Michael Myers: Saf Kötülük

678d3641c781d.jpg

MICHAEL MYERS

SAF KÖTÜLÜK

 

    İZMİR, BORNOVA

    1978

    31 EKİM, CADILAR BAYRAMI

 

    Ölüm ve ölüler. Geçmişte, ruhların yaşadığı yerleri ziyaret ettiğine inanılırdı. Bu yüzden insanlar büyük ateşler yakmaya ve ölüleri uzak tutmaya çalıştılar. Zira her ruh iyi değildi, her ziyarete gelen de misafir değildi elbet. Etraflarında dolaştıklarına inandıkları ruhlara tanınmamak için maskeler taktılar, kostümler giydiler. Yazın bitişini simgeleyen Samhain Festivali yıllar içerisinde başka bir kimliğe büründü. Eski insanların inanılmazca yaptığı şeylerden biri daha ve hala o kabağı oymanın peşindeler.

    78 yılının sonbaharı biter, ağaçlar o sararmış yapraklarını dökerken, geçmişin ruhları bir kez daha ortalarda dolaşmaya başladı. Bir çocuğa boşluk uzun süre baktı ve çocukta boşluğa baktı. Birbirlerinde gördükleri tek şey, karanlıktı.

 

İLK KAN

 

    Ailesi eve döndüğünde Michael’ı verandada, elinde kanla kaplı koca bir bıçakla ayakta dururken buldular. Yüzündeki ifade kelimenin tam anlamıyla şaşkınlıktı. Ailesi ise dehşet içerisindeydi.

    Babası hızla içeri girdiğinde kızının, Michael’ın ablasının sırtından defalarca bıçaklanmış cesedini odasında yatağının üzerinde yüzü koyun yatarken buldu. Annesi ise veranda da henüz altı yaşındaki oğlunu sarsıp duruyordu.

    Tam bir trajedi.

    Bu trajedi için kurulan dekor; kökenleri Galatlar’a dayanan Myers ailesi ebevenylerinin, kısa bir Cadılar Bayramı gecesi için uğradıkları arkadaşlarının evi, üç çocuklarından ikisinin evde kalmış, hepsinden büyük olan ilk kızları ise geceyi okul arkadaşında geçirmek üzere izinli olmasıydı. Michael’dan yaşça büyük olan kız kardeşinin görevi, karanlığa bakan bir çocuğa bakıcılık yapmaktı.

    Altı yaşındaki bu çocuk, o gece ortada dolaşan ruhlara tanınmamak ve onları kovmak için önünde yukarıdan aşağı sıralanan üç büyük ponpon un dikildi bir palyaço kıyafeti giydi. Yüzüne de plastik bir maske geçirdi. Burada yaşayanların etrafta bir takım ölmüş insanların dolaştığına dair bir inancı olmadığı için şaka mı şeker mi diyerek çalabileceği kapılar yoktu. Kötü bir imaj yaratılarak oyulmuş kabağın içine mum koyulmuştu elbette ama bu da salonun köşesindeydi.

    Gecenin kendine göre uzun sayılabilecek bir bölümünü mutfak masasında dağıtılamayacak olmasına rağmen adet gereği alınan şekerleri yemekle geçirdi. Ardından bir çarşaf alarak iki göz deliği açıp üzerine giyerek üst kata çıktı. İşte tam anlamıyla bir hayalet, etrafta dolaşan ruhun kendisi olmuştu ve görünen o ki bu kötü bir ruhtu.

    Kız kardeşinin odasına girerek iç çamaşırı ile yüzü koyun yatan kardeşinin yanına yaklaştı. Müziğin doldurduğu kulakları, bıçağın ucu etini delip kalın gövdesini bedenine sokana kadar bir şey hissetmedi. Küçük bir çocuk için haddinden fazla gücüyle bunu defalarca tekrarladı. İlk darbeyle ciğerlerine ulaşan bıçak, ablasının çığlık atmasına bile izin vermedi.

    Belki de o eski insanların bildiği bir şeyler vardı. Her ruh iyi değildi ve bu gece aramızda hangilerinin dolaştığını gerçekten bilemiyorduk. Çarşafı üzerinden çıkararak başını yana eğip ablasının kan denizinde yatan cesedine izlemeye başladı. Donuk ve kıyafetsiz gözleri sabitlenmişti. Sanki avladığı avını inceleyen, bunu yaparken de karnı aç olduğu için mi yoksa doğası gereği mi yaptığını sorgulayan bir hayvan gibi baktı.

    Cevap hiç biriydi.

    Ebeveynleri, Cadılar Bayramı için gittikleri ziyaretten dönüp onu veranda da, elinde ablasının kanıyla kaplı bıçakla bulana dek bekledi. Hiç kımıldamadan hem de. Tek yaptığı boşluğu izlemekti. Yüzünde kelimenin tam anlamıyla bir şaşkınlık ifadesi vardı. Ne yaptığını bildiğinden değildi bu ifade. Baktığı boşlukta karanlık vardı ve o karanlıkta ona bakıyordu. Anlaşılan o ki, aramızda dolaşan ruhları korkutup kaçıramamışlardı.

