçti. Ellerini başının arasında sıkıştırdı ve şakaklarını ovalamaya başladı. Sanki şimşekler çakıyordu kafasında ve boş midesi de şimdiden bulanıyordu. Sert bir kahvenin kendine getireceğini umut ederek bir an önce kahvenin olmasını beklemekten başka çaresi yoktu.
Bugünü nasıl geçireceğine dair tek bir fikri bile yoktu. Ne iş yerine gitmek ne de kimse ile görüşmek istemiyordu. Bunu başaramayacağına ise neredeyse emindi ki zaten kapı çaldı.
Asım şeriften başka kimsenin gelmeyeceğini bildiği için farklı bir beklenti olmaksızın miskin adımlarla kapıya yöneldi. Açtığı anda Stacey destursuz bir şekilde daldı içeri ve kendini hızlı adımlarla kanepeye attı. Az önce Asım’ın tam olarak yaptığı şeyin aynısını yapıyordu. Kafası ellerinin arasında, parmaklar şakaklarında kısık bir sesle ‘’ bu şehre neler oluyor ‘’ diye fısıldadı. Asım ‘’ anlamadım ‘’ deyince kafasını ellerinin arasından çıkartıp gözlerini iyice açarak ‘’ Anlamadım, ben de anlamadım, anlayamıyorum. Bu şehre ne oldu son zamanlarda anlamıyorum. Yeni bir cinayet mahallinden geliyorum şu anda ve maktul sadece küçük bir çocuk.’’ Geri kafasını öne eğdi ve sustu.
Asım irkildi. ‘’ bu kadar çabuk mu ‘’ bulundu diye düşündü.
O anda hayatının geri kalanının tamamında yaşayacağı, mustarip olacağı bir şey yaşandı. Önce Stacey’nin ‘’ maktul sadece küçük bir çocuk ‘’ lafı yankılandı içinde. Sonrasında bu daha da kısalıp ‘’ sadece küçük bir çocuk ‘’ tekrar etti ve en sonunda da ‘’ çocuk ‘’ yankılandı. Ama bunların tamamı içinde Stacey’nin sesi ile yankılandı. Sanki vicdanı ona küsmüş ve susmuş, yerini Stacey almıştı. O andan sonra hiçbir şekilde kurtulamayacağı şekilde iç sesinin yerine Stacey’nin sesi gelmiş ve çok acımasızca sorgulamaların mimarı olmuştu bu ses.
‘’ Çocuk ‘’
‘’ Bu korkunç bir şey, nerede nasıl olmuş ‘’ dedi Asım sonra bu keskin merak ifadesini yumuşatma gereği hissedip ‘’ anlatmak rahatlatacaksa anlatabilirsin ‘’ diyerek tamamladı. Stacey başını iki yana salladı. Sanki öylece bir mola vermek istiyordu ve konuşmak da istemiyordu. Asım’ da sessizliğe dayanamıyordu. İki kahve kupası çıkartıp onları doldururken kafasının içinde konuşmaya başlayan vicdanının Stacey dublajlı sesinden kurtulmaya çalışıyordu, ama nafile.
Asım şerifin yanına oturdu. Kahveyi sehpanın onun ulaşabileceği kısmına doğru koyup arkasına yaslandı. Kendi bardağı elindeydi. Be olup bittiğini kafasını kaldırıp gözlememiş olan Stacey kahvenin kokusu burnuna gelince tepki verdi ve kupayı eline alıp yudumlamadan önce sıcaklığını ve kokusunu yaşadı bir süre. Asım yanında oturuyordu ve Stacey’ e bakıyordu ama aralarında iki üç karış kadar mesafe vardı. Stacey ise boşluğa bakıyordu. Şüpheleri, korkuları, kaygıları, içini beynini kemiren tüm o düşünceler sarmalı az önce yüksek sesle sorduğu soruya bir cevap olarak bas bas bağırıyorlardı.
‘’ Asım ‘’
‘’ bu şehre bu adam geldiğinden beri saçma sapan şeyler oluyor ve cinayetler işleniyor. En güncel olanının yakınında dibinde de zaten bu adam yok muydu? ‘’
Stacey ’de Asım’a dönüp baktı ve hafifçe gülümsedi. İçinden, kafasından geçenler için bir paravan görevi görsün diye yaptı bunu tabii ki.
Sessizliği ve Stacey’nin kafasındaki sesleri bozan gelen telsiz anonsu oldu. Şerif yardımcısı Mark’ın sesiydi bu.
‘’ Merkezden 356 ya, beni duyuyor musun şerif?’’
Stacey telsizi eline alıp üstünde bir düğmeyi çevirerek sesi daha da açtı. ‘’ 356’dan merkeze, buradayım devam et. ‘’
Mark’ın sesi mutsuz ve ilk anonsa göre biraz daha kısıktı.’’ Maktulün kimliği saptandı. Hotel kayıtları ile eşleşiyor. Haris El’Amal bin Abdullah’’ Mark ismi yanlış telaffuz etse de aslında verilmesi gereken bilgi isim değil, çocuğun kim olduğuydu. ‘’ Restoran davasındaki katilin oğlu yani ‘’ diye tamamladı anonsunu.
Stacey sadece ‘’ anladım, tamam ‘’ diyerek telsizi yerine koydu ve sesini tekrar kıstı. Gözleri ile kül tablasının yerini arayıp yakında olduğunu görünce cebinden çıkardığı pakette kalan son sigarayı da yaktı ve arkasına yaslandı. Aslında çocuğun o olabileceğini içten içe biliyordu ama yüksek sesle söyleyip dillendirmemişti daha.
Konuşmaları Asım’da normal olarak duymuştu ve bilinçli bir sessizlik içinde şimdi ne olacak diye merak ederek Stacey’e bakıyordu.
‘’ Bugün ofise gidip şirketten ilgili kişilerle olan ticaretimiz var ise ya da başka bir bağımız bunların kayıtlarını çıkarttıracağım. Sen de gelmek ister misin bu arada ofise? ‘’ diye sordu Asım ve kül tablasını uzattı. Stacey aslında ne yapacağını bilmiyordu. İçi boşalmış gibiydi ve sadece ‘’ olur ‘’ dedi.
Asım bu teklifi yaptığında zaten ortada bir kayıt çıkmayacağını bildiği için içi rahattı. Hem açık ve şeffaf, korkacak saklayacak bir şeyi olmayan birisi imajı çizmek hem de şerifin şahitliğinde adamla bir alakası olmadığını belirtmek istemişti. İlk aşama olarak bunu sağlayabilir ise ikinci aşamada o restoranda neden o insanlarla bir arada olduğuna dair bir şeyler düşünüp bulacak vakti kendisine kazandırabileceğini düşündü.
Stacey birkaç derin nefeste sigarayı içmedi adeta yedi bitirdi ve sanki izmarite hıncı varmış gibi bastırdı küllüğe. Sonra da kahvesini yudumlamaya geri döndü. Asım hazırlanmak için müsaade istedi ve üst kata yatak odasına çıktı.
İyi hal yasasından yararlanmak isteyen suçlular gibi Asım giyebileceği en şık takımını giyip en jilet gömleğini seçti. Birçok kravatı olmasına rağmen hiçbirisini takmayı sevmiyordu. Kravatın verdiği boyunduruk hissine bir türlü alışamamış en sonunda da alışamayacağını kabullenerek vaz geçmişti. Aşağıda Stacey’nin ortalığı karıştırıyor olacağından da neredeyse emindi bu yüzden pek de hızlı hareket etmiyordu. Gönlünce baksın ve tertipli, düzgün ve falsosuz ama kendine güvenen hali sağlamaya çalıştığı imaja yardım etsin diye oyalanırken fark etmeden parfümü her zamankinden birkaç fıs fazla sıktı aynada kendine bakarken.
Stacey ayaklandı ve evin önce salonunda sonra da mutfağında ufak adımlarla dolaşmaya, çekmecelerin içlerine, dolaplara bakmaya başladı. Her şey son derece muntazam duruyordu. Hiçbir yerde, orada olmaması gereken bir şey yoktu. Herhangi bir dağınıklık emaresi yoktu. Ev sahibinin zevkini yansıtan herhangi dekoratif bir tercih de hala yoktu. Evin bir karakteri, bir ruhu, bir kişiliği ilk fark ettiği günden beri yoktu ve olmamaya da devam ediyordu. Duvarlarda tablolar yoktu, eşyalar gri ve koyu renklerde tercih edilmişti. Mutfak dolaplarında tabaklar bardaklar sanki ilk dizildikleri gibi yerlerinde duruyordu. Stacey eline bir bardak alarak bakınmaya devam etti.
Hiçbir yerde gram toz yoktu. Sanki her yer yeni temizlenmiş, yeni silinmiş gibiydi ve hatta bez izleri vardı bazı silinen yerlerde. Merdivenlerden Asım’ın ayak seslerini duyunca Stacey elindeki bardağa çeşmeden su doldurdu ve bir yandan içerek salona geri döndü. Asım genelde onu gördüğünden daha resmi ve ciddi giyinmişti. Takım elbisesi jilet gibi gömleği ise bembeyazdı. Stacey yeni alındığından bile daha temiz göründüğüne yemin edebilirdi.
Asım alıcı gözle bir yandan ona bakıp bir yandan suyunu yudumlayan Stacey’e baktı ve istemsizce gülümsedi.
‘’ Ne? ‘’
Stacey bardağı sehpaya bıraktı ve ‘’ bişey yok, hadi gidelim’’ diyerek kapıya yöneldi. Asım artık yüzünü görmeyeceği için rahatça gelen gülümsemeyi aradan çıkardı ve arabaya yöneldi. Bu sebebini tam olarak anlamadığı gülümseme yerini peşi sıra gelen şüpheye bıraktı. Artık bu adamın gülümsenecek, arkadaş ya da daha fazlası olunabilecek birisi olduğundan pek de emin değildi hele de iki gün öncesine göre.
Asım ‘’ beni takip et ‘’ diyip kendi aracına geçtiğinde Stacey’de ‘’ peşindeyim merak etme ‘’ dedi kinayeli bir şekilde ve daha marşı çalıştırmadan torpidoya yönelip şişesini çıkardı ve bacaklarının arasına sıkıştırıp arabayı çalıştırdı ve peşine düştü Asım’ın.
‘’ Bugün’’ dedi Stacey kendi kendine, ‘’ bugün bitmeden ya neler olduğu ortaya çıkacak ve gözümde aklanacaksın, ya da kelepçeyi takıp nezareti boylayacaksın ‘’
Asım’ın evi ile ofis arası mesafeyi kat etmek boş trafiksiz yolda 20 dk kadar sürdü. Banliyö evleri ardında bırakıp merkeze geldikçe binaların boyu yükseldi ve etrafta gezinen araç ve insan sayısı da artmaya başladı. Stacey Asım’ ın sahip olduğu binaya geldiğinde etkilenmekten kendini alamadı. Bina gökdelen olmasa da oldukça yüksekti ve bir katının değil tamamının firmaya ait olduğunu fark ettiğinde şaşkınlığını gizleyemedi.
Asım’ın arabasını çekmek için bir görevli geldi, bir diğeri ise şerifin arabasının yanına geldi ama Stacey ‘’ burada kalsın, elleme ‘’ diyip anahtarı önce gösterip sonra da bir güzel cebine atarak ana girişe doğru ilerlemeye devam etti.
Girişteki bankoda Henry gelenden gidenden haberdar olmayan bir halde kapıya arkası dönük yanındaki mesai arkadaşına dün izlediği beysbol maçını anlatıyordu. ‘’ Lanet olası Cassidy o topu da ıskaladı ve ben oturduğum yerden kalkıp bağırdım seni oro…’’ sözü Asım’ın verdiği ‘’ Selam ’’ ile kesildi.