 

ISLAH EVİ

 

    O yaştaki bir çocuk için geçen bu sürecin zorlu olduğunu düşünebiliriz -ki öyleydi. Ceza-i ehliyeti henüz oluşmamış bir canlı ve yapılabilecek tek şey devlet gözetimi altında tutulmaktı -ki bu da o kadar kolay değildi. Michael birkaç yıl boyunca ıslahevinde rehabiliteye alındı. Bu yaştaki bir çocuğa yaptıklarının ne olduğunun farkında olup olmadığını bir kenara bırakmak zorundaydı herkes. Bunun cevabını kim bilebilirdi ki. ?

    O çocuk büyüdüğünde bile, bulunabilecek bir cevap var mıydı? Bir katil yaptıklarını hatırlayacak mıydı? Nedenini sunabilecek miydi.? Boş bir beklenti. Michael, bu yaşta pek sık rastlanmayan sebeple kapatıldığı ıslah evinde günlerini rutin alışkanlıklar edindirilerek geçirdi. Yaşıtlarıyla kesinlikle bir araya getirilmedi. Doktorlarıyla iletişim kuramadı. Konuşmasına konuşuyor ama istenilen gelişmeler ondan alınamıyor, rehabilite safhaları hep kısır kalıyordu. Yapmaktan keyif aldığı tek şey vardı. Maskeler.

    Bulunduğu katta tek başına kaldığı odasında annesinin getirdiği ve uygun görülen eşyalar içerisinden seçilen kağıt ve boyalarla çeşit çeşit maskeler yapıyordu. Hala uzak tutulması gereken kötü ruhlar mı vardı. Cadılar Bayramı dışında da aramızda mı dolaşıyorlardı.

    Annesi hemen hemen her hafta ziyaretine geliyordu ama babası bunu reddetti. Bir kadının ve bir erkeğin ebeveyn dahi olsalar olaylara yaklaşımı her zaman farklıydı. İkisi de bir evlat kaybetmişti. Üstelik başka bir çocukları tarafından. Nedenler, nasıllar. Tam bir trajedi.

    Annesinin ziyaretlerinde karşısına her seferinde taktığı farklı bir maskeyle çıkıyordu. Saçları artık uzamış, omuzlarına dökülüyordu. Çocuğunun saçlarını kulaklarının arkasına toplarken her ne olursa olsun eksilmeyen o şefkatiyle soruyordu annesi neden maske taktığını, bu onu içten içe ürkütmüyor değildi. Oysa ki onlarda takmıyorlar mıydı maske, aralarınsa dolaşan ruhları kovalamıyorlar mıydı her yıl beyhude. Çocukta tüm bıkkınlığı ile cevap veriyordu, çirkinliğini gizlediği için maske taktığını.

    Islah evinde geçirdiği, doktorlarıyla kuramadığı anlamsız ve kopuk iletişim sürecinden ve bir tek annesinin dayanabildiği ziyaretlerinden kısa bir sürenin sonra Michael kendini kapattı. Artık ağzından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Maske yapmayı bırakmış, odasında ve bakıcıları olmadan gitmediği ortak alanda dahi oturduğu sandalyede gözleri boşluğa bakıyordu. Tüm çabalar tüm ziyaretler sonuçsuzdu.

    Tam 15 yıl boyunca o boşluğu izledi, o boşluğu dinledi Michael.

 

SONBAHAR EKİNOKSU

(SAMHAİN)

 

    Eski insanlar Tanrı ve Tanrılar ile daha çok birbirine bağlıydı. Hayatlarının daha içinde yer alıyorlardı. Başka pek çok şeye de bilgi eğilimi göstermişlerdi. En çokta doğaya. Kanı yaşamla bağdaştıranlar oldu, oysa onlar doğanın yaşamın ta kendisi olduğunu biliyorlardı. Kan olsa olsa habis bir araçtı.

    İnandıkları ile aralarında birçok köprü kurdular. Yaşamın, yani doğanın döngülerini kendilerine şiar edindiler. Onun pek her şeyi içine alan bir amaç olduğunu anladılar. Besin oradan geliyordu, ruhların eviydi doğa ve bu amacı, araç haline getirmek isteyenlerinde var olabileceğine inandılar.

    Yaşama pranga vurmak her şeye egemenlik kurmak demekti. Sahip olduklarının, kendilerinin başka bir iradenin hükmü altına girmesi. Onlar için var edilenin, başka bir var olana hizmet etmesi. Bu iyi çağrışım yapmıyordu.

    Samhain, doğanın son döngüsünü temsil eder. Yazın, yaşamın onlara verdiği besinin hasatının yapılarak bitmesi ve karanlık kışın başlangıcını. Üzerine binmiş diğer bir yük ise tamamen ölüm ile alakalı her türlü varlığı ya da ruhu temsil etmesidir.

    Lakin asıl önemli olan, yaşamış eski insanları asıl endişelendiren, Samhain’de iki alem arasındaki perde, diğer bir adıyla “Veil”in incelmesidir. Geride bıraktıkları ve eski yol dedikleri tüm yıl gayet iyi seyrederken, son döngünün son günü gelip çattığında, Samhain’in biteceği 31 Ekim günü, dengenin zayıflaması ve istenmeyen varlıkların aralarına sızması.