Arkasını döndüğünde bozuntuya vermeden ‘’ selam patron ‘’ dedi gülümseyerek. Asım ‘’ kim kazandı peki? ‘’ diye sordu. Henry ‘’ Cavaliers yine kaybetti ‘’ dedi üzgün bir şekilde. Asım gülümseyip Stacey’e döndü. ‘’ Hadi gel ‘’ dedi ve asansöre doğru yönlendi.
Henry şerife de gülümsedikten sonra onlar arkasını döndüğü anda arkadaşını neden patronun geldiğini söylemediği, çaktırmadığı için fırçalamaya başladı. Stacey asansörün aşağıya inmesini beklerken katlarda yazan departmanları okuyordu. Giriş katında resepsiyon, üstündeki katlarda araştırma-geliştirme, devamında satın alma, orta katlarda pazarlama, satış ve programlama, en üst katlarda ise müdüriyetler vardı. Asım asansör geldiğinde en üst tuşa bastı. Kısa süren yolculukta genelde birbirlerine bakıp sonra gözlerini kaçırarak geçti. Kapı açıldığında geniş bir hol yine bir karşılama için sekreterlik ve Asım’ın ofisinin giriş kapısı göze çarptı. Sekreterlik bankosunun ardından kısa boyuyla kafasını kaldırıp geleni görmeye çalışan Barbara gelenin Asım olduğunu görünce ayaklandı ve ağzındaki sakızı konuşmasına rahatsızlık vermeyecek bir köşeye ittirip ‘’ hoş geldiniz ‘’ dedi. Asım ve Stacey ofise girdiğinde Barbara dedikoduların doğru olduğunu, patronun bölge şerifi ile kırıştırdığını herkese anlatmak için içi içine sığmıyordu. Asım kapıyı kapatmadan önce Barbara’ya ‘’ Bernie’ye odama gelmesini istediğimi söyler misin ‘’ dedi gayet kibar bir şekilde. Barbara ‘’ tabii ki Mr. Asım ‘’ diyerek telefonun ahizesini hemen kaldırdı bile. Asım içeri girmeden önce bir de eliyle ‘’ iki ‘’ yaparak kapıyı kapattı.
Misafir koltuğunu Stacey’e işaret ederek kendisi de masasının başına geçti ve koltuğuna güzelce yerleşti. Stacey ‘’ vay canına ‘’ dercesine gözleriyle ofisi bir güzel dolaştı. Burası hiç de öyle evi ya da arabası gibi ruhsuz değil, yine sade olsa da son derece modern mobilyalarla kurulmuş ve dekoratif materyallerle süslenmiş bir ofisti. Etrafta tropik canlı bitkiler vardı ve kristalden yapılmış süs eşyaları ve vazolar da genel olarak ambiyansı tamamlıyordu. Stacey burasının bir tasarımcının elinden çıktığına yemin edebilirdi.
‘’ Ofisin bir harikaymış, benimki ile kıyaslayınca hele ‘’ dedi Stacey. Dudaklarını büzüp tuhaf hareketler yaptı hatta beğenisini gösterebilmek için. Asım ‘’ burada pek bulunmuyorum esasında pek benlik şeyler değil ‘’ dedi ve çalan kapıyı duymasıyla birlikte lafını ‘’ gel ‘’ diyerek bitirdi.
‘’ Tanıştırayım, Genel Müdürümüz Bernie Silverman ‘’
Bernie nazik bir şekilde şerif ile tokalaştı. Oldukça sıska, takım elbise giymiş yılan balığı gibi görünen Bernie aynı zamanda albino olmasından da ötürü oldukça değişik görünüyordu. Şirketin tüm operasyonları, iç işleri, organizasyon gibi hayati sac ayaklarının başında bulunan bu adam patronunun bir sonraki lafı ile oldukça şaşırdı.
‘’ Otursana ‘’
Bernie daha önce bu ofiste hiç oturmamış, görüşmeleri ve bilgilendirmelerini hep Asım’ın karşısında ayakta dikilerek yapmıştı. Bu yüzden yadırgayarak Stacey’nin karşısına yarım kıç oturdu ve ‘’ Buyrun efendim ‘’ dedi.
Asım buyuramadan Stacey lafa girdi. ‘’ Patronunuzun ya da şirketinizin ilişkide olduğu bir kişi ile alakalı bilginiz olup olmadığını öğrenmek istiyorum. ‘’
Bernie uyuz olmuş bir şekilde yavaşça başını Asım’dan Stacey’e çevirip baktı ve sonra tekrar Asım’a dönüp ‘’ ismi verirseniz kayıtlarımızı inceleyebilirim tabii ki ‘’ dedi.
‘’ Haris bin Abdullah ‘’
Bernie gülümsedi.’’ İşim oldukça kolay olacak öyleyse ‘’dedi. Stacey meraklı bir şekilde ‘’ neden? ‘’ diye sorduğunda kapı tekrar çalındı ve sekreter içeriye kahve tepsisi ile geldi. Bu Stacey’nin pek de haz etmediği orijinal Türk Kahvesinden başka bişey değildi zira. Barbara fincanları önce şerife sonra da patrona olacak şekilde ikram ettikten sonra Bernie ile göz göze geldi. Adam ‘’ teşekkür ederim ben bir şey istemiyorum ‘’ diyip ellerini birbiri ile birleştirip baş parmaklarını birbiri etrafında döndürerek beklemeye başladı. Barbara kapıyı ardından kapattığında tekrar lafa girerek ‘’ Mr. Haris şirketimizden temsilcilik alan ve bundan sonra Orta Doğu’da pazarımızı önemli noktalara taşıyacak olan şirketler grubunun başında olan çok önemli bir zattır.’’ dedi.
Asım ‘’ peki benim bundan neden haberim yok ‘’ diye sorduğunda Bernie ‘’ nasıl olur efendim size bu bilgiler son yaptığımız brifingde verildi. Hatta firmanın distribütörlük ve ilk depo siparişi için yaptığı ödemeler bile hesaba geçti ‘’ diyince Asım gerçekten afalladı. Bu numara yaptığı türden bir hafıza kaybı değildi. Böyle bilgiler gerçekten de verilmemişti ona. ‘’ Bernie bir şekilde beni kurtarıyor olabilir mi olanlardan haberdar olup yalanlar atarak ‘’ diye geçirdi içinden. Belki Bernie’de bir şekilde tasarımcının adamlarından biriydi ve ardından bu tezgâhı kurarak Asım’ı konunun dışında tutacaklardı ve olay bir cinnet anı olarak kayda geçip bitecekti. Emin olamadı.
Stacey firma bilgilerini, aralarındaki cari hesap hareketlerini de içeren belgeleri istediğinde Bernie bunların ticari sır olduğunu ve mahkeme kararı gerektirebileceğini ima etse de Asım ‘’ Şerif ne istiyorsa getirebilirsin, bizim saklayacak bir şeyimiz yok ‘’ dedi.
Bernie ‘’ pekala ‘’ diyerek ofisten ayrıldı. Asım ‘’ bana inanıyor musun, gerçekten hatırlamıyorum. Yani bu iş anlaşmalarını ben olmadan da yapmış olabilirlerdi ama bana bildirdiğini söylüyor ve diyecek bir şey bulamıyorum ‘’ dediğinde Stacey ‘’ inanıyorum ‘’ dedi.
İnanmıyordu…
Bernie dökümanları getirdiğinde Stacey dikkatli bir şekilde inceledi ve notlar aldı. Aldığı notlarda şirketteki diğer isimler, aracı firmalara ait adresler ve banka hareketleri vardı. Evrakların en sonunda gördüğü dekonttaki ödeme yapılan rakam gözlerinin fal taşı gibi açılmasına sebep oldu. ‘’ Bir müşterinin bir siparişi mi bu şimdi? ‘’ diye sordu. Asım dekonta baktı, ‘’ birçok ülkeye dağıtım yapacak distribütör bir firma için bile evet oldukça yüksek ama tabi bu kâr değil, ciro hedefi ‘’ diye kendince açıklama getiren Asım’ın bu açıklama ile inşa etmeye çalıştığı bina Bernie tarafından tek cümle ile çökertildi.
‘’ Bildiğiniz gibi üretici bir firma olarak kâr marjlarımız oldukça yüksek Mr. Asım ‘’ diyerek yılan gibi sırıttı. Stacey hala gördüğü rakamdaki sıfırların etkisindeydi.
Asım ‘’ sorun şu Mr. Bernie ‘’ diye lafa girdi Asım uyuz olduğu personeline karşı . ‘’ Bu kişiler şu anda ölmüş durumdalar ve Haris denen adam yardımcısını öldürüp intihar etti, asıl sorun olan ise bunlar yaşanırken ben de oradaydım ama hiçbir şey hatırlamıyorum ‘’ diyerek sadede geldi. Stacey hala rakamlarla ilgileniyordu ama Asım bu para işleri hiç ilgilenmediği ve heyecanlanmadığı konular olduğundan konuyu tekrar rayına oturtmuş oldu.
Bernie ‘’ Mr. Asım bu çok korkunç, büyük bir trajedi hatta ‘’ diyerek kaygılı bakışlarla Asım’ ın masasına yaklaştı ‘’ sizin için yapabileceğim bir şey var mı? ‘’ diyerek iyice yalaklandı. Stacey nihayet kafasını rakamlardan kaldırıp konuşmaları takibe geri döndü. ‘’ firma eski ve uzun yıllardır çalıştığı markanın distribütörlüğünü bırakıp bize geçecekti, bu da duyulmaması gereken bir girişimdi tabii ki. Bu yüzden görüşme talepleri olmuştu ama daha çok yeniydi, asistanları ile program yapmamıştık. Demek ki buraya apar topar geldiler ve sizinle görüşmek işi bitirmek istediler. Sanırım olayın travması geçtiği anda anılarınız ortaya çıkacaktır. Tabi üzücü olan bir şey daha, böylesine büyük bir firma ile anlaşmamızın geldiği bu son nokta‘’ diye güzel bir açıklama yaptı Bernie, oldukça da soğukkanlıydı.
Bu açıklama pek çok şeyin sebebini ortaya koyuyordu. Piyasalarda herhangi bir spekülasyona mahal vermeden, mevcut çalıştıkları markayı da işkillendirmeden görüşmek için gelmişlerdi ülkeye. Düşük profil olarak seyahat etmiş ve konaklamış, görüşmeleri yapıp aynı şekilde gideceklerdi belli ki.
Stacey kafasında bulmacanın parçalarını birleştirerek bir bütün oluşturmaya başlamıştı ama hala bütünün ortasında büyük, kocaman bir gedik vardı. Neden bu adam işleri ile aktif olarak ilgilenirken birdenbire cinnet geçirsin ve böyle bir manyaklığa imza atsın? Bunu hala anlamıyordu.
‘’ Bu detaylar herhangi bir şey hatırlamanı sağladı mı peki ‘’ diye sordu Stacey Asım’a ve sigarasını yaktı. İlk iki nefesi öyle hızlı çekip veriyordu ki bir anda ortalığı dumana boğabiliyordu Stacey. Bernie sigara dumanından son derece aşırı rahatsız olduğunu tüm vücut dili ile göstermeye çalışırken Asım’da bir sigara yaktı ve masasından Stacey’nin yanına geldi.
‘’ bir şey hatırlamıyorum maalesef ‘’ diyerek başını iki yana salladı. Aklının içinde vicdanının sesi Stacey’nin sesiyle aktif olarak sorgulamalar yapıp duruyordu. ‘’ bu Bernie denen sinsi yılanda bir bokluk var. Kesinlikle benim bilmediğim bir şeyler biliyor, bununla baş başa konuşmak gerekli hemen ilk fırsatta ‘’ diye aklına bir not da düşmeyi ihmal etmedi.