    Kendi varlıklarının bilincindeydiler ama dengenin diğer tarafı muallaktı. Bu tarafa geçebilecek herhangi bir kötülüğün gücü, iradesi, kudreti. Oranın tanrılarının karanlık yüzü. Bu göze alınabilecek bir tehlike değildi.

    Meydanlarda yaktıkları dev ateşleriyle, evlerinin bahçelerine kapılarına oydukları korkunç yüzlü kabaklar ve maskeleri asarak, eski mezarlar ve höyüklerin bu öteki dünyaya açılan kapı olduklarına inandıkları için buralardan uzak durarak, kötü ruhlar sakinleşene ve onların doğasına yaptıkları olası ziyaretleri bitene kadar beklerlerdi.

    Peki doğa onların mıydı. ? Tanrısal kötü varlıklar dengenin sadece diğer tarafını mı temsil ediyordu. Yoksa sadece bir fanus gibi kapatılmış kainatın dışarıda kalan asıl sahipleri miydi? O ilk kapı aralanırsa içeri girerler miydi ?

 

DOKTOR

 

    Michael’ın ıslah evinde kaldığı 15 yıl boyunca, ilk zamanları hariç geri kalan süre boyunca doktorluğunu tek bir kişi üstlendi. Doktor Kemal Şat. Çocukluktan yetişkin bir hal alana kadar en zorlu hastası o olmuştu. Hiçbir şekilde konuşmayan ve tepki vermeyen birine nasıl bir yaklaşım gösterebilirdi ki.

    Yaşını doldurduktan sonra yetişkin bölümüne alınmıştı. Bu süre içinde babası kalp krizinden, kısa bir süre sonra da annesi bütün bu olanların bir kabustan fazlası olduğu gerçeğine dayanamayarak kendini vurarak intihar etti.

    Tam bir trajedi.

    Tüm bu süre boyunca çocukluktan genç bir adama terfi eden Michael, doktorunun ebeveynleri hakkındaki açıklamalarına rağmen boşluğu izlemekle yetindi. Bu hali doktorunu daha da cezbediyordu. Nasıl oluyor da bir insan günlerini aylarını yıllarını tek bir kelime etmeden geçirebiliyor, sadece duvarları izler gibi boşluğa bakıyordu. Böyle bir psikoz görülmesi zor vakaydı.

    Üzerine onlarca tez yürüttü. Diğer doktorlarla yapılan sempozyumlarda bu katatonik hali defalarca masaya yatırıp tezlerini paylaştı ama sonuç Michael’ın izlediği boşluk gibiydi. Hiçbir şey. Fakat asla pes etmedi. Karşısında duran bu canlının beyni içeride bir yerlerde benliğini barındırıyor olmalıydı. Ona ulaşmakta yılmamanın imkansız olduğu bir yoldan geçiyordu.

    Michael ile beraber doktor da yaşlandı. Onun saçları dökülürken, karşısında duran genç adamın saçları omuzlarını geçti. O gözlük kullanmaya başlarken, katatonik varlık saçlarının perdelediği aralıktan izledi. Gözleri karanlıkta kalıyor, görünmüyordu.

 

KAÇIŞ

 

    Michael 21 yaşına bastığı yıl bir şey oldu ve bunu başka birçok şey izledi. Güz zamanının artık geçmeye başladığı, sarı yaprakların dökülmeyi hafiften kestiği, herkes için sıradan zamanlardı. Hala hatırında taşıyanlar için 31 Ekim gecesine saatler kalmıştı. Bu diyar içinde bunu yaşatan azami sayıdaki insan grupları tekrar evlerinin köşelerine oydukları kabakları koyacak, yaptıkları birçok el işi maskeyi ya da korkutucu figürleri kötü ruhları uzak tutmak için evlerinin köşelerine asacaklardı.

    Başka uzak diyarlarda yaşayan topluluklar bunu daha da ileri götürecek, giydikleri kostümlerle sokaklarda dolaşacak, yaptıkları figürleri bahçelerine evlerinin kapılarına asacak, küçük çocuklar ürkütücü makyajlarıyla kapı kapı dolaşıp korku mu şeker mi diye insanları tehdit edecekti.

    Islah evinde rutin geçen bir günün ardından nöbetçi hemşire ve hasta bakıcılar hariç kalan personel binayı terk etti. Doktor Kemal çıkmadan önce son bir kez Michael’ın tek başına kaldığı odanın izleme penceresinden onu kontrol etti. Hala aynı katatonik hal. Sırtı dönük oturduğu sandalyesinden başını kaldırıp, gün ışığı girmesi için yapılmış küçük demirli pencereden dışarıyı izliyordu. Baktığı yerde kim bilir neler görüyor diye içinden geçirmeyi ihmal etmeyen doktor arkasını dönerek çıkış kapısına yönelerek günü şimdilik tamamladı.

    İşte her şey bu rutin geçen günün gecesinde oldu. Gece sessiz başladı. Mevcut hastalar mesai bitiminde ihtiyaçları karşılanarak odalarına kapatıldılar. Yıllardır hep sessiz olan, kimseye sorun çıkarmayan tek hastaları vardı Michael. Ta ki o geceye kadar. İlerleyen saatlerde odasından gürültüler gelmeye başladı. Bina sanki yıkılacak gibiydi. Demir kapı darbelerle titriyor, odada eşya olarak bulunan tek şey olan yatak artık doğal cismaniliğini terk ediyordu.

    O gece nöbetçi olarak kalan hastabakıcılara söylenebilecek tek şey talihsizlikti. Bu uzun sürenin sessiz misafiri, artık varlığı her nerede yaşıyorsa uyanmıştı. Kapatıldığı kafesinden kaçmak isteyen vahşi bir hayvan gibi hak ettiği ilk ve tek gürültüsünü kopardı.

    Ona müdahale etmek için içeri giren hastabakıcıların sonu hızlıydı ama acı çekip çekmedikleri konusu muamma. Şaşkınlık içerisinde kaçışan birkaç hemşire kurtuldu. Kalan hastabakıcılardan onu durdurmak için yoluna çıkanlar ise odaya girenlerle aynı akıbeti paylaştı. Michael Myers, arkasında kan rengine boyanmış duvarlar ve bir yığın ezilmiş ceset bırakarak, 15 yıl boyunca kapatıldığı ıslah evinden kendi isteği ile ayrıldı.

 

THORN TARİKATI

 

    Eski insanlar ve adetleri. Bunlar yaşam içerisinde hiç aktarım sıkıntısı çekmedi. Yüzyıllar, hatta bin yıllar boyu kimileri şekil değiştirirken, bazıları olduğu gibi kaldı. Bir primat güneşin batışını izlerken hangi duyguyu yaşıyordu. Biraz daha evrilmiş türü yırtıcı bir hayvanla karşılaştığında. Başlarını soktukları mağaradan beslenmek ve avlanmak zorunluluğuyla çıkanlar. Duvarlara resim çizmeyi akıl edenler. Hava koşullarının acımasızlığı. Çıplak ellerle alınan ilk can. İlk silah. Bir türün diğerini asimile ederek yok edişi.

    Göklere bakıp yıldızlardan gelen tanrıları bekleyişleri.

    En çokta bu. Gökyüzünü ve yıldızları izlediler akılları daha da gelişip benlikleri oluştuğunda. Kendi küçük yaşamlarının ötesinde, kainatın çok daha büyük irade ya da iradeler altında olduğunu kanıksadılar. Kurbanlar sundular onlara. Hayvan hatta insan, gazaplarından korktular, merhamet dilendiler kimi zaman. Ayinler yaptılar, kötü olanı uzak tutmak ve bazen de onlarla iş birliği yapmak için. İsimler verdiler onlara, her olgunun bir adı oldu. Bu isimler hikayeler oluşturdu, yaratılışa kadar dayanan. İnandılar bu hikayelere, sordukları soruları kendileri cevaplayarak. Her toplulukta farklı olsa da isimler, anlamlandırmalar olsa da sonunda gelip durduğu yerin özü aynıydı.

    Kan ve genetik inatla kendini aktardığı kadar çağlar boyu, bir fikirde bu bağlılıkla kendini aktarıyordu nesillere kendini. Başta yazılan manifestolar, yüzyıllar geçse de hala ona inananlara sahip olabiliyor, öncesini şimdiyi ve geleceği sapmaz bir şekilde domine edebiliyordu.

    Ellerindeki bilgiyi; toplumdan, sosyal yapıdan izole ederek kendi çıkarları için ayrı bir komün oluşturarak kullanmak suretiyle varlıklarını sürdürenler tarih boyunca bu yaşamın ayrılmaz parçasıydılar. Hedefin şaşmayan noktası ise, ayrı zümrelerin çıkarlarının kalan çoğunluk için tehlike oluşturmasıydı.

    İşte bu izole zümrelerden biride kökeni yüzyıllar öncesine dayanan bir topluluktu -ki mevcut kaynakların birleştiği nokta antik Kelt zamanına kadar uzandığıydı -ki bu da Samhain’in doğduğu topraklar anlamına gelir.

    Bu topluluğun birçok kolu vardır, uzun yıllar dayanan en güçlü kollarından biri Galat’lardır ama başka güçlü bir kavim daha vardı, Druid’ler. Bu kavim, kendilerini Bilge olarak adlandırırlardı ve insanlığın en ham inanç başlangıcını oluşturan güneş, ay, yıldızlarla birlikte tabiatın bazı unsurlarını da kutsal kabul ederlerdi. İşte fikir ve inanç temeli altında güçlü bir şekilde iradelerini koruyan bu topluluk yüzyıllar boyunca varlığını nesiller boyu aktardı.

    Atalarından öğrendikleri ve yıllar içerisinde gelişen yıldızları izleme, geometri gibi alanlardaki hakimiyetleri, bazı şeyleri farklı okuma yetisini de onlara sundu. Gelişen çağlara adapteleri daha kuvvetliydi. İnsan ırkının ulaştığı son toplumsal çağda tarikatlarında barındırdıkları soydaşları başta tıp olmak üzere birçok saygı gören alandaki insanlardan oluşuyordu. Lakin kaçınılmaz yola zümreleşen her soyutlanmış topluluk gibi onlarda girdi. Zaman içerisindeki evrilmeleri, ilimi ve bilimi kendi iç nesillerine yaymak için daha karanlık yollara başvurdu.