Stacey notlarını almış, kafası Asım ile ilgili bambaşka fikirlerle dolmuş ve yeni öğrendiklerinden ötürü kesin bir yargıya varamayacağını da anlayarak kendine verdiği sözü ertelemeye karar verdi. ‘’ Ben artık gitsem iyi olacak ‘’ dedi. Bernie Asım’ ın ‘’ teşekkürler ‘’ demesiyle odadan ayrıldı Stacey’ den önce. Son bir ayaklanmadan önce Stacey ‘’ en son ne hatırlıyorsun peki? ‘’ diye sordu. Asım atacağı yalanları dikkatli seçmekte ve attığı yalanları da hatırlamakta oldukça zorlanmaya başladı. Laf arası ya da daha önce benzer bir soruya ne cevap verdiğini tam emin olmasa da ‘’ en son ofisten çıktım, güvenlikle sohbet ettim ve evime gidiyordum ve arabadaydım, sonrasını hatırlamıyorum ‘’ dedi.
Herhangi bir falso vermemişti. Stacey manidar bir şekilde ‘’ Peki ‘’ dedikten sonra sanki defterinde tiklenmesi gereken bir kutuya işaret atar gibi kalemini defterin sayfasında hafifçe kaydırdı ve katlayıp ön cebine koydu. Montu aralamasından ötürü gözüken silahı Asım’a ne tarz bir oyun oynamakta olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu.
‘’ Akşam görüşmek istiyorum, müsait olur musun ‘’ diye sordu bunun üstüne büyük bir soğukkanlılık ile.
‘’ İşin bitince ofise gel, orada olacağım ‘’ dedi Stacey ve kapıya yöneldi. Çıkarken bir kez daha arkasını dönüp baktı uğurlamaya gelen Asım’a ve kuru bir ‘’ ben yolu biliyorum, görüşürüz ‘’ diyerek daha hızlı adımlarla asansöre yönlendi.
Asım Stacey’nin arkasından kapıyı kapattığı gibi sinirleri boşalmış bir şekilde soluk verdi. ‘’ Bernie ‘’ dedi ancak kendi duyabileceği kadar yüksek sesle ve ardından masasına geçip dahili hattan Bernie’ nin tekrar gelmesini istediğini sekreterine iletti. Bir bardak su içmesi ve yeni bir sigarayı yakıp söndürmesi kadar geçen bir sürede kapı çalındı ve Bernie içeri girdi. Asım telefonu tekrar kaldırdı ve sekreterine ‘’ toplantıdayız, rahatsız etmeyin ‘’ dedi. Yerinden kalktı ve sakin adımlarla Bernie’ ye yaklaştı. Asım yaklaştıkça duruşunu daha da bir dikleştiren Bernie Asım’ın yakasına yapışıp silkelemeye başlaması ile afalladı. ‘’ Kimsin sen, ne yaptığını zannediyorsun ? ‘’ diyerek adamın boğazına bastırmaya başladı.
Bernie ‘’ izin ver her şeyi açıklayabilirim ‘’ diye yalvarmaya başladı. O vakur duruşu yerini bir zavallıya, sesindeki artistik tonda sinek vızıltısına dönmüştü Asım’ın ani çıkışı karşısında.
Bernie’nin yakasını bıraktı ve masasına yerleşip ‘’ anlat ‘’ dedi olabildiğince sakin bir şekilde.
Bernie kravatını düzeltip sarsılan klasını onardıktan sonra ‘’ Asım bey, siz nasıl ki belli görevleri ifa ediyorsanız onlar için bizler de bazı görevleri ifa ediyoruz. Bunların başında da sizi kollamak geliyor ‘’ dedi.
Asım pek şaşırmamıştı çünkü etrafında özellikle de şirkette böyle birilerinin olabileceğini düşünüyordu. Bu kadar her şeyin yolunda gitmesi, satışların ve rakamların devamlı surette pozitif gitmesi tasarımcının ekibinin şirkete de yön veriyor olabileceğini düşünmüştü.
‘’ Kadere yön verenler, işlerini şansa bırakmazlar ‘’ dedi kendi kendine konuşur gibi.
Bernie ‘’ efendim, anlamadım ‘’ diye tekrar duymak istedi. Zaten bu yurtdışından gelen donuk tuhaf adamın konuştuğu derme çatma aksanlı İngilizceden de hiç haz etmiyordu.
Tabi Bernie’ nin neyi ne kadar bildiğini tam olarak kestiremediği için kendisi bir şeyler söylemektense sormayı tercih etmenin daha doğru olduğunu düşündü.
‘’ Senden başka kimler var burada? ‘’ diye sordu Asım.
Bernie ‘’ bu konuda bir bilgim yok, varlar mı, var iseler kaç kişiler ve kimlerdir bunu bilemiyorum. Bilmemem de gerekiyor sonuçta ‘’ diye cevapladı bir şeyi bilmediğini ancak bu kadar birisi bilmiş tavırlarla ifade edebilirdi.
‘’ Senin görevin ne peki tam olarak? ‘’ diye sordu Asım ve ayağa kalkıp kendine yakın olan camın penceresini açtı. Temiz havaya ihtiyaç duyuyordu.
‘’ Şirketim iş vereninizle ortak çalışan bir şirket. Ben buraya hem firmanızı başarılı kılmak, hem de günlük güncellenen sizinle alakalı hizmetleri ifa etmek üzere buradayım. 2 gün önce aldığım ve son olduğu söylenen emirleri de bugün itibarı ile yerine getirmiş bulunuyorum. ‘’ diyip oturdu Bernie misafir koltuğuna ve bu sefer kravatını kendisi gevşetti. Israrla abartılı bir şekilde kullandığı vücut dili, mimik ve jestleri, tüm bu hareketleri oldukça rahatsız ediciydi. Yanınızda bulunmasını gerçekte de hiç istemeyeceğiniz cinsten zorunlu sosyalleşilen uyuz arkadaş gibi bir şeydi Bernie.
‘’ Son emirler olduğunu nereden biliyorsun? ‘’ diye sordu Asım merakla.
Bernie bacak bacak üstüne atıp ‘’ bu şahsıma gelen notlarda belirtilmişti. Şimdi görevim beni yollayanlarla mesaim bittiğine göre buradaki işlerime daha fazla odaklanmamı gerektirecek. Tek maaş çekine düştüm yani anlayacağınız ve devam etmemi istiyorsanız güzel bir maaş zammı almak durumunda olduğumu da anlayışla karşılarsınız diye düşünüyorum. ‘’ diyerek sözlerini bitirdiğinde Asım kafasının içinde Stacey’nin sesini duymaya başladı tekrar.
‘’ Gebert şu geri zekâlıyı, şu hallere tavırlara bak.’’
Asım kafasını sağa sola salladı. Vicdanının sesi olup çıkan Stacey oldukça hırçındı.
‘’ Ne görev ifa ettin hala anlamadım, dün olanlarla alakalı ne kadar bilgin var, sonrası ile alakalı ne kadar bilgin var anlat ‘’ diyerek çıkıştı. Bu laubali halleri iyice canını sıkmaya başlamıştı.
‘’ Malik Inc iştirakte bulunduğu hiçbir şirketin başarısız olmasına izin vermez. Buna da yetecek gücü var açıkçası. Beni buraya göndermekte bu güçle alakalı bir şey. Harvard mezunu, Ivy Lig mezunu birisini bu kadar düşük profilli bir işte tutmak ancak ciddi nakit oranları ile olabilirdi bilmem anlatabiliyor muyum? ‘’ diye yine böbürlendi.
Anlatamamıştı oysa.
Daha doğrusu Asım bu adamın anlattıklarından pek bir şey anlamıyordu. Anladığı bu adamın sadece basit görevleri ifa ettiği, ne bok yediğinden kendinin dahi haberdar olmadığı ve söyleneni yaptığı şeklindeydi. Her ne olursa olsun işine, rakamlara ve tasarımın bitişine kadar işini iyi yaptığı ortada diye düşündü Asım.
‘’ Son aldığın notta ne yazıyordu? ‘’ diye soracağı son soruyu sordu Asım.
Bernie arkasına yaslanıp ‘’ sizin için bir bahane üretmem gerektiği ve iştirakinizin olacağı bir silahlı eylemde masumiyet karinenizi sağlamam gerektiği yazıyordu ve öyle de oldu. Zaten bir süredir alışverişte olduğumuz şirketle aramızda olan iş ilişkisi baya bir arayı kapattı. Gerisini siz de zaten hafıza kaybı numarası ile yutturdunuz. Bana kalan ufak tefek pisliği temizlemek oldu ‘’ diye sırıtarak açıkladı Bernie ve cebinden bir kağıt çıkartıp bir şeyler karalayıp ayaklandı ve Asım’ın önüne bıraktı.
Notta bir rakam yazıyordu ve bu kallavi bir maaşı ifade eden bir rakamdı.
‘’ Maaşın mı ‘’ diye sordu Asım.
‘’ Evet efendim, buradan almakta olduğum ufak küçücük ama mağrur olan maaşım. ‘’
Asım rakamın yanına çarpı üç yazıp geri verdi notu. Bernie’nin patlak gözleri iyice yuvalarından çıkar gibi oldu ve heyecanla cebine koydu notu. ‘’ Teşekkür ederim efendim ‘’ diyerek tekrar personel moduna döndü. Yakasını kravatını düzeltti, ayağa kalktı ve kollarını arkada belinin üstünde kavuşturup sessizce yapmasının istendiği bir sonraki emri bekler hale büründü.
‘’ 2 şartım olacak bu maaş çekini ödemek için ‘’ dedi Asım ve bu sefer arkasına yaslanan oydu.
‘’ Karlılık oranlarını bugünden aşağıya düşürmemek kaydı ile ve bir daha o tipsiz iğrenç suratını görmeme gerek kalmamasını sağlaman şartı ile o rakam senindir ‘’ dedi Asım oldukça baskın tonlama ve vurgularla söylemişti bunu.
Bernie yüzsüzlüğü elden bırakmadan ‘’ tabii ki efendim ‘’ diyerek odayı terk etmek üzere kapıya yöneldi ve arkasına dönüp ‘’ en doğru kararı verdiniz ‘’ dedi ve kapıyı ardından kapatıp gitti.
Asım bundan çok da emin olmasa da ikinci şartından oldukça emindi. Gerçekten bu herifi öldürmeyi dahi istemişti çünkü ve bu istek, birini öldürme isteği ilk defa bu kadar buram buram heves ve tatmin kokmuştu.
Ama aklını zihnini işgal eden Stacey vicdanının sesi olarak devreye girdi ve ‘’ etrafında birikmeye başlayan cesetlerin kokusu çıkmaya başladı, bir de bunu öldürüp iyice kaşınma istersen ne dersin? ‘’ diye sordu.
Asım başını sağa sola salladı. İçinde konuşan Stacey’ nin sesi fazla gerçekçi, fazla tiz, fazla buyurgan ve fazla zeki olmaya başlıyordu sanki. Ya da bu basit koruma iç güdüsü ile ortaya çıkan ve fevri davranmamayı salık veren tavsiye Asım’ın kendisini fazla akılsız hissetmesine sebep olmuştu. Telefonu kaldırdı ve sekreterinden kahve istedi. Kahve gelene kadar resmen saniyeleri sayan Asım nihayet kahvesi geldiğinde Barbara’ya ‘’ telefon bağlamayın lütfen ‘’ diye talimat verdi. Barbara arkasına bakıp ‘’ peki efendim ‘’ dedi ve kapıyı çekti.
Perdeleri çekip ofisi iyice karanlık bırakan Asım başında, şakaklarında dolanan ağrıyı parmaklarıyla masaj yaparak bertaraf etmeye çalıştı ama nafile olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Bir kupa kahveyi 3 üst üste yakılan sigara eşliğinde içerken düşünüp duruyordu. Düşünüyor ama bir çıkar yol bulamıyordu. Stacey’nin gözünde olan biten ile tamamen alakasız olduğu bir noktaya geri dönmenin mümkün olmamasından ve bundan ötürü hayatının normalleşememesinden korkuyordu.