    Ataların, büyük ateşler yakıp korkutucu maskeler taktığı, ürkütücü figürler yapıp evlerinin kapılarına bahçelerine astığı, uzak durmaya çalıştığı dengenin diğer tarafındaki unsurların ruhlarına dokunmalarına izin verdiler. Zamanında rahipliği de üstlenmiş kendini bilge olarak kabul eden kavme mensup bu topluluğun soyları, izlediği göklerin ışığında kendilerine Thorn Tarikatı adını verdi. Yılın sadece son ekinoksunda gökyüzünde beliren bir takım yıldızına varlıklarını atfettiler. Topluluklarının kendi zamanlarında şiddetle uzak durmaya çalıştığı döngünün sona erdiği dönemde göklerde beliren bu yıldız kümesinin şeklini bedenlerine bir nişane olarak kazıdılar.

    Kanı hayat kabul ettiler, varlıklarının devamının bedelini başka canlıların kanı üzerine yıktılar.

 

İKİNCİ KAN

 

    Doktor Kemal, olanları öğrendiği telefonun ardından ıslah evine doğru yola çıktı. Vardığı katliam arenasındaki manzara korkunçtu. Koridordan başlayıp Michael’ın eskiden yaşadığı odaya kadar kan şeridi çekilmişti. Kötülüğün geçtiği yol üzerindeki cesetlerden suratı bozulmamış olanlar morarmıştı. Gözleri yuvalarından çıkmış, başı duvarlardan destek alınarak ezilmiş olanlar. İnanılmaz bir kuvvet diye düşündü doktor.

     “Bunu tamamen çıplak elleriyle yapmış. ”

    Karakoldan gelen komiser herkesten daha fazla şoka girmişti. Meslek hayatı boyunca böyle bir manzara ile karşılaşmamış, normal şartlar altında da karşılaşma ihtimali düşüktü. Buralarda böyle vahşet yaşanmazdı.

    Michael artık tehditti. Küçük bir çocukken geldiği ıslah evinde büyümüş, doktorunun yıllar boyu gözetiminde kalmış, onun telkinlerini dinlemiş, arkadaşlığını kabul etmişti. Onu asla terk etmemiş ve bir çözümün peşini asla bırakmamıştı. Tepki vermese de bağ kurmuş olmalılardı. Bilincinin derinlerinde bir yerde onu duyuyor olmalıydı. En azından doktor bir zamanlar böyle düşünüyordu. Şimdi kanla boyanmış koridorlara bakarken, bu koskoca bir yanılgı ve başarısızlıktı.

    Bunu yapan insan olamazdı. Kötü bir varlık uykusundan uyanmış gibiydi. Belki de doktor için bu da bir yanılgıydı. Yaşayan her canlı, varlığının derinliklerinde işte böylesine bir kötülüğü barındırıyordu. Doktor, şok halindeki komiserin omuzuna dokundu. İrkilen bedenini teskin edecek zamanı yoktu. Harekete geçilmeli, topluma karışan bu kötülük bulunmalı, durdurulmalıydı.

    Michael’ın ise henüz kalabalıklarla işi yoktu. Daha naif bir amacın peşindeydi. İkinci kanı arıyordu ve onu nerede bulacağını çok iyi biliyordu. 1003. sokağın sonunda. Sanki roller değişmişti. Doktor hala doktordu ama komiserinde görevini yapıyordu. Ona yapılması en mantıklı şeyin diğer karakollarla bağlantıya geçilip kaçağın aranmasını söyledi ki en mantıklısı o an için buydu. Michael hastanenin otoparkından öldürdüğü hastabakıcılardan birinin arabasını alarak uzaklaşmıştı ama bunun nasıl olabileceğini soran komisere doktorun verebileceği hiçbir cevap yoktu.

    Çocukluğundan beri hava almak için avludan başka bir yere çıkmayan biri bunu nasıl öğrenmiş olabilir ki. Bu durum neresinden bakılırsa bakılsın açıklanması imkansız olaylara vakıftı. Yıllarca katatonik bir halde yaşamak ve birdenbire uyanıp katliam yaratarak arabayla kaçmak. Ablasını öldüren o küçük çocuk benliğine geri dönmüştü sanki.

    Komiser bu dehşetin sahibini sokaklarda aramak için çevre birimleri organize etmek için ayrılırken, doktor omuzlarına gereğinden fazla bir sorumluluk yükledi. Yıllarca gözetimi altında kalan, neredeyse büyüttüğü -ki hastadan çok bir babanın şefkati ile yaklaşmışken çoğu zaman, bu tedaviyi yarım bırakmayacaktı.

    Onu bulmak, durdurmak onunda sorumluluğundaydı. Herkes onu ararken, büyüyen bu küçük çocuğun gidebileceği tek yeri olduğu gerçeğini düşündü. Hızla hastaneyi terk ederek, bu ihtimalin gerçek olup olmadığını görmek için aniden bastıran yağmur altında arabasını sürmeye başladı.

 

BENİM SEVGİLİ KARDEŞİM

 

    Michael Audrey Myers.

    Belki de kurbanın ta kendisi.

    Kötülüğü, evlerinizden uzak tutmak için korkutucu maskeler yaparak yüzlerinize takabilirdiniz. Kabakları kızgın gözler ve sivri dişlere sahip bir canavar suratıyla oyup evlerinizin köşelerine yerleştirebilirsiniz. Büyük ateşler yakıp geceyi aydınlatabilirsiniz.