Ayrıca seçtiği son rotayı uygulamak için daha işlemesi gereken cinayetler vardı ve bir tanesi de yine çok yakınında olan birisiydi.
‘’ Sen bir katilsin ‘’ dedi iç sesi kulaklarına fısıldarcasına üç kelimelik keskin bir yargı tonu ile. ‘’ Dertlerinden kurtulmak için en iyi yaptığın şeyi yap ‘’ diye devam ettirdi.
‘’ Öldür… ‘’
‘’ En iyi yaptığım şey bu değil, bir katil olmak değil ‘’ diye homurdandı Asım.
‘’ Ah aynen öyle, sen bir banka soyup bundan paçayı sorunsuzca sıyırdığını, sıfırdan bir şirket kurup başarılı olduğunu, birçok cinayeti işleyip yakalanmadan kurtulmayı başardığını ve hatta benim gibi birini kendine aşık ettiğini; tüm bunları kendin yaptığını mı sanıyorsun. Sen bir bok yapamazsın, sana verilene sahip olmak ve sana söyleneni yapmaktan başka hiçbir bok beceremezsin. Tasarımcı seni bu kendi yazdığı yazgının içine hapsetti ve bombayı kucağına bırakıp gitti ‘’
Hayatının sona ermesi için sadece iki yol var ise ve bunlardan birisi ölmek ise, diğeri suçüstü ya da bıraktığı herhangi bir delil ya da bağlantı yüzünden yakalanmak ve cinayetlerinin ortaya çıkması olabilirdi. Zaten Tasarımcının üstüne moloz yığını gibi bıraktığı iki seçenekten Stacey’ yi öldürmeyerek daha fazla cinayetin olduğu rotayı seçtiğinden beri kendisini hiç eskisi gibi hissetmiyordu. Bir de şimdi iç sesi vicdanını tırmalayan bir hale gelmiş ve dinleyip dinlememekte kaldığı kararsızlık bile başlı başına bir baş ağrısı olup çıkmıştı.
‘’ Rota hariç asla ‘’ diyip bir sigara daha yaktı. Pencereyi kapatan kalın perdeler ofisin düzgün bir şekilde havalanmasını engellediğinden içinde saklı kalan dumanda artık içerisini iyice berbat bir hale getirmişti.
‘’ Bilakis rotanın selameti için ‘’ dedi iç sesi.
‘’ Yoksa seni yakalıycam ‘’ diyip kıkırdamaya başladı hatta. Asım kafayı yemeye başladığını düşünüyordu. Kalktı ve ofisten dışarı çıktı. Sanki ses ofisin içinde bir hoparlörden geliyormuş gibi, orayı terk etse kurtulacakmış gibi gelse de düşünceleri tabii ki onunla birlikte hareket ediyordu.
‘’ Seni kelepçeleyip aynı bir leşmişsin gibi yerlerde sürüklüycem, penceresi bile olmayan bir deliğe tıkılacaksın. Kendi karbondioksitini soluyup hasta bir köpek gibi ağzından köpükler çıkmadan da orası havalanmayacak. Çıktığın ilk mahkemede tabii ki idam kararın çıkacak ve elektrikli sandalyeye oturtulacaksın. Gözlerinde hiç sahip olamadığın kız çocuğunun özlemi ile geberip gideceksin. ‘’
Yolda bunları dinlerken kafasını sağa sola sallıyordu. Barbara asansöre kadar patronunun hareketlerindeki tuhaflığı gözlüyordu. Sanki biri ile konuşuyormuş bir tartışmanın içindeymiş ve kendisine söylenenlerden mustaripmiş gibiydi.
‘’ Ne oldu yahu bu adama ‘’ diyip önündeki evraklara döndü ve çalışıyormuş gibi bir imaja büründü. Asansörün kapısı kapandığı anda da telefonu kaldırıp arkadaşı ile görüşmesine son kaldığı yerden devam etmeye başladı ve törpüsünü çıkartıp tırnakların manikürü ile ilgilenmeye de çoktan başlamıştı bile.
Asansörde Asım elleriyle yüzünü kapattı ve kafasını sıkıştırmaya başladı ellerinin arasında.
‘’ Bana yakalanmak istemiyorsan öldür, beni başka cinayetlerle meşgul et ki dikkatim senden dağılsın, şehirde birden farklı aktif katiller olduğunu sanayım işte ne güzel ‘’ diye de zehiri verdi en sonunda içindeki ses.
Baş ağrısı birden bıçak gibi kesildi, sesler sustu tiz bir çınlama hariç.
Asansörün kapısı açıldığında az önce kıvranan, kendiyle mücadele veren Asım’dan geriye kalan tek iz alnında boncuk boncuk biriken ter damlalarından başka bir şey değildi.
Henry asansörün en üst kattan zemine indiğini gördüğünde patronun geldiğini anlamış ve çoktan göbeğini içine çekip omuzlarını da yükselterek konsantre bir şekilde işinin başında olan bir güvenlik görevlisi imajına bürünmüştü.
Asım yanından geçerken şöyle bir boş gözlerle baktı ve sonra yoluna devam etti arabasına doğru.
‘’ Öldür…’’
‘’ Öldür…’’
***
Milano’dan havalanan us7150 sefer sayılı uçak Dulles havalimanına indiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde hava mevsim normallerinin son derece üstünde sıcaktı. Matteo Baresi oldum olası uçak yolculuklarından nefret ederdi. O kapana kısılmışlık hissi, açık havaya çıkamama durumu klostrofobik bir kabusa dönüşür eğer ağır sakinleştiriciler almazsa kriz bile geçirebilirdi. Hele de o kıç kadar uçak tuvaletine girmemek için mutlaka uçuştan önce tuvalete gider sonrasında da uçuşta aldığı teskin edici ilaçlar sayesinde uyuyarak görece sakin bir yolculuk geçirirdi.
Sıcak havalara ve iklime gayet de alışık olan Matteo diğer yolcularla birlikte kontuardan geçip gümrük kontrolüne geldi. Görevli ‘’ iş için mi tatil için mi buradasınız? ‘’ diye sorduğu zaman donuk bir yüz ifadesi ile ‘’ iş için ‘’ diyerek pasaportuna gerekli işlemlerin yapılmasını beklemeye başladı. İki kelimelik konuşmasından bile İtalyan aksanı kulağa çalınıyordu. Görevli damgayı vurdu ve ‘’ Amerika’ya Hoşgeldiniz’’ diyerek sıradaki yolcuyu çağırdı. Matteo ardından taksi ile cüzdanının sağ kanadındaki şeffaf asetat pencerenin içindeki nota bakarak verdiği adrese doğru yola çıktı.
‘’Orange County Sheriff Office, Lake Burke Drive ‘’
‘’ Stacey Rosenbaum ‘’
Cüzdanının sol tarafındaki pencerede ise oğlunun resmi vardı.
‘’ Paolo Baresi ‘’
Kısa aralıkla önce ilk bebeğini henüz doğmamışken anne karnında, sonra da 6 yaşındaki oğlunu cinayete kurban veren Matteo kendisini içkiye vermiş, hayatından her şeyden vazgeçmişti kısa bir süre öncesine kadar. Polis o gün yaşanan türlü çılgınlıkların bile izini süremezken oğlunun cinayeti ile neredeyse hiç ilgilenmemişti bile. Ortada ne bir şüpheli, ne bir delil, ne bir iz bir sebep hiçbir şey yoktu.
Hiçbir şey…
Matteo’ya ailesinden ve hayatından geriye kalan da tamamen bu olmuştu, hiçbir şey.
Bir gün bu hiçlik bir not parçası ile bozuldu.
‘’ Oğlunun katilini Fairfax Şerifi Stacey Rosenbaum’a sor ‘’
Market torbasında alışveriş yekünü yazan fişin arkasında el yazısı ile bu not kendisine iletilmişti ve ne kadar sorgularsa sorgulasın bu notu kimin oraya yazmış olabileceğini bulamamıştı. Dükkan sahipleri rulo halinde satın aldıkları kağıdın arkasında nasıl bir not iletebileceklerini anlamadıklarını söyleyip Matteo’nun hal ve hareketlerine, yaptığı alkol alışverişlerine de baktıkları zaman çok da ciddiye almamışlardı zaten.
‘’ Oğlunun katilini Fairfax Şerifi Stacey Rosenbaum’a sor ‘’
Matteo’da tam olarak bunu yapmaya gelmişti işte Amerika’ya. Bu yolculuğa çıkmadan önce aklını mantığını olabildiğince toparlamış, içki içmeye anında son vermiş ve her şeyini satıp savıp paraya çevirmiş ve cinayetin peşine düşmüştü.
Katilin Stacey olmasına dahi zihninde ihtimal vermekteyken, bir yandan da eğer katil o değil ise katili biliyor ise o zaman ‘’ bir kanun koruyucusu bir cinayet zanlısını nasıl koruyor olabilir ’’ gibi bir sürü düşüncenin istilasına uğrayan beynini şarapla yıkamak için yanıp tutuşsa da yapmadı bunu.
Her şey, tüm bilinmeyenler…
Sadece Matteo için değil, pek çok kişi için hayat ikiye bölünmek üzereydi.
Matteo’nun gelişinin öncesi ve sonrası şeklinde.
***
Stacey Asım’ın iş yerinden sonra hemen ofise geçmemiş, genelde dadandığı yol üstü restoranlardan birine girip kahve ve tost söyleyerek karnını doyurmaktaydı. İçinden bir ses her şeyin olduğundan daha karmaşık olduğunu bas bas bağırırken bir diğer seste her şeyin tam da gözüktüğü gibi olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
Asım saçma sapan bir olayın ortasında kalmış, normalde işinde gücünde olan ve bunu da oldukça iyi yapan ve başarılı zengin bir adamdı. Hayatı boyunca sakin yaşamış ve olaysız yaşamış birisi olarak böyle bir travma yaşayınca beyni beklenmedik bir tepki vererek bu tatsız ve travmatik anıları biraz öncesi ve biraz sonrası ile birlikte silmişti.
Kahvesini birkaç yudumla yarıladıktan sonra üstünü burbon ile tamamladı ve tostu yarım bırakıp bir sigara yaktı.
‘’ Olayın faili kişilerle iş ilişkileri ortada, yeni bir atılım yapılması söz konusu. Hem bunlar yabancı insanlar, kim bilir ne manyaklıkları vardı da o anda hesaplaşma yaşadılar ‘’ diyerek kendini ferahlatabilmek adına suçu, tanımadığı bilmediği ve hayatlarında da olmayan insanlara atmak kolayına geliyordu. Bunun farkında olsa da bu düşünceye razı gelmek çaresizce işine geliyordu ve iç seslerinden razı gelen galip geldi. Hatta kısa bir süre önce Asım’ı kelepçelemeye hazırlandığı düşüncesi bile uç geldi. Fazla gaza getirmişti kendisini.
Herkesin külyutmaz olarak bildiği, güvendiği, kimsenin salak yerine koyamayacağı ciddi bir insan imajı çizen ve bu imaja kendi içinde dahi sahip çıkan Stacey bunu böyle tutmaya devam etmek istiyordu ama bir yandan da güvenmek istiyordu. Yorulmadan, sorgulamadan.
Kahvesini yeniletmeyi ve burbonla birleştirmeyi beklemeden diplediği bardağı geri içkiyle doldurdu.
Erken sarhoş olmak için harika bir gündü, telsizin sesini açıp boş kahve kupasını garsona doğru uzatıp salladı.
***
Mark ofiste olay yeri raporlarını incelerken kapının açıldığına dair çan sesi ile irkildi. Uzun zamandır sessiz ortamda evraklara boğulmuş gidiyordu. İçeriye uzun boylu son derece şık ve düzgün giyimli beyaz tenli bir adam girdi.