    Peki bu gerçekten işe yarar mıydı. ?

    Bu Michael’ı durduramadı.

    15 yıl önce bir 31 Ekim gecesi evinden ayrılan kötülük yine bir 31 Ekim gecesi evine döndü. Ablasını defalarca bıçaklayan, kan gölünün ortasında bırakıp ayrılan küçük çocuk, başka bir kurban için geri döndü.

    Aileden geri kalan tek kişi için.

    Kız kardeşi, en küçük kardeşi tarafından öldürülen, babasının kalbi bu trajediye dayanamayan, iradesi çökerek kendini ölüme sunan annesinden sonra geriye kalan tek kişi. Akrabaları ve mensup olduğu topluluğun yardımıyla hayata tutunan. Bu deliliğin kendisini ele geçirmesine izin vermeyen. Elinden alınanların yasını hayatına sahip çıkarak geri alan en büyük kız kardeş.

    Belki de o gece orada olmayarak hayatta kaldı. Bu yok oluşun mimarı kardeşini de geride bıraktı. Onu hiç ziyarete gitmedi, gitmeyi de düşünmedi. Annesi zaten onu yaşarken uzak tutmuştu. Kendisi için aynı şeyi yapamadı. Babası için yok hükmündeydi Michael. Lakin hiçbiri için yeterli olmadı, onu kendilerinden uzaklaştıramamışlardı ve Michael onlarında ölümüne sebep olmuştu ama bunu ona yapamayacaktı.

    Üniversiteyi bitirdikten sonra bu trajedi yuvasında yaşamayı seçmişti. Kötü anılarında bir önemi yoktu. Ailede güçlü olan oydu. Küçük kardeşinden bile.

    Michael ıslah evindeki katliamından sonra durmadı. Benzini biten aracı terk ederek yağmur altında kırsala kaçan son yerleşim yerlerinin bitişiğindeki ormanlık yolda yürüyordu. Kaçtığında üzerindeki incecik pijamaları yağmur altında sırılsıklam olmuş, cüssesine yapışmıştı. Kulübeden bozma araba tamiri yapılan yere geldiğinde işçi tulumuyla üzerindekileri değiştirdi ve gürültüye uyanarak bitişikteki evinden çıkıp gelen yaşlı bir adamı, demir bir çubukla kelimenin tam anlamıyla karnından ahşap kapıya astı. Kapının diğer tarafından çıkan demirin ucundan akan kan, yağmur suyuna karıştı.

    Yaşadığı mahalleye geldiğinde, mensup olduğu topluluktan birinin işlettiği oyuncak dükkanının camekanında duran bir maske dikkatini çekti. Benliğinde yaşattığı kötülüğün sahip olduğu yüzden başka, bizim dünyamıza ait bir sureti yoktu. 

    Eski ve yeni insanlar kötülüğü evlerinden uzak tutmak için maskeler yapıp takarlardı.

    Michael’ın camekanı kırıp alarak yüzüne taktığı bu maske onu kendisinden uzak tutmaya yetmeyecekti. Kötülük farklı bir yüze sahip olsa da evine geldi ve onu uzaklaştıracak herhangi bir maskede yoktu.

 

SİYAH GİYEN ADAM

 

    Thorn Tarikatı’nın mensupları kendi refah ve güçlerinin devamı için yaratılıştan önce bile var olan, varlık düzleminin en tepesinde bulunan, bulaşılmaması gereken güçlerin oyuncakları ile oynadılar.

    Büyük Kelt topluluğunun en güçlü kavimlerinden olan ataları Druid’ler de bu sapkın yolun benzerini tercih etmişlerdi. Dünyaların arasındaki koruyucu bariyerlerin incelip, dengenin diğer tarafında yer alanların kendi dünyalarına geçebildiklerine inandıkları ve bu yüzden onları korkutarak ya da tanınmamak için şiar edindikleri uygulamaları gerçekleştirdikleri dönemlerde muhtemeldir ki Druid’ler rahat durmadı.

    Kötülük size pek çok surette gelebilir, davranış prensipleri de kendi içlerindeki güç hiyerarşisine göre değişebilir ve yine muhtemeldir ki kendini bilge ve öncü rahipler olarak gören Druid kavminin bazı mensupları, zihinlerini bu kötülüğe kaptırdılar. Sadece belli zamanları kapsamayan, süreklilik arz edecek şekilde dünyalar arasında geçit görevi gören, teslim alınmış zihinleriyle, kötülüğün ilmine vakıf oldular ve bir Lament tasarladılar.

    Ancak bilmedikleri şuydu, karşılığı olmadan bazı şeylere sahip olamazdınız. Onlarda bu bedeli ebediyen varlıklarını teslim ederek ödediler. Kendilerine atfettikleri bilgeliğin sahibi oldular ama artık başka bir dünyanın rahibiydiler. Topluluklarının korunmaya çalıştığı taraftaki başka bir gücün iradesi altında öncülük yapıyorlardı. Azabın en katısı ile yüzleştiler, bilgeliğin bedeli acıdan geçti. Ruhları ile birlikte bedenleri de bozuldu, artık mensup oldukları dünyanın kaideleriyle tekrar şekillendiler. Kafasında çiviler saplı en sapkınlarının önderliğinde, Cenobite Rahipleri oldular.