‘’ Buyrun size nasıl yardımcı olabilirim?’’ diye sordu Mark.
‘’ Şerif ile görüşmek istiyorum, Stacey Rosenbaum ‘’ dedi Matteo. Eğer oğlunun katili bu şerif ise ya da bir şekilde bu katili koruyor ise bunu fark ettiği anda cinayet işlemeye hazır bir psikolojide olduğu hiçbir sözünden ya da edasından anlaşılmıyordu.
‘’ Şerif şu anda burada değil, dışarıda’’ dedi Mark ve devam etmeden önce ara bir es girdi, bu söylediğine daha söylerken kendisi bile inanmadığı içindi sanırım. ‘’ Görevde ‘’ dedi. Bir yerlerde zıkkımlanıyor olduğuna emindi esasında.
Matteo sakin bir şekilde ‘’ ne zaman kendisi ile görüşebilirim peki? ‘’ diye sordu. Mark adamın Stacey gelene kadar beklemeyi teklif edebileceğini anladığı ve böyle bir şeyle de uğraşmak istemediği için ‘’ bilemem, konu neydi ben yardımcı olabilirim, ben yetkili şerif yardımcısı Marcus Wright ‘’
Matteo ‘’ Öyle mi? ‘’ diyip cebinden bir not defteri ve DP marka kalemini çıkardı ve ismi not etti, ‘’ hafızam berbattır üzgünüm ‘’ diye de Mark’a açıklama yaptı önce ve defterini kapatıp geri cebine koydu. ‘’ Oğlumun cinayeti ile alakalı kendisi ile görüşmek istiyorum, İtalya’ dan geldim ‘’ dedi. Sesinde hesap soran, ya da soracak olan bir ton hissetti Mark.
Ziyaretin devamı Mark’ın Matteo’dan kaldığı otelin adını adresini alıp not etmesi ile devam edip Matteo’nun şimdilik eli boş bir şekilde şerifin ofisinden ayrılması ile son buldu.
Matteo kiralık eski tip Chevrolet marka arabasına atlayıp otele döndüğünde Mark elindeki işi gücü bırakmış ve derin düşüncelere dalmıştı.
Yaklaşık iki saat sonrasında Stacey geldiğinde kendisine yapılan bu ziyaretten hiçbir şekilde bahsetmedi bile. Şerif ofisine geçip ayaklarını masaya uzatıp bir güzel sızdı. Mark ise hala gelen adamın söylediklerini düşünüyordu. İtalya’da yaşanan bir çocuk cinayetinin neden Stacey’ yi ilgilendirebileceği hakkında sadece tek bir fikri vardı. Stacey’nin arkadaşı Asım.
Asım Stacey hastanedeyken devamlı gelip gitmişti ve o zaman ki konuşmalardan yapacağı bir iş ziyaretini ertelediğini ama Stacey iyileşmeye başlayınca bir gidip geldiğini hatırladı.
İtalya’ya…
Burnuna pis kokular gelmeye başlamıştı ama bu konuda ne yapabileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu.
***
Asım iş yerinden çıkmış araba ile öylece amaçsızca dolaşıyordu. Sahte bir seri katil yaratmayı, kendi işledikleri ile alakasız cinayetler işlemeyi ve böylece hedef saptırarak şüpheleri kendinden uzaklaştırmayı düşünüyor ve bunu düşündüğüne de inanamıyordu. Bunu yaparsa şimdiye dek hizmet ettiği zihniyete de ihanet etmiş olacaktı zira. Kafasını bu düşüncelerden uzaklaştırıp bir sonraki hedefini nasıl avlayacağına odaklanmaya çalışıyordu zira tasarımcının oğlundan sonra öldürmesi gereken iki kişi daha vardı Stacey’yi öldürmemeyi seçtiği için.
Son tasarım…
Bunun işlemesi için artık hata yapma lüksü yoktu. Hedef ise şimdiye kadar öldürdüğü kişilere göre son derece farklıydı ve diğerleri gibi de savunmasız birisi değildi. Olası bir durumda kendini savunmak için silah çekip vurabilecek biriydi.
Marcus Wright, yani Mark.
Tasarım Mark’ın onların ilişkisi için bir tehdit oluşturduğunu öngörüyor olmalıydı. Belki de Stacey’yi Asım’a karşı dolduracak ve onu sevmesini engelleyecekti. Tasarımın geldiği dönüm noktasında bu kadının çocuğunun büyük bir rolü olacağı aşikardı. Tasarımcı bu çocuğun ya Asım’dan olmasını, ya da hiç olmamasını istemişti anlaşılan.
‘’ Belki de o pislik herif Stacey’yi kendine istiyordur ‘’ dedi içinden. ‘’ Gizliden gizliye yakınlaşmaya çalışıyordur ve belki de sevgimi kazanıp bizim seninle evlenmemize ve kızımızın olmasına mani olacaktır, yakışıklı adam sonuçta ‘’ diye de devam etti içindeki ses Stacey’nin sesi şeklinde.
Kendi kendini Mark’a karşı doldurmaya başladığının, işleyeceği cinayeti kendine haklı çıkarmaya çalıştığının ise farkında bile değildi. Tek bildiği sürecin başladığıydı.
Mark’ın ölmesi gerekiyordu çünkü seçtiği yol, tasarım, Tanrı bunu istiyordu.
Dolaşıp durmayı bırakıp Stacey’nin yanına gitmeye karar verdi içindeki sesten sahibiyle görüşerek kurtulabileceğine inandığı için.
Ofise geldiğinde içeride Mark ve diğer şerif yardımcıları hararetli bir sohbete dalmışlardı. Asım ‘’ şerif odasında mı? diye sorduğunda Mark aynı tükürür gibi ‘’ evet ‘’ dedi sadece ve arkadaşları ile sohbete geri döndü. Bir gözü ise Asım’ın üstündeydi. Asım gördüğü ters muameleye çok anlam veremese de üstüne çok da düşünmeden kapıyı tıklayıp içeriden buyur eden sesin gelişiyle birlikte ofise girip Mark’ın görüş alanından çıktığında genç polis hala o tarafa bakıyordu.
Kapının tıklaması ile uyanan Stacey Asım’ı görünce gülümsedi ve ‘’ hoş geldin ‘’ diyip oturuşunu toparladı.
Birkaç hoş beşten sonra Asım ‘’ senin hiç tatilin, iznin oluyor mu? ‘’ diye sordu Stacey’ ye. Stacey ‘’ var ama genelde yine üniformam ile burada olurum, buralarda bir kız ekstra mesai ücretlerine ihtiyaç duyar genelde ‘’ diye de Asım’ın pek anlayamayacağı bir espri ile sebebini söyledi.
‘’ Benim de pek tatil yaptığım söylenemez ama bu son olaydan sonra artık gereğinden fazla çalıştığımı, hayatımı biraz daha kendime yaşamam gerektiğini düşündüm, biraz ara vermeye karar verdim. ‘’ diye bir girizgâh yaptı Asım. ‘’ Senin de pek tatil yapmadığını tahmin etmiştim, sen de sıkıntılı zamanlar geçirdin, bence sen de tatil yapmalısın’’ diye devam etti.
Aslında lafı eveleyip gevelemeden beraber bir tatile çıkmayı teklif edebilmeyi çok isterdi ama kesinlikle başaramıyordu. Laf uzadıkça Stacey daha fazla dayanamayacağını anlayıp gözlerini devirerek ‘’ bence de bir tatile çıkabiliriz ‘’ dedi.
Asım uzun zamandır ilk defa gülümsemişti.
‘’ Aklında bir yer var mı ?’’ sorusuna ise cevabı ‘’ İstanbul ‘’ oldu.
‘’ Uzun uçak yolculuklarından nefret ederim, kısa uçak yolculuklarından da nefret ederim. Galiba ben uçak sevmiyorum’’ diyerek Stacey bu fikre limonu sıktı.
Asım bir miktar Türkiye’ye dönmenin kendisine de iyi geleceğini düşünmüştü. Bu son tasarım ile alakası olmayan, tamamen kişisel tercihleri ile alakalıydı. Türkiye’de kıt kanaat yaşarken asla yaşadığı ülkenin nimetlerinden yararlanamamış, güzelliklerini gezip görememiş birisiydi. Şimdi parası vardı hem de istediği her şeyi yapabilecek kadar.
‘’ Demek ki uçaktaki alkol tüketimimiz ona göre olacak. Ben sıklıkla seyahat ediyorum sorunum olmuyor. Şöyle yapalım ilk sefer benim dediğim olsun, bir sonraki sefer de senin istediğin yere gideriz, olmaz mı? ‘’ diyerek ikna çalışmalarına başladı Asım.
Hayatında hiç Amerika’nın dışına çıkmamış olan Stacey için aslında fikir cazipti ama bir orta doğu ülkesine tatile gitmek fikri tuhaf gelmişti.
‘’ Tatillik ne var, neresi var ki orada? ‘’ diye sordu. Türkiye hakkında bilgisi, herkesin deveyle gezip fes takıyor olduğuna dair inanışın bir miktar eksiği ya da bir miktar fazlası kadardı. Asım’ın isterlerse Uludağ’a çıkıp kayak yapabilecekleri, isterlerse Akdeniz’e inip denize girebilecekleri, isterlerse hatta Meryem Ana kilisesine gidip hacı olabileceğini söyledi.
Stacey’nin gözleri açıldı. ‘’ Peki bunlardan hangisini yapabiliriz gitsek? ‘’ diye sorduğunda Asım ‘’ hepsini ‘’ dedi böbürlenerek.
Stacey ayaklandı ve ‘’ yürü gidelim, önce bunu kutlayıp sonra da detayları konuşacağız ‘’ dedi ve Asım’la birlikte ofisten dışarı çıktı. Kapıya doğru yöneldiğinde Mark’a telsizini gösterip ‘’ açık bişey olursa ‘’ dedi ve çıktılar.
***
Matteo banyodan yeni çıkmış, havluyu yarı beline kadar sarmış Amerikan televizyonlarında kanal değiştirip duruyordu. Boynunda oldukça büyük, hiç çıkarmadığı altın bir haç kolyesi vardı. Aile yadigarı olan ve dededen toruna geçen cinsten bir kolyeydi. Matteo bu kolyenin son sahibi olacağı düşüncesini atlatmakta zorluk çekiyordu. Nesiller boyu süregelen bu devir onda son bulmuştu çünkü bir torunu asla olamayacaktı, oğlu da yoktu.
Kimsesi kalmamıştı…
Bu düşünceler aklına üşüştükçe boynundaki kolyeyi dudaklarına götürüp merhamet dileniyordu Hz. İsa’dan…
Yatağın üstündeki not defterine banyoya girmeden önce aldığı notlar bir önceki sayfadaki notların tamamını karalayıp temize çekip eklemeler yapılmış gibi görünüyordu. Sayfanın başına kocaman bir başlık atmıştı.
‘’ÖNEMLİ NOT: Birileri oğlumun katilini bulmamı istiyor.
İtalya – Amerika bağlantısı: Katil Amerika’da mı?
Stacey Rosenbaum: Bölge şerifi, ismi bana verildi, katil o mu?
Katilin kim olduğunu biliyor mu?
Katili bulmama yardım mı edecek?
Marcus Wright: Şerif yardımcısı, olaylar ile alakası var mı? ‘’
Televizyonda ünlülerin yarıştığı bir program vardı, Matteo onların ünlü olduğunu bilmiyordu, sadece programda ünlüler yarışıyor gibi bir ibare olduğu için bunu fark etmişti. Sunucu cevaplar veriyor ve yarışmacılar da bu cevabın hangi soruya ait olduğuna dair tahmin yürütüp doğru soruyu bulmaya çalışıyordu.
Matteo yarışmada sorulan soruları takip etmeden not defterini eline aldı.
Elindeki ilk cevabı yazdı.
‘’ Oğlum cinayete kurban gitti…’’
Devamında soruyu yazdı karşısına, ‘’ oğlun nasıl öldü ‘’
Bir satır aşağı indi ve diğer cevabı yazdı. ‘’ Oğlum çok farklı ve özel bir çocuktu, son zamanlarında çok tuhaflaşmıştı, etrafındaki insanlar üzerinde özellikle resimleriyle sanki bir etki yaratmıştı, neredeyse doğaüstü ‘’
Anılar gözlerinin önünden birbirini kovalarcasına geçiyordu. Paolo’ ya ilk aldığı boya kalemleri ile yaptığı eciş bücüş şeyler canlandı gözünde. Buzdolabının üstüne mıknatısla sabitlemişi ve oğlunun ünlü bir ressam olduğu, sergilerinde şampanyasını yudumladığı günleri hayal etmişti o zamanlar. Cinayetin öncesinde ve o gün olan tuhaflıklara bir anlam veremese de bunları Paolo’ ya hiçbir zaman bağlamamıştı.
Soruyu yazdı…
‘’ Paolo neden öldürüldü? ‘’
Bir sigara yaktı. Nefret ettiği ve boşanmak üzere olduğu karısının ölümü ile hiçbir şekilde ilgilenmiyor, kadını hatırlamıyordu bile. Yüzü gözünün önünde canlanmıyordu ama oğlunun yüzü, mimikleri, sesi, her şeyi gün gibi aklında ve gözünün önündeydi. Bu görüntülerden ve kafasındaki düşüncelerden içerek kurtulmaya alışan Matteo şimdi ayık kafa ile bir türlü bunlardan ve etkisinden kurtulamıyordu.
Soruyu tekrar yazdı, ‘’ Paolo neden öldürüldü ‘’
Ziyadesiyle açık olan tv sesine rağmen kapının hafifçe tıklandığını fark etti. Kapıya yöneldi ve tamamını açmadan hafif aralayıp ‘’ kim o ‘’ diye seslendi.
Kapıyı çalan Mark’tı.
‘’ Bana bir haberiniz mi var şerif yardımcısı ‘’ dedi bozuk aksanı ile.
Mark ‘’ içeri girebilir miyim, sizinle konuşmam gerekiyor, önemli ‘’ dedi ve Matteo kapıyı açıp Mark’ı içeri aldı.
***
Stacey ve Asım şerifin evinin önündeki veranda da oturmuş aynı şişeden şarap içerek tatil planlarından bahsediyorlardı. Asım son bir saatte hayatında gülümsemediği kadar çok gülümsemiş, hiç aklında olmayan ama düşündükçe fikri bile bir harika gelen planlarından Stacey’ye bahsetmişti. Önce İstanbul’ un tarihi ve doğal güzellikleri, ardından Uludağ’da birkaç gün kar tatili ve hemen akabinde de güneyde bir yaz tatili.
Stacey aynı hafta içinde hem kayak yapıp hem yüzebileceği söylendiğinde yaşamadan inanamayacağını söylemişti. Asım ‘’ üç mevsim kar olur orada, soğuk ya da sıcak hangisi daha cazipse orada daha fazla vakit geçiririz ’’ diyerek hepten aklını zehirlemişti kadının.
Bu tatil kaçınılmaz hale gelmişti ama Stacey elinde bu soruşturmalar varken şimdi bırakıp gitme konusunda emin değildi. Maktüller yerli halktan birileri olsaydı bunu kesinlikle yapamayacağını biliyordu tabi.
Hayaller sigara dumanına, duman şaraba, şarap ise kana karıştıkça Asım ve Stacey’nin gecesi uzadıkça uzadı. Stacey evdeki zuladan şaraba göre daha ağır bir içki olan burbon getirdiğinde ise hem karıştırmanın sarsıcı etkisinden hem de keyiften bir güzel sarhoş oldular.
İlerleyen saatler havayı dışarıda oturmanın tatsız olacağı kadar soğuk bir hale getirince salona geçip sohbet edip şakalaşırken ve Asım Stacey’ ye Türkçe şarkılar öğretmeye çalışırken sızdılar. Stacey kanepede oturan Asım’ın bacağını yastık olarak kullanmış bir halde yatarken ezgileri önce hırıltı, sonra da horultuya dönüştü. Asım ise onu uyurken seyretmeye çalışsa da fazla dayanamadı ve başı arkaya doğru düştü.
Her şeye rağmen, bir geceliğine hayat güzeldi…
Ertesi gün şeriften önce uyanıp onu rahatsız etmeden evden çıkmayı başarabilen Asım soluğu şirkette aldı ve bir ay boyunca yurtdışında olacağını söyleyerek hazırlıklarını yapmaya başladı. Dolaşıp kendisine yazlık kıyafetler ve ayakkabılar alıyor, şimdiye dek hiç giymediği karışık renkli gömleklerde aynada kendine bakarken bambaşka bir adam görüyordu.
Stacey ise uyandığında yanında küçük bir not bulmuştu. ‘’ Günaydın, ben tatil alışverişine gidiyorum ve işlerimi toparlamaya, sana da tavsiye ederim, Asım ‘’
Stacey de gerekli evrak işlerini hallettikten sonra Mark ile konuşmuş, bir süre tatile gitme ihtiyacından bahsetmiş ve yetkili sorumlu olarak onu işaret etmişti. ‘’ Yokluğumu aratma ‘’ diye de bu devir teslimi sonlandırdığında ‘’ yok ben o kadar içemem ‘’ diyerek sırıttı Mark. Şerif ceketini yanlara doğru öteleyip tabancasını gösterdi. Bakışlarının konuşma yeteneği olsa ‘’ bu tavrında ısrarcı mısın ‘’ derdi elbet. Mark bir suçlu gibi ellerini havaya kaldırdı ve ‘’ sessiz kalma hakkımı kullanmak istiyorum ‘’ dedi. Şerif gülümsedi ve şapkasının ucuna dokunarak verdiği selam ile ofisten çıktı, arabasına atladı ve tozutarak bastı gitti.
Mark’ın yüzündeki gülümsemesi azalarak bitti ve ardında kısık gözlerin şüpheyle bakan bakışlarını bıraktı.
Ertesi gün her şey hazırlandığında Stacey havalimanına doğru yola çıkmak üzere Asım ile buluşmaya evine doğru yola çıktı. Bir ara eli torpidoya gitse de açıp şişeyi eline aldıktan sonra kapağını dahi açmadan geri yerine bıraktı ve böyle bir şeyi hayatında çok uzun zamandır yapmamıştı.
Asım’ın evine geldiğinde girişte farklı bir arabanın park etmiş olduğunu görünce meraklandı. Aracını park etmek üzere evin önünü biraz geçtiğinde Asım’ın birisi ile konuşmakta olduğunu gördü. Bu iş yerinde gördüğü Bernie denen adamdı. Asım konuşur ve o dinler şekildeydi. Aracı park etti ve kapıya doğru yürümeye başladı. İki gündür hiç aklına bile getirmediği bazı eski şüphelenme kırıntıları beyninde oynaşmaya başlamıştı ki tam Bernie’ nin ‘’ siz nasıl isterseniz Bay Asım, ben daha önce de dediğim gibi maaş çekimdeki sıfırlara bakarım ‘’ dediğini duydu ve adam arkasını dönüp kendi aracına yöneldi. Şerifi gördüğünde ise aracına binmeden önce ‘’ şerif ‘’ diyerek selamladı ve sakin elit hareketler ile bindi ve gitti.
‘’ Bu zıpçıktı ne arıyor burada? ’’ diye sordu.
Asım ‘’ bugün gelişen acil bir iş fırsatı hakkında görüşmek istemiş, ben de söyleyeceğimi söyledim ve bitti, hazır mısın ‘’ diyerek kısa ve öz bir cevap ile konu değiştirme manevrasını tek cümleye sığdırdı.
Stacey ‘’ hazırım ‘’ dedi, pek çok açıdan değil olmasına rağmen.
Asım Stacey’nin aracından bavulları aldı ve kendi bavulunun yanına bagaja koydu ve havalimanına doğru yola çıktılar.
Bernie nin yola çıktıktan sonraki tam ters istikametine. Tam bu esnada Bernie Asım’ın verdiği talimatları düşünüyor ve eline tutuşturduğu, o tatildeyken ölmesini istediği insanların listesine bakıyordu.
***
Matteo restoranda oturmuş bir dilim kekle beş bardak kahve içmiş ve altıncısının da doldurulmasını talep etmişti garsondan. Vücudunun içki arayışını zapt etmek konusunda her gün bir diğeri ile aynı olmuyordu. Bazı günler pek aklına gelmese ve hatta aranmasa da bazı günler en azından birkaç şişe bira içme isteği karşı konulması oldukça zor bir dürtüye dönüşüyordu. Böyle zamanlarda bedeninin açlık ve susuzluk ile alakalı olası tüm ihtiyaçlarını fazla fazla karşılamak ve bol şeker tüketimi ile alkol ihtiyacından kurtulmak elinden gelen tek şeydi.
Baş ağrısı da cabası.
Şerif yardımcısı ile yaptığı görüşmenin hala etkisindeydi. Bir yandan somut bir şeyler elde etmenin hayaliyle bir ipucunun peşinden ta buralara gelmişti inanarak ama bir yandan da bu kadar erken iz sürmeye başlayacağını düşünmemişti.
‘’ Oğlunun katilinin kim olduğunu biliyorum. Bu kişi buralara yeni taşınan bir Türk, Asım adında birisi ‘’ demişti şerif yardımcısı odasına buyur ettiğinde oturur oturmaz. Bu sözün üstüne derin bir sessizlik olmuştu.
Mark ‘’ bu adam geldiğinden beri bölgemizde olaylar ve cinayetler başladı. Kendisi de bir olaya karıştı hatta ama karıştığı olay cinnet geçiren bir adamın kendisini ve yanındaki çalışanını öldürmesi gibi bir şeydi. Bu herif onlarla aynı masada oturuyordu ve iş ilişkisi vardı onlarla. Olan biteni hatırlamadığını hafızasını yitirdiğini söyledi ve hastane de bunu raporla onayladı. Bak dostum bu Türk resmen beraberinde bela getirdi. Bir şekilde de Şerif ile arkadaş oldu, hatta daha bile yakın ve yarın beraber tatile gidiyorlar ‘’ diyerek bildiklerini özet geçmişti.
Matteo gözleri fal taşı gibi açık bir şekilde dinlemişti son cümleyi ve hemen üstüne başına bir şeyler geçirmeye başlamıştı. ‘’ Nereye gidiyorsun ‘’ diye soran Mark’a ise çekmeceden çıkardığı silahı gösterip ‘’ onların kaçmasına izin vermeyeceğim ‘’ diyip silahı beline sokmuştu. Mark ise bu harekete hemen ayaklanıp çektiği silahını Matteo’ya doğrultarak ‘’ aptal olma, bir yere kaçtıkları yok, gidip gelecekler biz de o arada delil toplayacağız ‘’ diyip Matteo’nun belindeki silaha da el koyarak geri yerine oturmuştu.
Matteo burnundan solumuş adamı içeri aldığına pişman olmuştu ama almasa bunları da öğrenemeyeceğini düşündüğünden sakinleşmeye karar vermişti.
Ama gecenin olayı bu değildi.
Gecenin olayı Matteo’nun oğlunun nasıl öldürüldüğünü anlattığı zaman Mark’ın beyninde çakan şimşeklerdi.