    Bu seçilim, bu kavmin kanında akıyor olsa gerek, yüzyıllar geçse de değişen bir şey olmadı. Soyları daha tehlikeli oyuncaklarla bunu tekrarladı. Kibir ve bencilce güç istekleri, toplum içerisinde bulundukları sosyal konumlarla yetinmelerinin önüne geçti.

    Nasıl ki atalarının isteklerinin araladığı zihinlerine doluştuysa baş edemeyecekleri bir irade, onlarında aralık kalplerini ele geçirdi. Yıldızları ve gökyüzünü izleyen ilimleriyle, güz ekinoksunun bitiminde gökyüzünde kendini gösteren bir yıldız kümesine bağladılar iradelerini. Thorn Yıldızı. Şeklini bedenlerine kazıdılar ve bu döngüye adak adadılar. Bu antlaşmayı, önceki soylarından gelen uğursuz bir mühürle imzaladılar, Al Azif ile.

    Bedeli ödenmeyen bir şeye sahip olunamaz ve Tanrılar kurban ister. Refah içinde yaşayacakları ve kendilerinden sonraki soya aktaracakları bu gücün bedeli de buydu işte.

    Kan. Kurban. Hayata karşılık hayat.

    Bu uğursuz antlaşma için kendilerine hizmet edecek başka bir tiyatro sergilediler.

    Her defasında bir başka bedeni bu amaç için araç olarak kullandılar. Zamanın o anki lideri bunu itinayla yerine getiriyordu. Hep siyah giyen bir doktordu bu sefer ki ve yeni doğan bir bebeği bu amaçları için mühürledi. Michael, bileğinde gökyüzünde beliren yıldız kümesinin şekliyle artık onların amaçları için kurbanlar sunacaktı.

 

ÖLÜ YA DA DİRİ

 

    Doktor arabasını mümkün olan en hızlı şekilde sürerken, silecekler yağan yağmuru uzaklaştırmaya yetmiyordu. Michael’ın gidebileceği başka bir yer olamazdı. Bir katilin cinayet işlediği yere dönmesi, küçük bir çocukken ayrıldığı evini özlemesi ya da doktorun bilmediği daha farklı bir amaca hizmet etmesi.

    Saat gece yarısını vurduğunda, sokaklar yağan yağmurda bomboşken Michael evine geldi. Bahçede durup üst katta yanan ışığın olduğu odaya bakıyordu. Maskenin ardındaki gözleri kapkaranlıktı. Büyük trajedilerin yaşandığı yeri terk etmemiş olan kız kardeşi, bu lanetli gecede gelebilecek kötü ruhları kovmak için herhangi özel bir şey hazırlamamıştı. Ne oyulmuş şeytani yüzlü bir kabak, ne de kartondan yapılmış bir maske. Öyle olsa bile bu gelen kötülüğü durdurmaya yetmezlerdi, çünkü burası onunda eviydi.

Yıllardır görmediği, annesinin uzak tuttuğu babasının lanetlediği kardeşi onu hiç unutmamıştı. 15 yıl boyunca onu düşünmüş ve sanki bir çağrıya cevap verir gibi bu gece sessizliğini bozarak kardeşini ziyaret etmeye o gelmişti.

    Bahçenin arkasına ulaşıp mutfağa açılan zemin kapının camını kırdığında, yağan yağmurun kimine hoş gelen sesiyle bu duyulmadı. Çekmecelerden birini açarak, yıllar önce bir diğer ablasını öldürmek için kullandığı aracın aynısını aldı. Çakan şimşeğin ışığı pencereden girerek bıçağın yüzeyinde parladı. Artık büyümüş olan Michael, küçük bir çocukken üzerine çarşaftan bir hayalet kıyafeti geçirmek yerine, yüzündeki mat insan suretindeki maskesiyle bambaşka bir kimliğe bürünmüştü. Verdiği nefes, içeride ona geri dönüyordu.

    Cüssesine rağmen adımları, geldiğini son ana kadar hissetmeyeceğiniz vahşi bir hayvanın yumuşak patileri gibiydi. Bu sessizlikle geçti salonu, başka bir kurbanı adamak için merdivenleri ağır ağır çıkmaya başladı. Bıçağı yana sarkmış kolunda ileriyi işaret ediyordu. Koyu renkli işçi tulumundan damlayan yağmur suları salona geldiğinde son bulmuştu.

    Koridorun başına geldiğinde, hedefi yolun sonunda soldaki odaydı. Diğer kardeşini öldürdüğü odanın tam karşısı. Aralık kapıdan ışık sızıyordu. Oyulmuş bir kabağın içine konulmamış bir mumda yanıyordu belki. Doktor, bu sokağın sonundaki evi geçmişte birkaç kere ziyaret etmişti. Sadece dışarıdan. Geldiğinden kimsenin haberi yoktu. Hastası olarak kabul ettiği bu küçük çocuğun, ablasını öldürüp ıslah evine geldiği yaşa kadar büyüdüğü evi görmek istemişti. Belki de tedavisinde işe yarayacak bir çağrışım bekledi belki de onunda bir insan olduğunu kendine kanıtlamak ama bu gece şahit oldular ki o bir insan değildi. Arabasını park ederek dışarı çıktığında pardösüsünü iyice sarınıp cebindeki beylik silahını kontrol etti. Eğer düşündüğü gibi o buradaysa, buna kesinlikle ihtiyaç duyacaktı.