Aynı yöntem, aynı şekil…
Küçük Andrew’un yüzünün şerif şapkasında nasıl kaybolduğu canlandı gözünde ve buna Stacey ile nasıl güldükleri. Şerifin yeğeni, aynı çevrede büyüdüğü Lizzy’nin oğlu Andrew…
Mark Asım’ın ne kadar büyük bir felakete yol açtığı halde, bir aileyi yok ettiği halde nasılda aralarında dolaştığını, Stacey ile arkadaş olduğunu ve hatta belki de daha fazlası olmaya çalıştığını düşündüğünde midesi bulanmış ve banyoya zor yetişmişti. Hele de pis kanının şerifin damarlarında da dolaştığını düşünmek midesinde berbat bir boşluk hissine sebep oluyordu.
Olan biteni anlamayan Matteo ise daha sonra Mark’ın anlattıkları ile karşılarında ne kadar psikopat bir cani olduğunu idrak etmiş ve daha da sinirlenmiş hatta eli ayağı boşalıp oturmak zorunda kalmıştı. Bir an için Mark’ın anlattıklarından sonra kendisinin de üstüne suç isnat edilip idam edilebileceği gibi bir ihtimal canlandı. Jason denen adam hem evlat acısı çekmiş hem de onların katili olarak yaftalanıp idam edilmişti.
Göz yaşlarını tutamayan Matteo ‘’ peki neden, bu adam küçücük çocuklardan ne istiyor, böyle aileleri yok ederek ne zevk alıyor ‘’ diye yakınmıştı.
Tekrar doldurulan kupasından kahvesini yudumlarken hala da bu soruya cevap arıyordu ve aklına gelen ihtimallerin iğrençliğinden dolayı bile kendinden tiksinirken bunları yapan adamı eline geçirse ne yapacağını bile bilemiyordu.
O gece iki adam bu işe bir son vereceklerine ve bu Asım denen Türk’ün yaptıklarının cezasını canıyla ödeyeceğine dair birbirlerine söz vermişlerdi.
Matteo, Mark ile devamlı surette iletişimde olacak ve sakince bekleyecekti, Mark ise elindeki yetkileri kullanarak bu adamı daha çok araştıracak ve deliller bulmaya çalışacaktı.
O gece verilen sözler son tasarımcının çizdiği son rotanın gidişatında kalbi durmuş bir hastanın dümdüz çizgi halinde ilerleyen ekg çizgisinde anlık bir atışın yarattığı tepecik gibi bir tepecik oluşturdu.
Kader, tasarımcının son rotasına direniyordu…
***
Asım ve Stacey Dulles Havalimanından kalkacak olan uçaklarında en öndeki lüks koltuklarına oturmuş, el bagajlarını uçağa yerleştirmiş ve içkilerini yudumlamaya başlamışlardı bile. Stacey gördüğü özel muameleden bir hayli hoşlanmış, hayatında kendisini bu kadar özel hissettiği nadir anlardan biri olan bu muameleyi hatıralarının en güzellerini dizdiği yere usulca bırakmıştı.
Kadın uzun zamandır ilk defa kadın gibi giyinmiş, saçlarını başının tepesinde toplayıp sadece sağlı sollu birer bukle indirmiş, ince boynunu ortaya çıkaran beyaz bir elbiseyi kırmızı bir kemerle tamamlamıştı. Bayrağının renklerini tamamlayan ise parlayan gözlerinin mavisiydi. Asım ise bol ve spor giyinmiş, uzun uçuşlara alışıklığını da ortaya koymuştu.
Stacey’nin içtiği burbon kendisinin likör dükkânlarından almaya alıştığı markalardan hiç birisi değildi ve içimi hakkında ilk tattığında beyanı ‘’ bu harikaymış ‘’ şeklinde olmuştu. Asım da kibarca kadehini Stacey ile tokuşturup ‘’ keyfini çıkar, daha yeni başlıyoruz ‘’ demişti böbürlenerek.
Mönüden yemeğini seçerken ve üstüne örtmesi için verilen battaniyenin yumuşaklığını parmakları ile duyumsarken Stacey şımartılmanın tadını çıkartmaya başlamıştı ve pek de bahsetmediği uçak korkusu yerini elegant hislere bırakmıştı.
Tabi uçak hareket etmeye başlayana kadar.
Uçak kalkış pistine doğru taksi yaparken gerilmişti ama asıl korku uçak hızlanıp tekerleklerini pistten havalandırıp burnunu da yukarı verince peyda oldu. Asım’ın elini tuttuğunu ve hatta tırnaklarını da adamın etine saplamakta olduğunu ancak birkaç dakika sonra fark edebildi Stacey.
‘’ Kapat gözlerini ‘’ dedi Asım. Kadının elini tutuyor olması içini öyle ısıtmıştı ki tırnakları hissetmiyordu bile. Neden sonra aklına geldi Amerika’ya bir daha büyük ihtimal ile geri dönmeyecekleri. O anda sıcaklık gitti, içini buz kesti.
***
Bernie yıllık izninin bir kısmını kullanacağını firmaya beyan etmiş, maaşı ve biriken primleri ile bir miktar da avans ödeme alıp günün mesai bitiminde şirketten herkesle pek huyu olmadığı halde selamlaşarak ve ‘’ Bora Bora ’’ dan istedikleri bir şey olup olmadığını sorup bir miktar da hava atarak ayrılmıştı. 2 hafta boyunca izinde olacaktı. Sekreteri uçak biletlerini aktarmalar ile birlikte alıp organize etmiş ve hatta otel kaydını bile ayarlatmıştı. Bernie’nin sekreteri bu kadara kadar her şeyini ona yaptırmasından rahatsız olsa da yapabileceği bir şey yoktu. En azından adam nazik davranıyor ve firmadaki en yüksek maaşı alan sekreter olmasını sağlıyordu. Sekreterinin aldığı maaşla bile firmada kendisi için bir statü gösterisi yapıyor olması irrite edici olsa da, Jenny cebine giren paradan memnun olduğu için bu ego manyaklıkları pek de öyle umurunda değildi.
Ertesi gün uçağa binmeden önce gece gizli gizli kuytu köşe yerlerde görüşmeler yapmış, onun yokluğunun üçüncü gününde işlenmesini istediği cinayetler için tuttuğu katillere bilgileri vermişti. Son görüşmesi de oldukça lüks bir araç ile gelen birisi ile olmuştu. Bu kişi cinayetlerin işlenmesi sürecini takip edip başarı ile sonlanmasını sağlayacak, sonra da ucuz tetikçilerden kurtulacak olan ‘’ pahalı tetikçi’’ den başkası değildi.
İsmi ile bile zenginliği çağrıştıran ‘’ Richmond Hamilton ‘’ piyasada ünlü ve şımarık bir profesyonel poker turnuva oyuncusu olarak bilinen, gelirlerini kumardan elde ettiği tüm eyaletlerde kayda geçmiş bir adamdı. Oysa gelirlerinin çoğunu ülkedeki önemli suikastları düzenlemek, organizasyonu kurmak ve işlemesini sağlamak ile elde etmişti. Kullandığı tetikçilerin zaman zaman beyni yıkanmış sıradan insanlar olması pokerde de bu beyin yıkama yöntemlerini kullanarak bu kadar sık kazandığına dair bazı yer altı dünyası dedikodularına da sebep olabiliyordu.
Bernie çalışabileceği en güçlü, en profesyonel adamı bulup işi ihale etmişti. Gönül rahatlığı ile tatile gitmiş ve olup bitenleri telefonla takip etme gereği bile duymadan tatilinin tadını çıkartmıştı. Günlerini ülkeye döndüğünde tutuklanacağından haberi olmadan öylece geçirmişti.
Richmond ise hayatında şimdiye kadar aldığı en yüksek parayla şimdiye kadarki en düşük profilli kurbanların infazı şeklinde bir görev almıştı. Listede ölmesi gerekenler ne politikacı, ne iş adamı, ne herhangi bir önem arz edebilecek kişiler değildi, onları temizleyecek olan tetikçiler de sıradan sokak serserilerinden hallice tiplerdi.
Neredeyse hiçbir şey yapması gerekmeyeceği için almıştı işi, parası sebebi değil, cabası olmuştu. O da organizasyonu işin sonunda kendisinin öleceğinden, bunun aldığı son iş olduğundan habersiz bir şekilde kurguladı.
Tasarım can çekişiyordu.
***
Asım onu ve Stacey’ yi havalimanında polisin karşılayıp Asım’ı tutuklayacağına dair, her şeyi itiraf etmek zorunda kalıp üstüne bir de ülkede işlediği suçlardan ötürü Amerika’ ya iade edilip orada idam edileceğine dair tüm kaygılarla dolu bir yarım saat geçirmekteydi. Ülkeye dönmek bir şekilde hayal ettiğinden daha kaygı uyandırıcı gelmişti. Bir de uçaktan indiğinden beri bir türlü kapalı mekandan çıkamamıştı ve bu tedirgin halleri Stacey’nin de ister istemez dikkatinden kaçmıyordu.
‘’ Neyin var? ‘’ diye sordu. Uykuluydu hala. Yolculuğun büyük bir kısmını uyuyarak geçirmişti Asım’ın aksine. ‘’ Bir şey yok, uykusuzum, uçakta pek uyuyamıyorum, uykusuz olunca da böyle biraz huysuz oluyorum. Bir açık havaya çıkalım açılırım merak etme ‘’ dedi Asım. Pasaport kontrolünde özellikle kalbinin atışını engelleyemiyordu. Başka ülkelere girip çıkarken hiç böyle hissetmemişti oysa. Aranıyor olsa başka ülkelerin sınırlarında da başına iş gelebilirdi en nihayetinde.
Her şey sorunsuz atlatılır atlatılmaz Asım Atatürk Havalimanında çıkış kapısından kendini dışarı attığı gibi bir sigara yaktı ve yüzüne bir gülümseme oturdu. O uykusuzluğun gerçekten verdiği yorgunluk da, tedirginlikleri de tamamen uçtu gitti.
Özgür olmanın ne demek olduğunu bir an için daha önce hiç düşünmediğini fark etti. Stacey yanındaydı. Havalimanından tam olarak geldiği ülke ile alakalı çok bir şey anlamıyordu. Amerika’ da ki havalimanından ve oranın giriş çıkışından çok da farklı değildi. Çeşitli görünümlere sahip insanlar bavulları ile ortalıkta gezinmekte ve taksiciler ile köşe kapmaca oynamaktaydılar.
O da bir sigara yaktı. İkisinin de ciğerleri bayram ediyordu.
‘’ İstanbul’a hoş geldin ‘’ dedi Asım.
‘’ Hoşbuldum ‘’ dedi Stacey ve taksiye atladılar sigaralar bitince.
Asım Hilton oteline gideceklerini söylediğinde Stacey şaşırmıştı. Hilton oteller zinciri ülke dışında ilk otelini İstanbul’ da yapmış ve bu o zamanlar baya olay olmuştu. Asım bu konulardan bihaberdi esasında, İstanbul’ da kalmak için en havalı yeri bulmalarını istediğinde asistanı burayı söylemişti.
Çok da uzun olmayan bir yolculuğun ardından Harbiye’ de ki otele geldiler. Asım taksinin bagajından valizleri aldı ve otele giriş yaptılar. İçerisi oldukça geniş, ihtişamlı bir avize ile en kaliteli mobilyalar ile döşenmiş bir resepsiyon ile karşılıyordu konuklarını. Stacey gözlerini avizeden alamıyordu. Hiza olarak arkalarında kalana kadar öylece bakakaldı. Resepsiyona geldiklerinde İngilizce karşılayan resepsiyonist ile Türkçe konuşan Asım’a bundan ötürü sinir olmuştu Stacey.
‘’ Kadın İngilizce biliyor, sen neden Türkçe konuşuyorsun, İngilizce yi unutmaya mı geldin yoksa buraya?’’ diye de çemkirdi.