    İki katlı ve bahçeli evin önüne geldiğinde evde hayat belirtisine dair tek şey ikinci katta tek bir odada yanan ışıktı. İçeride oynayan gölgeler, vurduğu duvardan seçilebiliyordu. Geç mi kalmıştı yoksa. Bahçe kapısını aralarken duyduğu silah sesiyle irkildi.

    Oda boştu. Michael eğer sinirlenebiliyorsa o bu anlardan birisiydi. Odaya girip etrafa bakıyor maskesinin ardındaki karanlıkta kalan gözleriyle onu arıyordu. Hareketlerinin gölgesi, zayıf ışığın aydınlığında duvarlarda dans ediyordu. Minik bir balkona açılan kapının yanındaki ahşap elbise dolabına yöneldi. Eğer yatağın altında kimse yoksa, geriye odada saklanılabilecek bir tek burası kalıyordu. Bıçağı tutan yumruk halindeki elini gölgelikli dolap kapağına indirdiğinde, darbe kapağı parçaladı. İçerisi boştu. Askıdaki elbiseleri sağa sola atarken arkasından adını fısıldayan bir ses geldi.

    Yıllardan beri görmediği kız kardeşi, onu böyle karşıladı. Sesinin tonu daha yüksek çıkamamıştı. Belki korkuydu, belki eğer yüzünü görebilse artık tanıyamayacağı bir yabancının odasında duruyor oluşu ya da birazdan yapmak zorunda kalacağı şeyin üzüntüsü.

    Adını seslendiğinde Michael arkasını döndü. Şimdi çok sakindi. Neredeyse nefes bile almıyordu. Başını yana eğip anlamlandırmak ister gibi ona tutulan silaha bakıyordu. Kardeşi ise karşısında duran bu yabancının kendi kanından olduğu idrakini bir türlü hazmedemiyordu. Ailesini neden paramparça edişini, bunu niye yaptığını, onu niye birçok şeyden mahrum bıraktığını ve bunca yıl nasıl tek başına ayakta durmayı ona öğretmesinin bedelinin ne olduğunu kim bilir, belki yüzünü görse sorardı. Lakin karşısında duranın vahşi bir hayvandan farkı yoktu.

    Iskalamamak için hafifçe birkaç adım atarak odanın içine girdi. Kardeşi tüm sakinliğiyle ona bakarken birden başını doğrulttu, bu hamle zamanıydı. Elindeki bıçağı havaya kaldırdığında ilk mermi göğsüne saplandı ve bu onun arkaya doğru sendelemesine sebep oldu. Bir mermi daha ve bir tane daha ve bir tane daha. Bedenine saplanan her darbe Michael’ı kendisinden biraz daha uzaklaştırdı. Ta ki açık kapıdan geçip balkonun tırabzanlarından aşağı düşene kadar.

    Doktor silah seslerini duyunca cebinden kendisininki çıkarıp ön kapıya doğru koşmaya başladı. Michael mıydı, araba kullandığı gibi silahta kullanabilir miydi? Yoksa kardeşi…

    Kapının ilerisine ıslak çimenlerin üzerine onun bedeni düştüğünde herhangi bir soruya gerek kalmadı. Doktor düşen bedenin yanına gidip baktığında, göğsünden akan kan selinin yağmur altında bile seçilmesi imkansızdı. Mermi izlerinin açtığı deliklersen çıkan kanlar koyu işçi tulumunun üzerinde birleşip bulduğu yönden çimenlerin üzerine akıyordu. Bu iş bitmişti.

    Ön kapı açıktı. Arka kapıda açıktı aslında. Kötü bir ruhu kovmak için herhangi bir şey yapılmadığı gibi, olası bir ziyaretide bekler gibiydi ev. Gelen herkese kucağını açmış gibiydi. Doktor hızla üst kata çıktı. Koridorun sonundaki ışığın vurduğu odaya kendini attığında titreyen haldeki Michael’ın kız kardeşini buldu. O da onun gibi zamanın içinde yürümüştü. O da o küçük kız değildi artık.

    Ona kendini tanıtı, elindeki silahı aldı ve teskin etmeye çalıştıysa da kadın onu duymuyor gibiydi.

    Onca el silah sesi, Michael’ın göğsünde toplanmış, hepsi varılması istenen hedefe ulaşmıştı. Kötülük evine dönmüş ve istenmediği bu yerden uzaklaştırılmıştı. Ne bir maske ne de oyulmuş bir kabak ile.

    Doktor titremeleri sakinleşen kızı bırakıp balkona doğru ilerledi. Bir yandan ne yapılması gerektiğini düşünüyordu. Komisere ulaşmak gerekliydi, halledilmesi gereken bir sürü şey vardı. Fark etmezdi artık ya, önemli olan bunun durmuş olmasıydı.

    Başını balkondan uzattığında, Michael’ın bedeninin olması gereken yer boştu. Ezilmiş çimenlerin üzerinde, bedeninin izi hayal meyal seçilebiliyordu.