Asım’ın bunu yapma sebebi bir oda mı tutulacak, iki oda mı karmaşası yaşamadan iki oda tutup farklı bir niyet ortaya koyuyormuş gibi görünmenin önüne geçmekti ama olmadı. İngilizce olarak ve gülümseyerek ‘’ iki süit rezervasyon yapmıştım, Asım Hancı adına ‘’ dedi.
Stacey lafa girip ‘’ bir tane yeterli, bir yolunu buluruz ‘’ dedi resepsiyoniste.
Asım ‘’ bir yolunu ’’ düşüne düşüne asansöre doğru yöneldi Stacey ile birlikte. Binanın en üst katında süit bir oda tutmuşlardı. Bellboy çantaları onlardan önce odaya taşımışve kapının önüne yerleştirmişti. Asım Bellboy’un cebine bir para sıkıştırdı ve gönderdi.
Kapı kapandı…
Tüm dış dünya, tüm o görevler, tüm o gelecek kaygıları…
Hepsi kapının dışında kalmıştı ve Asım şimdi kafasının bir balon gibi şişip patlayacağını zannediyordu. Hissettiği heyecan ve baskıdan kurtulmanın tek yolu Stacey yüzünden iyice alıştığı içki ve sigara olacak gibiydi. Rahatlamak için başka bir çıkar yol düşünemedi.
Stacey asansörde yukarı çıkarken son derece rahattı. Kendisini akışa bırakmış, bu adamın yanında hissettiği özgürlüğün tadını çıkarmaya karar vermişti. Sert görünmek, güçlü görünmek, devamlı tetikte olmak gibi kaygıları onun yanında hele de başka bir ülkede bir yana bırakıp hiçbir şey düşünmemek mükemmel gelmişti. Bunları yapan Stacey’ yi Amerika’da bırakmış buraya öyle gelmişti.
Kapının kapanmasının hemen ardından ‘’ yihaaa ‘’ gibi bir ses çıkartıp yaramaz bir çocuk gibi koşarak kendini yatağa fırlattı. Yatak son derece konforlu ve yumuşak yaylı olduğundan oldukça eğlenceli bir zıplayış olmuştu. Devamında Stacey’nin neşeli kahkahaları geldi.
Asım kafasındaki baskının azaldığını hissetti bu sahneyi izlediğinde ama Stacey’nin kahkahaları sakinleşip de göz göze geldiklerinde baskı tekrar artmaya başladı.
‘’ Önce kim ? ‘’ diye sordu Stacey. ‘’ Sen mi, ben mi? ‘’ diye de devam etti. Asım’ın beyni durmuştu. Ne sorduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Boş boş bakıyordu genç kadına. ‘’ Anlaşıldı ben giriyorum o zaman banyoya ‘’ diyip önce süitin içini dolaştı şöyle hızlı bir tur yaparak. Sonra da banyoya girip kapıyı kapattı. İçerisi oldukça şık parlak evyelerin ve inci beyaz bir lavabonun olduğu aydınlık ve ferah bir banyoydu. Küvet ise banyonun köşesine konumlanmış ve harika görünüyordu.
Stacey kapıyı kilitlemek için bir davrandı fakat sonra vazgeçti. O adamın kendisi oradan çıkmadan kapıyı bile çalmayacağına emindi. Hatta tuvalete sıkışsa bile orda bir saksı bulup işeyecek, ama mutlaka oraya girmeye uğraşmayacaktı, emindi…
Kıyafetlerini ve iç çamaşırlarını çıkartıp kapının ardındaki askıya bıraktı. Raftan pembe olan bornozu alıp küvetin yanındaki keyif sehpasına bıraktı. Küvette iken bir şeyler içme isteği o zaman peyda oldu işte. Bir kez daha da giyinmeye hiç niyeti yoktu. Sıcak suyu açtı ve küvet dolarken kapıya doğru seslendi. ‘’ Bir bardak içki alabilir miyim Asım, burada küvet var ve bunu boş geçmek istemiyorum ‘’
O esnada Asım mini barı çoktan açmış, viski şişelerinden birini ağzına dayamış dikliyordu bile. Rakıyı sek mi içsem, sulandırsam mı diye düşünmeden önce rakıdan da içmişti hatta ilk hamlesinde. Stacey nin seslenmesiyle bir bardağa diğer minik viski şişesini boşalttı ve ‘’ getirdim ‘’ diye seslendi. Kapı azıcık aralandı ve o aralıktan kadının eli çıktı. El ne yokladığını anlamaya çalışan bir görme engellinin eli gibi sağı solu yokluyordu havada. Asım bardağı tutuşturdu eline ve ‘’ buyrun ‘’ dedi kibarca. Elit, sabaha kadar dert dinlemeye hazır bir barmen edasıyla çıkmıştı sesi.
‘’ mersi ‘’ dedi Stacey ve küvetin yanına geldi. Yarım dolan küvetin sıcaklığını kontrol etti ve içine bıraktı kendini. Ne olduğunu bilmeden küvete döktüğü aromalı banyo tuzu içerisini harika bir karışık meyve kokusu ile doldurmuştu. Bardağından bir yudum içki aldı ve kendini biraz daha saldı küvetin içine doğru. Artık sadece yüzü ve ayakları ile elleri dışarıdaydı. Alnında ise ter damlacıkları belirmeye başlamıştı bile. Hayatında hiç hissetmediği kadar keyifli hissettiğini düşündü. Paranın getirdiği şeylerin insana kattıklarını düşündü. Kendi kazandığı paraları genelde içkiye yatırıp kalanını yeğenleri için biriktiriyordu bankada. Yeğenlerinin ölümü ile o para da öyle hesapta kalmış, dokunup bir şey yapmak almak da asla içinden gelmemişti.
Gözlerini kapattı. Gözünün önüne en son seviştiği erkek arkadaşının yüzü geldi. Üzerinden ve ayrılmalarından yıllar geçmişti. Neden bu yüzü hatırladığını tam olarak anlamasa da aklına gelen birkaç bir şey vardı tabii ki.
Banyodan çıkmayı istemiyordu resmen. Kadehteki viski biteli çok olmuş, bembeyaz parmakları suyun içinde kalmaktan ziyadesiyle buruşmuştu. Asım’ın içeride sıkıntıdan patlıyor olduğunu düşünerek ufak ufak çıkmaya karar verdi. Bardağı sehpaya bırakıp ayağa kalktı ve bornozunu giydi. Havlu ile de saçlarını sardı ama bu konuda pek maharetli olmadığından havlunun kıvrımlarının arasından firar eden altın rengi saçları lüle lüle görünüyor özensiz salaş ama güzel bir görüntü ortaya çıkartıyordu. Çamaşırlarını giyip elbiselerini eline aldı ve biraz da utangaç bir halde banyodan çıktı. ‘’ hadi bakalım sıra sende ‘’ dedi.
Asım gülümsedi. Kadının kokusunu alıyordu aralarındaki mesafeye rağmen ve banyoya doğru giderken yanından geçtiğinde aldığı nefes daha da bir Stacey doluydu.
Heyecanlandı.
Kapıyı kapattı ve onun banyoya girmesiyle Stacey yatağa devrildi. O da heyecanlanmıştı. Yatınca saçlarını sardığı havlunun da şekli bozuldu ve pencere gibi iki yana açıldı. Stacey buna pek aldırmadı çünkü odanın sıcaklığı da yeterince iyiydi. Yorgunluk gözlerine tonlarca baskı uygulamaya başlayınca da hiç direnmedi ve gözlerini kapattı.
Dakikalar sonra Asım banyodan tam Stacey’ ye söyleyeceklerini çalışmış ve kendini hazırlamış olarak çıktığında yatakta Stacey’yi öylece uzanmış buldu.
Gülümsedi…
Kadın onu gördüğünden ve tanıdığından beri hiç fark etmediği kadar güzel gelmişti gözüne. Islak saçları yüzünü altın bir çerçeve gibi sarmalamış, yüzünde masum ve huzurlu bir ifade ile uyuyordu. Gidip banyodan bir havlu daha aldı ve yastığın üstüne koyduktan sonra ‘’ gel yastığa koy başını ‘’ diyerek hafifçe taşıdı Stacey’yi. Kadın gözlerini çok az açtı ve bacaklarından güç alarak biraz geri kaykıldı ve yastığı ortalayıp, yüzünü yana çevirip tekrar yumdu gözlerini.
Asım fon perdelerini çekip sadece aplikleri açık tutarak odayı iyice loş bir ışıkla baş başa bıraktı ve yanına uzandı. Yastığını onunkine iyice yaklaştırdı ve yüzünü kadının boynuna doğru uzattı. Aldığı her nefeste o kokunun olmasını istiyordu.
Gözlerini kapattı.
Onu öldürmek zorunda olmadığı yolu seçtiği için içinde kalan son pişmanlık ve bencillikten kaynaklanan suçluluk duygusu kırıntıları da böylece buharlaştı uçtu gitti.
İkisi de sabah tam bu pozisyonda uyanmak üzere derin bir uykuya daldılar…
***
Mark şerifin ofisinde masanın üzerindeki evraklara bakarken bir yandan da şeriflik bürosunun günlük alkol tüketme oranının Stacey’nin yokluğunda dramatik bir oranda değişmemesi için olsa gerek çok alışkın olmadığı halde kanyak içiyordu. Babası sayesinde edindiği çevreyi neredeyse ilk kez kullanmış, devletin tüm güvenlik birimlerinden bilgi belge tedarik etmişti. Kendi takip ettiği rutin işleri kilitlediği acemiler içerde onlarla uğraşırken kendisi herkesten habersiz elindeki işle ilgileniyordu.
Asım…
Yaptığı araştırmalarda dp marka markör kalemi ile işaretlediği notlardan bir özet çıkarmaya çalışıyordu. Türkiye’de doğup büyüyen, genç yaşta giriştiği iş hayatında başarı elde eden, dış ticaret yaptığı için birçok ülke gezen, asıl mesleği berberlik olan, hiçbir kriminal kaydı bulunmayan birisine ait bir özet çıkmıştı notlarında.
Fazla iyiydi.
Pasaport numarası üzerinden yaptığı sorgularda gittiği ülkelerin listesine ulaşabiliyordu. Babasının nüfuzunu kullanarak da ekstra bilgileri federal bürodan edinmeye çalışıyordu. Artık bir katil ve cani olduğuna kesin kanaat getirdiği Asım’ı elektrikli sandalyeye oturtmanın garantisi olacak somut kanıtlar edinmek zorundaydı. İtalya’ya gittiği zamanla Paolo Baresi cinayeti uyuşuyordu. İnterpol’den gelecek bilgiler ile bir sonuca ulaşabileceğini düşünürken ofisin kapısı açıldığını duydu. Memurlardan birinin geldiğini düşünerek dikkatini tekrar önündeki kağıtlara indirmişti ki seri silah sesleri ile kendini masanın altına atması bir oldu. Belindeki silahına uzanıp muhafazasından çıkardığında o birkaç saniye içinde çıkan gürültü dinmiş geriye birkaç kişiye ait ayak sesleri sadece duyulur olmuştu. Mark güpegündüz şerif ofisinin nasıl basılabiliyor olduğuna dair şaşkınlığıyla gözlerini faltaşı gibi açmıştı. Kalbi boynunun solunda atıyor gibiydi. Masanın altından kapıya doğru yarım yamalak nişan alarak beklemeyi anca akıl edebildi. Kapı açılır açılmaz ateş etmeye başlayacaktı.
İçerdeki haydutlardan uzun boylu ve top sakallı olanı ana girişten şerif ofisine gelene kadar bir resepsiyon görevlisi ve iki acemi memuru vurmuş, arkasındaki iki adamı da etrafı kolaçan ediyorlardı. Ağır adımlarla ilerlerken kapıya doğru hayatında yaptığı tercihleri düşünüyordu bir yandan.
Birkaç dakika sonra şerifin ofisinden canlı olarak sadece ve sadece bir kişi ayrılabilecekti.
***
DEVAM EDECEK